CKarakilic.com
Current View

Zamânımızda Tevhîd ve Şirk

Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 0 Z a m â n ı m ı z d a T e v h î d ve Ş i r k َ ا َ ل ا وََ ُ دي ِ ح ْ و �ت ل ش َ ْ ر ِ َ ُ ك َ Y a z a n A li Celâleddin Karakılıç 2010 B e ş i n c i B a s k ı Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 1 Z a m â n ı m ı z d a T e v h î d ve Ş i r k َ ا َ ل ا وََ ُ دي ِ ح ْ و �ت ل ش َ ِ َ ُ ك ْ ر َ Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 2 1 Baskı: Ankara 1999 2 Baskı: Ankara 2000 3 Baskı: Ankara 2001 4 Baskı: Ankara 2005 5 Baskı: Ankara 2010  Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 3 Z a m â n ı m ı z d a T e v h î d ve Ş i r k َ ا َ ل ا وََ ُ دي ِ ح ْ و �ت ل ش َ ُ ك ْ ر ِ َ Y a z a n Ali Celâleddin Karakılıç 2010 B e ş i n c i B a s k ı Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 4 ُ لو ُ س َ ر ٌ د � م َُ � ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � ِ �ا “Lâ ilâhe ille’llâh, Muhammedü’r -Rasûlü’llâh Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 5 Besmele Hamdele Salvele ِ ب س ِ م ِ ن َ � � رلا ِ �ا ِ مي ِ ح � رلا َ ا ِ � ِ ُ د م َ � ب َ ر ِ م َلا َ ع لا َ � � ِ مي ِ ح � رلا ِ ن َ � � رلا � ِ م و َي ِ ك ِ لا َ م ِ ني دلا ط � ي ِ إ ُ د ُب ع َن َ كا � ي ِ إ َ و ُ � ِ ع َت س َن َ كا ط اَ ر صلا ا َن ِ د ه ِ ا َ ط ِ ص َ مي ِ ق َت س ُ م لا َ طا َ ر ا � ل ِ ذ َ ني َ ا م َ ع ن َ ع َ ت ِ ه ي َل م � ِ ي َ غ غ َ م لا ِ بو ُ ض م ِ ه ي َل َ ع � َ و لا � ض َ � لا َ ا م َ � ُ د ِ � لا ِ� َ د َ ه يذ ي ِ ل ا َ و ِ نا َ� ِ � ِ ل ا َن ٍ مي ِ ق َت س ُ م ٍ طا َ ر ِ ص َ � ِ إ ُءا َ ش َي ن َ م ي ِ د ه َي ُ �ا َ و ِ م� س َ ا ٌ م� َ س َ و ِ � ِ ُ د م َ � َ ىف َط صا َ ني ِ ذ � لا ِ هِ دا َب ِ ع َ ىل َ ع َ ا � صل َ ُ � ا َن ِ لو ُ س َ ر َ ىل َ ع ُ م َ� � سلا َ و ُة َ ول � م ِ ب ي � طلا ِ ه ِ ب ح َ ص َ و ِ ه ِ لآ َ ىل َ ع َ و ٍ د َ م َ و َ ني ِ ر ِ ها � طلا َ � ن ٍ نا َ س ح ِ إ ِ ب م ُ ه َ ع ِ ب َت ِ ني دلا ِ م و َي َ � ِ إ Bi’smi’llâhi’r -Rahmâni’r -Rahîm Bütün âlemlerin Rabb’i, Rahmân ve Rahîm, Din Günü'nün sâhibi olan Allâh’a hamd olsun Yâ Rabb, biz Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz Bizleri doğru yola hidâyet eyle O kendilerine ni’met verdiklerinin yoluna ilet Gazâba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil Bizi, îmân’a ve (fıtrat dîni olan) İslâm’a hidâyet eden Allâh’a hamd olsun Allâh, kimi dilerse onu, (kendisinde hayır gördüğü kimseleri) doğru yola iletir Hamd olsun Allâh’a ve selâm olsun O’nun beğenip seçtiği (kendisinde h ayır görüp doğru yola iletdiği ) kullarına Salât ve selâm, Rasûl’ümüz Hazreti Muhammed üzerine, tayyîb ve tâhir olan Âl ve Ashâb’ının üzerine ve Kıyâmet’e kadar ihsân ile Âl ve Ashâb’ına tâbi’ olanların üzerine olsun Âmîn    Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 6 ِ ب س ِ ن َ � � رلا ِ �ا ِ م ِ مي ِ ح � رلا Bi’smi’llâhi’r-Rahmâni’r -Rahîm َ ل ِ إ َ و ٌ د ِ حا َ و ٌه َل ِ إ م ُ ك ُ ه ج َ � � رلا َ و ُ ه � � ِ إ َه َل ِ إ َ� ُ ن ِ ح � رلا ُ مي ع “Hepinizin tanrısı (zâtında ve sıfatlarında aslâ bir benzeri bulunmayan) bir tek Tanrı’dır O’ndan başka hiç bir tanrı yokdur O, Rahmân’dır, Rahîm’dir" ( Bakara, 163) دُب عا َ و ُ و َ � َ و َ �ا ا ائ ي َ ش ِ ه ِ ب او ُ ك ِ ر ش ُت “Allâh’a ibâdet (ve kulluk) edin O’na hiç bir şey’i eş (ortak) tutmayın” (Nisâ’, 36) ِ ض ر َ� ا َ و ِ تا َ و َ م � سلا ِ � ا َ م ُه َل ُ ح ب َ س ُي “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nu (Allâh’ı) tesbîh (ve tenzîh) eder” (Haşr, 24) َ و َ م م ؤ ُي ا َ ا ُ ن ُ وك ِ ر ش ُ م م ُ ه َ و � � ِ إ ِ �ا ا ِ ب م ُ ه ُ ر َ ث ك َ ن “Onların çoğu, Allâh’a şirk (ortak) koşmaksızın îmân etmez” (Yûsüf, 106) َ ا ل ُ ء ر َ م ن َ م َ ع َ م َ ا � ب َ ح “Kişi, sevdiği kimse ile berâberdir” (Buhârî, Kitâbü’l-Ed eb,Cüz’ 8 ss 48)    Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 7 Ö n s ö z İslâm’ın, birbirine zıt en temel esâslarından biri olan “T e v h î d “ ve “Ş i r k”, insanlığı yükselten veyâ alçaltan iki ana vasıf olduğundan bunlarla ilgili konuları kaleme almamızın asıl sebeb ve hedefi, Kıyâmet alâmetlerinin zifîrî karanlıklar gibi başımıza üşüştüğü şu günlerde, İslâm’ın gerçeklerini bir kere daha dile getirmek, i’tikâd, ibâdet, ahlâk ve ictimâiyyet ( toplum ) konularında onları îkaz etmek, bi’l -hâssa Allâhü Teâlâ nazarında afv’i mümkün olmayan “Ş i r k” şekillerinden bahs etmek ve onları ilmî bir şekilde gözler önüne sermekdir Diğer bir deyimle kendisi ile amel olunması lâzım gelen Hükmü’llâh’ı ( Allâh’ın hukmünü ) ta’yîn etmek veyâ Cenâb -ı Hakk’ın murâdına en yakın bir netîcenin alınmasına çalışmak, nass karşısında ( ya’nî Kur’ân ve Sünnet ile sâbit olan kat’î hükümler karşısında ) veyâ emr-i ilâhî karşısında kendi aklına göre re’y ve kıyâs’da bulunarak isyan eden İblîs gibi olmamak, bu şekildeki bir davranış ile veyâ hevâ ve heves ile gizli veyâ açık bir “Ş i r k” yoluna sapmamakdır Bunun netîcesi olarak da kendi hevâ ve hevesine veyâ başkalarının hevâ ve hevesine uyarak kendi arzû ve iştihâlarını dile getirip insanları onun etrâfında tolamaya çalışan deccal -vârî bir takım kimselerin tehakküm ve istibdât fikrinden uzak rûhî bir olgunluğa, İslâmî bir ahlâka, İslâmî bir siyâset anlayışına, doğru bir “Tevhîd” inancına sâhib olmanın yollarını göstermek ve içinde bulunduğumuz toplumun birlik ve berâberliğini tehlikeye düşüren muhtelif irâde ve re’y’lerin tenâkuz ve Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 8 cidâlinden ( birbirine zıt kavga ve döğüşlerden ) toplumu kurtarmaya çalışmakdır Çünkü “Tevhîd” ve “Şirk” in ne demek olduğunu iyice anlayıp idrâk eden bir Müslümân, “Şirk” in her çeşidine karşı yalan, yanlış, eğri, bozuk, sahte, bâtıl, uydurma inanç ve akîde’lerden, hevâ ve heveslerden, fikir ve ahlâk kurallarından yüz çevirip dâimâ Hakk’a ve doğruya yönelir Dîni, yalnız Allâh için hâlis kılıp tefrîkaya düşmeden onun etrâfında toplanır Tam bir ihsân, ihlâs ve teslîmiyyet ile yalnız Allâh’a kulluk eder Yalnız O’nun yardımını ister Yalnız O’na ibâdet ederek ecir ve mükâfâtını O’ndan bekler Sahtekâr, çıkarcı ve İslâm’a uymayan yenilikci kimselerin arzû ve isteklerine âlet olmaz Bir takım fitne ve fesâd sâhibi kimselere karşı, taraf tutma gayretini göstermez Onlara karşı bir meyli olduğunu, gizli veyâ açık bir şekilde belirtmez Bi’l-hâssa bid’at sâhibi kimselerin küfrünü veyâ dâiye olduğunu ( ya’nî kendi fikir ve duygularını telkin ve teşvîk edici olduğ unu) iyice ayırt edip kendisini ve etrâfındakileri böyle tehlikeli yollara yöneltmekden korumaya çalışır Bunları anlayıp idrâk edince de, İslâm’da, her hangi bir kimsenin şer’î bir huküm vaz’ etmesinin mümkün olmadığını, kendi hevâ ve hevesine veyâ başkalarının hevâ ve hevesine uyarak -İslâm’a ve müslümân’lara hizmet gâyesi ile de olsa - din nâmına yeni bir şey’ ihdâs etmenin aslâ câiz olmadığını iyice anlayıp kavrar ve kendini Allâh’a yöneltip O’na teslim olur Allâhü Teâlâ’nın Peygamberine ve o Peygamber vâsıtası ile göndermiş bulunduğu Kur’ân -ı Kerîm’e itâat eder Emr edilenleri yapmaya, nehy edilenleri yapmamaya çalışır Bunları yaparken de ifrât ve tefrîdden kaçınır Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 9 Kula kul olmaz Kula üstünlük de taslamaz Vekâr ve olgunluğunu muhâfaza ederek insanlığın gâye ve hedefi olan kâmil insan, olgun insan hedefine doğru yol almaya çalışır Dünyâsını ve âhiretini mutlu kılıp başarıya ulaşır İnsan ve cin şeytanlarının şerrinden, nefis bataklığının şehevî câzibelerinden kurtulup Cennet’e ve Cemâl ’e ulaşır Bunun netîcesi olarak da “Selâm Selâm” hitâbına nâil olur Ne mutlu böyle bir netîceye nâil olanlara ُ ا ا َي او ُِ � َت عا َف و ِ را َ ص ب َ� ا ِ � “İşte ey akıl ve basîret sâhibleri, siz bundan ibret alın (ve Hakk’a yönelin) ” 1    Evet, bu esâslar dâhilinde Hakk’a yönelmesini ve O’na Teslim olmasını bilen îmân sâhibi bir kimse, her yönü ile mükemmel bir Bilgisayara benzer Bunun için îmân sâhibi bir kimse, sâhib olduğu îmân esâslarını, her yönü ile her zaman ve her yerde şirk ve küf ür virüslerinden koruması lâzımdır Nasıl ki bir bilgisayara her hangi bir şekilde bir veyâ bir kaç virüs girince, bütün bilgileri ve çalışmaları bir anda alt -üst edip bozar ve işe yaramaz bir hâle getirirse, her hangi bir şekilde insana musallat olan bir şirk veyâ küfür hâli de, o kimsenin îmân ve tevhîd esâslarını bir anda yok edip gider Bunun için bozulan bir bilgisayarı temizleyip yeniden bilgiler yüklemek gerektiği gibi, yok olan veyâ işe yaramaz bir 1 - Haşr, 2 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 10 hâle gelen îmân ve tevhîd esâslarını da yeniden tâzeleyip şirk ve küfür virüslerinden temizlemek lâzımdır َ هي � كز ن َ م َ ح َل ف َا د َق ا � ص “Onu (nefsini, şirk, küfür ve günahlardan) tertemiz yapan, muhakkak (dünyâ ve âhiret selâmetine) ermişdir” 2 َ هي � س َ د ن َ م َ با َ خ د َق َ و ا ط “Onu (nefsini, şirk, küfür ve günahlar ile) alabildiğine örten (hakîkâtleri göremez, işitemez, anlayamaz hâle getiren) ise, elbetde (dünyâda ve âhiretde) ziyana uğramışdır” 3 Âyet -i kerîme’leri, bunun açık bir delîlidir Bu bakımdan nefsimizi, ömrümüz boyunca, her zaman ve her yerde tertemiz yapmak, faydalı, temiz ve güzel olan şey’leri almak, faydasız, pis ve zararlı olan şey’leri terk etmek, yaşayışımızın şiârı olmalıdır Bunun için kara sinek gibi her önümüze gelen şey’e konup ondan i stifâde etmek yerine, bal arısı gibi olup faydalı ve şifâlı şey’ler peşinde koşarak hem kendimizi hem de başkalarını istifâde ettirmenin yollarını aramalıyız İşte, yaratılışın hedefi olan Hakk’a yönelmeyi ve kayıtsız şartsız O’na teslim olmayı kendi hür irâdesi ile arzû eden kardeşlerimize, içinde bulunduğumuz zamânın akla hayâle gelmedik şirk ve küfür şekillerini ( virüslerini) göstermek ve onlardan temizlenip uzak kalma yollarını belirtmek, bu sûretle de kâmil bir îmân ve tevhîd sâhibi olmalarını sağlamak amacı 2 - Şems, 9 3 - Şems, 10 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 11 ile bu küçük kitabcığı hazırlamış bulunuyoruz Gayret ve teblîğ bizden, tevfîk ve hidâyet yalnız ve yalnız Allâhü Teâlâ’dandır ُ لا َ ع َب � تا ِ ن َ م َ ىل َ ع ُ م� � سلا َ و َ ىد “(Dünyâda ve âhiretde) selâm (ve selâmet), doğruya (Hakk’a ve hakîkâte) tâbi’ olanlaradır” 4 Ali Celâleddin Karakılıç 26 -Şevvâl -1417 06 -Mart-1997 Talas    4 - Tâ Hâ Sûresi, Âyet 4 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 12 G i r i ş ve G â y e İnsan oğlunun başına her ne gelmişse, üzerine farz olan dînî hakîkâtlere inanmayışından veyâ onları gereği gibi doğru bir şekilde öğrenip bilmeyişinden gelmişdir Bunun içindir ki kullarının bu hâlini en iyi bir şekilde bilen Allâhü Teâlânın ilk emri olan, َ ل َ خ ي ِ ذ � لا َ ك ِ ب َ ر ِ م سا ِ ب ا َ ر ق ِ ا َ ق ج ن ِ م َ نا َ س ن ِ � ا َ ق َل َ خ ٍ ق َل َ ع ج َ � ا َ ك �ب َ ر َ و ا َ ر ق ِ ا ُ م َ ر ك ِ م َل َ ق لا ِ ب َ م � ل َ ع ي ِ ذ � لا ج ن ِ � ا َ م � ل َ ع َ ل ع َي َ � ا َ م َ نا َ س م “Yaratan Rabb’inin adı ile oku O, insanı bir kan pıhtısından yaratdı Oku, Rabb’in nihâyetsiz kerem sâhibidir Ki kalemle (yazı yazmayı) öğreten O’dur İnsana bilmediğini O öğretdi” 5 âyet-i kerîmeleri ile, erkek ve kadın herkese beşikden mezara kadar, cehâletden kurtulmanın yollarını araması ve bu uğurda çalışması kendisine farz kılınmış; son emri olan, ق� تا َ و ُ و ُ ت �ُ � ِ �ا َ � ِ إ ِ هي ِ ف َ نو ُع َ ج ر ُ ت ام و َي ا ُ ك � � َ و و ُ م َل ظ ُي � م ُ ه َ و ت َب َ س َ ك ا َ م ٍ س ف َن � ل َ ن “Öyle bir günden sakının ki hepiniz o gün Allâh’a döndürüleceksiniz Sonra herkese (hayır ve şerr’den) kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecekdir” 6 âyet-i kerîmesi ile de, ileride karşılaşacağı hesâbın âkıbetini düşünmesi ve Allâh’ın azâbından korkması, kesin bir ifâde ile hatırlatılmışdır 5 - Alâk, 1-5 6 -Bakara, 281 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 13 Ayrıca, عَا ُ و َ � ِ ل ِ ها َ �ا َ ن ِ م َ نو ُ ك َا ن َا ِ �ا ِ ب ُذ “Câhillerden olmakdan Allâh’a sığınırım” 7 âyet -i kerîmesi ile de, câhillerden olmamamız için Allâh’a sığınmamız, O’nun bildirdiği sınırlar dâhilinde dînî ve dünyevî ilimleri öğrenmemiz, bunun netîcesi olarak da ilâhî imtihanı kazanıp O’nun rızâsını elde etmek için gereğini yerine getirmemiz emr edilmişd ir Bu bakımdan ilim güzel bir şey’dir Onunla amel edip onun ışığında takvâya yönelmek ve iyi bir insan olabilmek ise, ondan da güzeldir Yaratılışın gâyesi de bu netîceyi elde etmekdir Bunun içindir ki Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm , Hayber Gazâsı’ında, Hazreti Ali radıye’llâhü anh’ı kumandan olarak ta’yîn etdiği zaman O’na, ِ ه ي َل َ ع ُ ب ِ َ � ا َِ � م ُ ه ِ � خ َا َ و ِ م� س ِ � ا َ � ِ ا م ُ ه ُ ع د ُا م ِ �ا ق َ ح ن ِ م ِ �ا َ و َ ف ِ هي ِ ف َ َ � َ ي ِ د ه َي ن ُ �ا َ ا ن ِ م َ ك َل ٌ ر ي َ خ اد ِ حا َ و � ُ ج َ ر َ ك ِ ب ِ م َ ع�نلا ُ ر ُ � َ ك َل َ ن ُ وك َي ن “(Yâ Ali, önce) onları İslâm Dînî’ne da’vet et ve Allâh’ın hakkı'ndan üzerlerine vâcib olan İslâm Dîni esâslarını haber ver Tek bir kişinin senin irşâdın ile Müslümân olması, (iyi bil ki) sana kızıl develer bahş ed ilmesinden, (senin de onları yoksullara tasadduk etmenden) daha hayırlıdır” 8 7 -Bakara, 67 8 - Sahîhu’l -Buhârî, Bâbu Gazveti Hayber, Cüz’ 5 ss 171 Et -Tâcü’l -Câmiu li’l -Usûl fî Ehâdîs’r -Rasûl s a v C 1 ss 421 Eş -Şeyh Mansûr Ali Nâsıf Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 14 buyurmuş olması, içinde bulunduğumuz şu zaman ve zemin içerisinde, Allâhü Teâlâ’ya yönelip düşünmesini bilen insanlara çok büyük görevler yüklemektedir Bi’l -hâssa, ُ ةا َ ج�نلا ا َ م َف : َ لي ِ ق ِ م ِ ل ظ ُ م لا ِ ل ي � للا ِ ع ط ِ ق َ ك ٌَ � ِ ف ُ نو ُ ك َت َ س ُه � ن ِ إ : َ لا َق ِ �ا َ لو ُ س َ ر ا َي ا َ ه ن ِ م َ م ُ أ َب َن ِ هي ِ ف َ �ا َ ع َ ت ِ �ا ُ با َت ِ ك ن ُ ك َن ي َب ا َ م ُ م ك ُ ح َ و م ُ ك َ د ع َب ن َ م ُ ر َ ب َ خ َ و م ُ ك َل ب َ ق َ و ُ ه َ و م ص َف ٌ ل ذ َ لا ِ ب َ س ي َل ِ ل ن َ م ُ ه َ م َ ص َق ا � � ََ � ُه َ ك َ ر َ ت ُ �ا َ م َ و َ �ا َ ع َ ت ِ ن ِ ه ِ ي َ غ ِ � َ ىد ُ لا َ ىغ َت با ِ �ا ُ ل ب َ ح َ و ُ ه َ و َ �ا َ ع َ ت ُ �ا ُه � ل َ ض َا ُ ون َ و ُ � ِ ت َ م لا ذلا َ و ُ � ِ ب ُ م لا ُه ُ ر ُ طا َ ر صلا َ و ُ مي ِ ك َ �ا ُ ر ك � لا َ و ُ ه َ و ُ مي ِ ق َت س ُ م لا ُ ت � ي ِ ذ ه َ� ا ِ ه ِ ب ُ غي ِ ز َ و َ و ُءا � ع َ ش َت َ ت � ُ ب ُه ن ِ م ُ ع �ب َ ش ُي � َ و ُءا َ ر َ� ا ُه َ ع َ م � ل َ َ � � َ و ُءا َ م َل ُ ع لا ُه َ ي ِ ق ت َ� ا ُءا َ ل ِ م َ ع ن َ م َ و َ ق َب َ س ُه َ م ل ِ ع َ م ِ ل َ ع ن َ م ِ ه ِ ب َ م َ ك َ ح ن َ م َ و َ ر ِ ج ُا ِ ه ِ ب َ ل َ د َ ع َ م َ و ن ٍ ميق َت س ُ م ٍ طا َ ر ِ ص َ � ِ إ َ ي ِ د ُ ه د َ ق َ ف ِ ه ِ ب َ م َ ص َ ع “Muhakkak ki ileride muzlim gece kıt’aları (zifîrî gece karanlıkları) gibi fitneler olacakdır Denildi ki -Yâ Rasûle’llâh, ondan necât (kurtuluş) ne? - Buyurdu ki Allâhü Teâlâ’nın Kitâbı (Kur’ân -ı Kerîm) dir Onda sizden evvelkilerin haberi, sizden sonrakilerin haberi, birbirinizin arasındaki şey’lerin hukmü vardır O bir hezl (boş söz) değil, (hakk ile bâtılı birbirinden ayıran) bir fasıldır O’nu tecebbüren (kibirlenip büyüklenerek) terk edenin Allâh belini kırar Doğru yolu O’nun gayrisinde arayanı, Allâh dalâlete düşürür O, Allâh’ın habl -i metîni (sapa sağlam bir ipi), nûr -i mübîn’i (ap -açık bir nûru) dir Zikr -i hakîm’dir Sırât -ı müstekîm’dir Keyiflerin sapıtmamasına, re’ylerin dağılmamasına yegâne sebeb O’dur Ulemâ’, O’na doymaz Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 15 Etkıyâ’ (Allâh korkusu ile günah işlemekden çekinenler) O’ndan usanmaz O’nun ilmini bilen ileri gider O’nunla amel eden me’cûr olur (sevab kazanır) O’nunla hukm eden adâlet eder O’na sımsıkı sarılan doğru yola hidâyeti bulur” 9 hadîs -i şerîfinin ifâde etdiği fitnelerin, ihtirâs, bid’at, tefrîka, ihtilâf, anarşi, terör, katil, parti taassubu, moda, özgürlük iddiâları, hakk isteme arzûları ve demokratik istekler şeklinde, - insana ümidsizlik, endîşe ve dehşet veren, küçüğünden büyüğüne korku salan, sokaklara döken -, ne olduğu belirsiz şey’lerin, zifîrî karanlıklar gibi başımıza üşüştüğü şu günlerde ve bundan sonra da üşüşmekde devam etmesi kuvvetle muhtemel olan zaman ve zeminlerde, insanı, dünyevî ve uhrevî felâketlere sürükleyeceği, kaçınılmaz bir netîce dir Böyle bir felâket ile karşılaşmamak için, Cenâb -ı Hakk’ın, emir ve nehiy’lerine karşı gelen Hazreti Âdem, Hazreti Havvâ ve İblîs ’e hitâben ifâde buyurduğu, َ ق ُ د َ ع ٍ ض ع َ ب ِ ل م ُ ك ُ ض ع َب ا ُ وط ِ ب ها َ لا � و ج َ � ا ِ � م ُ ك َل َ و ر ِ ض ٌ عا َت َ م َ و � ر َ ق َ ت س ُ م ٍ � ِ ح َ � ِ إ َ هي ِ ف َ و َ ن و َ ي َ � ا َ هي ِ ف لا َق تو َُ � ا ُ و و ُ ج َ ر ُ � ا َ ه ن ِ م َ و َ ن َ ن “(Allâh) dedi ki: Kiminiz kiminize düşman olarak inin Yer (yüzün) de sizin için bir zamâna kadar yerleşip kalmak ve geçinmek (mukadderdir) ” “Dedi ki: Orada yaşayacaksınız Orada öleceksiniz ve yine oradan dirilip çıkarılacaksınız” 10 9 - Ahmed İbn -i Hanbel, Müsned, C 1 ss 9l Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 1 ss 30 Elmalılı H amdi Yazır Dârimî, Sünen, Fedâilü’l -Kur’ân 10 -A’râf, 2 4-25 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 16 اعي ِ َ � ا َ ه ن ِ م ا ُ وط ِ ب ها ا َن ل ُ ق ج �ن َ ي ِ ت ا َي ا � م ِ إ َف ُ ك ٌ ف و َ خ � َف َ يا َ د ُ ه َ ع ِ ب َت ن َ م َف ىد ُ ه � ِ م م �َ و م ِ ه ي َل َ ع ُ ون َ ز َ � م ُ ه َ ن “(Evet, öyle) dedik: Hepiniz oradan inin Sonra size benden bir hidâyetci (rehber bir peygamber) gelir de kim benim o hidâyetimin izince giderse (göndereceğim peygamberlere uyup benim emirlerimi tutar ve yasaklarımdan kaçarsa), artık onlara hiç bir korku (ve tehlike) yokdur Onlar mahzûn da olacak değillerdir” 11 إ َ � ِ ل ِ س ر ُ م ا�ن ُ ك ا � ن ج ح َ ر م َ ة ب َ ر ن ِ م َ ك ط “Biz, Rabb’inden bir rahmet eseri olarak (peygamberler) gönderenleriz” 12 âyet -i kerîmelerinde belirtildiğine göre, sonsuz rahmetinin bir eseri olarak gönderdiği Hazreti Muhammed aleyhi’s- selâm’ ın öğretdiği ve bi’z -zât yaşayarak insanlığa teblîğ etdiği Kur’ân -ı Kerîm’in ve ilâhî hakîkatlerin ışığında, dünyaya gelen her insanın bülûğ çağına erdikden sonra ölünceye kadar ki zaman ve zemin içerisinde kendi hevâ ve hevesine veyâ -başta İblîs olmak üzere - iblis- vârî insanların hevâ ve heveslerine kapılmadan, dalâletden hidâyete, küfür ve şirkden îmâna, bâtıldan hakka yönelip yaratana gönül vermesi, O’na teslîm olup ezeldeki ahdini - Ehl-i sünnet ve cemâat yoluna uyg un- doğru bir şekilde yerine getirmeye gayret sarf etmesi ve َ ا م ُ ك �ي َا م ُ ك َ و ُل ب َي ِ ل َ ةو َي َ �ا َ و َ ت و َ م لا َ ق َل َ خ ي ِ ذ � ل َ ا َ س ح ُ ن � َ م َ ع ط ُ ف َغ لا ُ زي ِ ز َ ع لا َ و ُ ه َ و ُ رو � “O, hanginizin daha güzel amel (ve hareket) de bulunacağını imtihân etmek için ölümü de, dirimi de takdîr 11 -Bakara, 38 Dâ Hâ, 123 12 -Duhân, 5-6 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 17 eden ve yaratandır O, (kendisine isyân edenlerden intikam almakda) Gâlib -i mutlak’dır (Kendisine tevbe ile yönelip emir ve nehiy’lerine teslîm olanlar hakkında da) Gafûr’dur (bağışlayıcıdır) ” 13 َ خ ي ِ ذ � لا َ و ُ ه َ و لا َ ق َل ا َ ك َ و ٍ ما �ي َا ِ ة �ت ِ س ِ � َ ض ر َ� ا َ و ِ تا َ و َ م � س َ ن م ُ ك َ و ُل ب َي ِ ل ِ ءا َ م لا َ ىل َ ع ُه ُ ش ر َ ع ل َ م َ ع ُ ن َ س ح َا م ُ ك �ي َا ط “Hanginizin ameli ( hal ve hareketi) daha güzel olduğu (husûsunda) sizi imtihana çekmek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O’du r (Bundan evvel ise) Arş’ı, su üstünde idi” 14 َ � ا َ ىل َ ع ا َ م ا َن ل َ ع َ ج ا � ن ِ إ ُ ك َ و ُل ب َن ِ ل ا ََ ل ة َني ِ ز ِ ض ر م � َ م َ ع ُ ن َ س ح َا م ُ ه �يَأ "Biz yer yüzünde ne varsa ona bir zînet verdik ki insanları, hangisi daha güzel amel yapacak diye, imtihân edelim" 15 âyet -i kerîmelerinde ifâde buyurulan ilâhî imtihanı kazanmaya çalışması lâzımdır Bunun için bu mühim netîceyi elde etmek niyeti ile gayret sarf eden her insana, Rabb’inin rızâsına nâil olma yollarının gösterilmesi, “T e v h î d” ak îdesinin doğru bir şekilde öğretilmesi, Allâhü Teâlâ’nın mağfiretini ve cennetini kazanma yollarının anlatılması, afvi mümkün olmayan “Şirk” hallerinin îzah edilmesi, ل َ و َ ه ن َي َ و ِ فو ُ ر ع َ م لا ِ ب َ نو ُ ر ُ م أ َي َ و ِ ي َ �ا َ � ِ إ َ نو ُ ع د َي ٌة � م ُا مك ن ِ م ن ُ ك َت ُ ؤا َ و ِ ر َ ك ن ُ م لا ِ ن َ ع َ ن و َ ك ِ ئ َل ُ ح ِ ل ف ُ م لا ُ م ُ ه َ نو 13 -Mü lk, 2 14 -Hûd, 7 15 -Kehf, 7 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 18 “Bir de içinizden öyle bir topluluk (öyle bir teşekkül) olsun ki (onlar herkesi) hayra çağırsınlar (Tevhîd’e, İslâm’a, birlik ve berâberliğe da’vet ederek) iyiliği emr etsinler, kötülükden vaz geçirmeye çalışsınlar İşte (bu vazîfeleri hakkıyle yapanlar) felâha, murâda erenlerin ta kendileridir” 16 âyet -i kerîmesine göre, kaçınılmaz bir görevdir Bu görev, zaman zaman Farz- ı kifâye olarak yerine getirilmişse de zâmanımızda Farz -ı ayın olmuşdur ki âyet -i kerîmenin hukmü de budur Bu görevin en başında “T e v h î d ” inancının ve “Ş i r k” şekillerinin doğru bir şekilde öğrenilmesi, öğretilmesi ve gönüllerde yer etmesi gelmektedir Bu bakımdan insanlığın yaratılış gâyesi olan Yaratanı bilme ve O’na kul olma esâslarının idrâk edilmesine ve menşeinin (kaynağının) bilinmesine yol gösteren ve bizi bu yola yönlendiren, ُ د ُب ع َ ي ِ ل � � ِ إ َ س ن ِ � ا َ و � ن ِ �ا ُ ت ق َل َ خ ا َ م َ و َ نو “Ben cinleri de, insanları da (başka bir hıkmetle değil) ancak bana kulluk etsinler, (benim varlığımı ve birliğimi bilsinler, beni noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak bana kulluk etsinler), diye yaratdım” 17 âyet -i kerîmesinin ışığında, şu hakîkatlere de iyice kulak ve rip gereğini yerine getirmek lâzımdır    16 -Âl -i İmrân, 104 17 -Zâriyâ t, 56 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 19 Allâhü Teâlâ, daha ruhlar âleminde iken Âdem aleyhi’s- selâm ’ın sulbünden kıyâmete kadar gelip geçecek bütün insanları birbirinin sulbünden karınca misâli ( zerre misâli) halk etdikden sonra onlara akıl, hayat ve konuşma kudreti verdi Bundan sonra da Hâlikıyyet’ine (Yaratıcılığına ) ve Rubûbiyyet’ine ( yegâne Rabb ve Ma’bûd olduğuna ) delâlet eden nice delîlleri gösterdikden sonra, َ ذ َ خ َا ذ ِ إ َ و ُ ه َ ت �ي ر ُذ م ِ ه ِ رو ُ ه ُظ ن ِ م َ م َ دآ ِ � َب ن ِ م َ ك �ب َ ر َ ا َ و م ِ ه ِ س ُ ف ن َا َ ىل َ ع م ُ ه َ د َ ه ش م ج ُ ك ب َ ر ِ ب ُ ت س َل َا م ط ُ ولا َق َ ب ا َ ىل ج ِ ه َ ش َ ن د ا ج ُ وق َت ن َا ُ ك ا � ن ِ إ ِ ة َ م َي ِ ق لا َ م و َي ا ُ ول ا َ ذ َ ه ن َ ع ا�ن َ � ِ ل ِ فا َ غ � وَأ لو ُ ق َ ت او ا َبآ َ ك َ ر ش َا ا َ� � ِ إ ُ ؤ �ن ُ ك َ و ُ ل بق ن ِ م ا َن ا ِ ه ِ د ع َب ن ِ م ة �ي ر ُذ م ج َ ف َا ا َِ � ا َن ُ ك ِ ل ه ُ ت ُ ل ِ ط ب ُ م لا َ ل َ ع َ ف َ نو “Hani Rabb’in Âdem oğullarından, onların sırtlarından (sulblerinden) zürriyyetlerini çıkarıp kendilerini kendilerine şâhid tutmuş -Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?- (demişdi) Onlar da - Evet, (Rabb’imizsin), şâhid olduk- demişlerdi ” “(İşte bu şâhidlendirme) Kıyâmet günü -Bizim bundan haberimiz yokdu - dememeniz içindi” “Yâhud -Daha evvel ancak atalarımız (Allâh’a) şirk koşmuşdu Biz de onların ardından (gelen) bir nesiliz, (biz ancak onlara uyduk) Şimdi o bâtılı kuranların işlediği (günahlar) yüzünden bizi helâk eder misin? - dememeniz içindi” 18 âyet -i kerîmesinde ifâde buyurulan süâl ve cevâbı ve kendimizi kendimize şâhid tutma keyfiyyertini dile getirdi Bunun netîcesi olarak da kıyâmet e kadar ne kadar insan gelip 18 -A’râf, 172 -173 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 20 geçecekse hepsi Âdem aleyhi’s-selâm’ ın sulbünden çıkan zürriyyetler hâlinde yazılıp takdîr edildi Bundan sonra da beşerde tenâsül ( birbirinden doğup üreme ) bir kânun oldu 19 Ezeldeki bu şâhidlendirme netîcesinde bütün in sanlar, daha ruhlar âleminde iken, Allâhü Teâlâ’nın varlığını, birliğini ve noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğunu kabûl ve tasdîk edip O’nun terbiye ve emânetini kabul etmiş, buna şâhid olduğunu teahhüd edip kabullenmiş, Rubûbiyyet’ine îmân edip ikrâr etmiş, bu sûretle de ezelî bir ahd ve zimmet altına girmişdir İşte bu mukâvele ve fıtrî mîsâk ( sözleşme ve andlaşma), beşerin din duygusunun mebdei ( ilki), hukûk fikrinin kaynağı, medeniyyet ve toplum anlayışının başlangıcı olmuşdur Bunun için Yevm -i mîsâk’da zuhûr eden ve Ahd -i mîsâk’da bulunan zürriyyetin tamâmı dünyâya gelip bu ahdinde samîmî olup olmadığı husûsunda imtihân olmadıkca kıyâmet vukû’ bulmaz Çünkü Ahd -i mîsâk zamânında samîmî bir şekilde îmân edip mü’min olanlar, bunu kendi rızâ’ ve ihtiyarları ile samîmî ve şuurlu olarak yaptılar Kendi rızâ’ ve ihtiyarları ile samîmî ve şuurlu bir şekilde , îmân etmek istemeyenler de bunu kerhen yaptılar 20 19 -Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir C 4 ss 2329 Elmalıl ı Hamdi Yazır 20 -Hulâsatü'l -Beyân fî Tefsîri'l -Kur'ân, C 5 ss 1801 Mehmed Vehbi Allâhü Teâlâ, ilm -i ezelîsi ile, ahd -i mîsâkda bulunan zürriyyetin tamâmında, kendi fiil ve ihtiyarları ile kimlerin samîmî bir şekilde îmân edeceğini, kimlerin etmeyeceğini gâyet iyi bildiği için, ِ س ن ِ � ا َ و ن ِ �ا َ ن ِ م اي ِ ث َ ك َ م�ن َ ه َِ � ا َن ا َ ر َ ذ د َ ق َل َ و ز ُ ول ُق م َُ ل ا َِ � َ نو ُ ه َ ق ف َي � ٌ ب ز َ نو ُ ر ِ ص ب ُي � ٌُ � ع َا م َُ ل َ و اَِ � ز ا َِ � َ نو ُ ع َ م س َي � ٌ نا َ ذآ م َُ ل َ و ط ُ ؤا ل َب ِ ما َ ع ن َ� ا َ ك َ ك ِ ئ َل � ل َ ض َا م ُ ه ط ا ُ ؤ َ نو ُل ِ فا َغ لا ُ م ُ ه َ ك ِ ئ َل Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 21 İnsanların ve mahlûkâtın açığa vurduklarını da, gizli tuttuklarını da çok iyi bilen Allâhü Teâlâ, bu durumun açıkca ortaya çıkması, herkesin kendi inanış ve ameline bi’z -zât kendisinin şâhid olup Cennet’lik veyâ Cehennem’lik olduğuna "And olsun ki biz ins- ü cinden bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır Onla rın kalbleri vardır, bunlarla idrâk etmezler; gözleri v ardır, bunlarla görmezler; kulakları vardır, bunlarla işitmezler Onlar dört aya klı hayvanlar gibidir Hattâ daha sapıkdırlar Onlar gaflete düşenlerin ta kendile ridir" (A'râf, 179) buy urmuş ve öyle takdîr etmişdir îmân etmeyeceklerin, hayvanlardan da aşağı bir durumda olmaları husûsu ise, üzerinde durulup ıbret alınması gereken bir konudur k i inanmayan insanlar, hayvanların şu özelliklerine bile sâhip değildirler Çünkü hayvan lar, 1-Kendi yaratılışlarına göre, -bir çok âyet -i kerîmede belirtildiği üzere - Cenâb -ı Hakk'ı tesbîh ve tenzîh ederek O'na ibâdet ederler 2-Fıtrat ve yaratılış özelliklerinden dışarı çıkmazlar Ne için yaratılmış iseler o görevi yaparlar 3-Se çebildikleri kadar menfaat ve zarar veren şey'leri s eçerler Menfaat verenleri alırlar, zararlı olanları terk ederler 4- Kendi yaratılış özelliklerini değiştirmek sapıklığına d üşmezler Hak Dîni Kur'ân Dili Türkçe Tefsir, C 4 ss 2336 Elmalılı Hamdi Yazır    Bir Hadîs -i şerîf'de de şöyle buyurulmuşdur: ُ وف ن َ م ٍ س ف َن ن ِ م ا َ م ٍ د َ ح َا ن ِ م م ُ ك ن ِ م ا َ م ة �ي ِ ق َ ش ت َب ِ ت ُ ك د َق � � ِ إ َ و ِ را�نلا َ و ِ ة�ن َ �ا َ ن ِ م ا َ ه ُنا َ ك َ م َ ب ِ ت ُ ك � � ِ إ ٍ ة َ س ة َ دي ِ ع َ س وَأ "Her insanın saâdet ve şekâveti, Cennet'lik ve Cehen nem'lik olduğu, ezelde İlm-i ilâhî' de takdîr edilmişdir" Bu bakımdan, "Teklîf'lerde meşakkat yokdur Herkes, muktezâ -i fıtrat'a nâil ve müyesser oluyor Cenâb -ı Hakk, herkese hayır ve şerden neyi müyesser kıldıysa, o kimse onu kolaylıkla seve seve işliyor" denilmişdir Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarîh Tetrcemesi, C 4 ss 557 (666 nulu Hadîs -i şerîf ve îzâhı) Kâmil Miras َ �ا � ن ِ ك َل َ و ُ ول ُق ِ � ُه َن �ي َ ز َ و َ نا َ� ِ ل ا ُ م ُ ك ي َل ِ إ َ ب �ب َ ح َ و م ُ ك ِ ب َ نا َي ص ِ ع لا َ و َ قو ُ س ُ ف لا َ و َ ر ف ُ ك لا ُ م ُ ك ي َل ِ إ َ ه � ر َ ك ط َ نو ُ د ِ شا � رلا ُ م ُ ه َ ك ِ ئ َلو ُا � "Allâh size îmânı sevdirdi Onu kalblerinizde süsledi Küf rü, fâsıklığı, ısyânı size çirkin gösterdi İşte rüşdünü bulanlar (îmânında sâbit olanlar) da onların ta kendileridir" (Hucurât, 7) âyet -i kerîmesi de, îmân ve küfür yollarından birisinin te cîh edilmesi konusunun, kişinin kendi fiil ve ihtiyârı ile olduğunu açık bi r şekilde ifâde etmektedir Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 22 her hangi bir şekilde bir i’tirâzda bulunmaması için, yerleri gökleri, hayâtı ve ölümü yaratıp imtihana tâbi’ tutdu ki bu da İlâhî hıkmet’in bir gereği idi Bunun için, افي ِ ن َ ح ِ ني دل ِ ل َ ك َ ه ج َ و م ِ ق َا َف ط َ ه ي َل َ ع َ سا�نلا َ ر َط َف ِ � � لا ِ �ا َ ت َ ر ط ِ ف ا ط ِ ق ل َ ِ � َ لي ِ د ب َ ت � ِ �ا ط َ ق لا ُ ني دلا َ ك ِ ل َ ذ ُ م ي ق َ ل َ و ُ م َل ع َي � ِ سا�نلا َ ر َ ث ك َا � ن ِك َ نو “O halde (Habîbim), yüzünü bir Hanîf (Muvahhid) olarak, dîne, Allâh’ın o fıtratına (İslâm fıtratına) çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmışdır Allâh’ın yaratışında (hiç bir) değişme olmaz Bu, dimdik aya kta duran bir dîn’dir Fakat insanların çoğu bilmez” 21 âyet -i kerîmesinde ve اَ م َ لو ُي � � ِ إ ٍ دو ُل و َ م ن ِ م ُ د ِ ه ِ نا َ د و َ ه ُي ُها َ و َب َا َف ِ ة َ ر ط ِ ف لا َ ىل َ ع ِ ه ِ نا َ س ج َُ � وَأ ِ ه ِ نا َ ر ص َن ُي وَأ “Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzer ine dünyâya gelir Sonra anası ile babası onu (Yahûdî ise) Ya hûdî , (Nasrânî ise) Nasrânî , (Mecûsî ise) Mecûsî yapar” 22 hadîs -i şerîfinde belirtildiği üzere, ezeldeki ahdinin gereği olan inanç, duygu ve fıtrata göre dünyâya gelen insanlardan hakîkî ve samîmî îmân ehli olanlar, dünyâ hayâtında da bu ezelî îmânını izhâr edip Rabb’ine yönelerek ve O’na kayıtsız şartsız teslîm olarak bu ilâhî imtihânı kazanmaya muvaffak olurlar Bu bakımdan bunlar için, âyet -i kerîmede, �َ و م ِ ه ي َل َ ع ٌ ف و َ خ � َف َ � م ُ ه ُ ون َ ز َ ن 21 -Rûm, 30 22 -Sahîhu’l -Buhârî, Cüz’ 2 Kitâbü’l -cenâiz ss 120 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi C 4 ss 529 Kâmil Miras Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 23 “Artık onlara hiç bir korku ve tehlike yokdur Onlar mahzûn da olacak değillerdir” 23 buyurulmuşdur Ne mutlu, bu güzel netîceye vâsıl olanlara ve nâil bulunanlara…    Ezelde kerhen îmân edip sözlerinde samîmî olmayanla r da, dünyâ hayâtında bu ezelî îmânı izhâr edip Rabb’lerine yönelemediklerinden ve O’na kayıtsız şartsız teslîm olamadıklarından bu ilâhî imtihânı kaybedip kâfir veyâ münâfık veyâ müşrik olurlar Bu bakımdan bunlar için de âyet -i kerîmede şöyle buyurulmuşd ur: ا ُ ؤ ِ را�نلا ُ با َ ح ص َا َ ك ِ ئ َل ج ُ د ِ لا َ خ ا َ هي ِ ف م ُ ه َ نو “Onlar, ateşin (Cehennem’in) arkadaşlarıdır Onlar, orada bir daha çıkmamak üzere kalıcıdırlar” 24    İşte bu hakîkatlerin gereği olarak her insanın fıtratında ( yaratılışında ), nefsine şuurunun mebdeinde ( başlangıcında), vicdânının derinliklerinde, bir “ H a k k ” duygusu, bir “ Ma’rifetü’llâh : Allâh’ı bilme ve O’na inanma duygusu ” gizlidir Ve yine bu duygunun gereği olarak, başlarının son derece sıkıldığı ızdırâr zamanlarında, en inâd kâfirler bile, derinden derine Yaratana bir ilticâ’ hissi duyarlar Bunun için akıllı bir insana yaraşan, eğriyi, kötüyü, dalâleti, sapıklığı ve gafleti bırakıp doğruya, güzele, ve hidâyete yönelen 23 -Bakara, 38 24 -Bakara, 39 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 24 bir muvahhid, Allâhü Teâlâ’nın varlığına ve birliğine îmân edip O’nu noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılan bir Hanîf olarak İslâm yolunu, sırât-ı müstekîm ’i tutup ömrü boyunca onda sebât etmekdir ki dünyevî ve uhrevî her türlü mutluluk bundadır 25 Bu mutlu son ucu ifâde eden şu âyet -i kerîmenin ışığında, hayâtımıza yön vermek ve Rahmân ve Rahîm olan Allâhü Teâlâ’nın rahmetine kavuşmak, ne güzel bir yaşayış hâlidir َ ت � م ِ ه ِ س ُ ف ن َا َ ىل َ ع او ُف َ ر س َا َ ني ِ ذ � لا َ ي ِ دا َب ِ ع ا َي ل ُق ق ِ �ا ِ ة َ � َ ر ن ِ م او ُط َن ط ِ إ ُ ر ِ ف غ َي َ �ا � ن اعي ِ َ � َ بو ُن � ذلا ط ي ِ ح � رلا ُ رو ُ ف َغ لا َ و ُ ه ُه � ن ِ إ ُ م “(Yâ Muhammed, tarafımdan onlara) de ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden (günahkâr olan) kullarım Allâh’ın rahmetinden ümid kesmeyin (Eğer şirk’den sakınır ve günahlarınıza tevbe ederseniz) Allâh bütün günahlarınızı bağışlar Çünkü O, çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir” 26 İnsanlığın gâyesi olan bu güzel netîceyi elde etmek için, ُ ك َي ِ ت ا َي نَأ ِ ل ب َ ق ن ِ م ُه َل او ُ م ِ ل س َا َ و م ُ ك ب َ ر � ِ إ او ُبي ِ ن َا َ و ُ م ُ با َ ذ َ ع لا و ُ ر َ ص ن ُي � �ُ � َ ن “Size azâb gelib çatmadan Rabb’inize dönün O’na teslim olun Sonra size yardım edilmez” 27 ِ ل ب َ ق ن ِ م م ُ ك ب َ ر ن ِ م م ُ ك ي َل ِ إ َ ل ِ ز ن ُا ا َ م َ ن َ س ح َا او ُ ع ِ ب � تا َ و م ُت ن َا َ و ة َت غ َب ُ با َ ذ َ ع لا ُ م ُ ك َي ِ ت ا َي نَأ َ � ُ ع ش َت ُ ر َ نو 25 - Hanîf , bâtıl olan şey’lerden yüz çevirip Hakk’a yönelmek ma'nâ sınadır ki bu husûsda fazla bilgi için bak: "Bâtıl yollar içinde doğruyu arayanlara Hakk Yol" 2004 Ankara Celâl eddin Karakılıç 26 -Zümer, 53 27 -Zümer, 54 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 25 “Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azâb gelmezden önce Rabb’inizden size indirilenin en güzeli (olan Kur’ân -ı Kerîm’e ve peygamberlerin en hayırlısı olan Hazreti Muammed) e uyun” 28 âyet -i kerîmelerinde belirtilen azâbı ilâhî gelmeden, kuş kafesden uçmadan, imkânlar elden gitmeden, hayât son bulmadan, sonunda da - Eyvâh, aldanmışım- demeden, bütün varlığımızla ve sâhib olduğumuz bütün imkânlarımız ile Rabb’imize yönelip O’na teslim olmalıyız O’nun Peygamberinin ve Kurân’ının gösterdiği yoldan gitmeliyiz ve onların ahlâkı ile ahlâklanmalıyız ؤ ُي � م ُ ه َ ف او ُ ر َ ف َ ك َ نيذ � لا ِ �ا َ د ن ِ ع با َ و � دلا � ر َ ش � ن ِ إ ُ ن ِ م َ نو “Allâh katında, yer yüzünde yürüyen (yaşayan) hayvanların en şerlisi ve en kötüsü, kâfir olanlardır Çünkü onlar, (Allâh’a) îmân etmezler” 29 Âyet -i kerîmesinde ifâde buyurulan şerr sâhibi kötü insanlardan olmamalıyız ِ م� � سلا ِ را َ د َ � ِ إ او ُع د َي ُ �ا َ و ط ُ م ٍ طا َ ر ِ ص َ � ِ إ ُءا َ ش َي ن َ م ي ِ د ه َي َ و س َ ت ٍ مي ِ ق “Allâh selâm yurduna (Cennet’e) çağırır ve O, kimi dilerse onu doğru yola, sırât -ı müstekîm’e iletir” 30 Âyet -i kerîmesinde belirtilen ilâhî da’vete, bütün samîmiyyetimiz ile icâbet edip hayır sâhibi ( mekârim-i ahlâk sâhibi ) insanlardan olmalıyız 28 -Zümer, 55 29 -Enfâl, 55 30 -Yûnüs, 25 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 26 Bunun netîcesi olarak da İslâm’ın îmân, amel, ahlâk ve muâmelât kurallarını, Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm’ ın bi’z -zât yaşayıp gösterdiği, Ashâb -ı Kirâm’ın da O’ndan öğrenip yaşadığı ve bizlere kadar nakl etdiği şekilde öğrenmemiz, öğretmemiz, yaşamamız ve yaşatmaya çalışmamız gerektiğinin en başta gelen görevlerimizden olduğunu idrâk etmeliyiz Ehl- i sünnet ve cemâat yolunu iyi bilmeliyiz Evet bu yolu iyi bilmeliyiz ki yaşamımız boyunca bize zarar verecek, dünyevî ve uhrevî hayâtımızı mutsuzluğa götürecek, akla ve hayâle gelmedik bin bir türlü haşerâtın ( zarar verici hayvanların ve şerr sâhiblerinin ) içerisinde, -kendimize bir zarar verdirmeden - yaşamanın yollarını öğrenip dünyevî ve uhrevî mutlu bir hayâtın yollarına yönelelim Bununla berâber bize düşen görev, kurtuluşa ve sevâba nâil olabilmek için, َ ب لا � � ِ إ ا َن ي َل َ ع ا َ م َ و � ُ � ِ ب ُ م لا ُغ “Bizim üzerimize (düşen vazîfe) ap-açık bir teblîğ’den başka (bir şey’) değildir” 31 ُ � ِ ب ُ م لا ُغ� َب لا َ ك ي َل َ ع ا َ� � ِ إ َف ا و � ل َ و َ ت ن ِ إ َف “Eğer yüz çevirirlerse, artık senin üzerine düşen (vazîfe) ancak apaçık bir teblîğden ibâretdir” 32 âyet -i kerîmelerinde ifâde buyurulan teblîğ görevini, bir nebzecik de olsa, - hem nefsimize, hem de hemcinslerimize karşı - yerine getirmeye çalışmakdır 31 -Yâsîn, 17 32 -Nahl, 82 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 27 İşte bunun içindir ki hem kendi nefsimiz, hem de bütün kardeşlerimiz için en başta öğrenilmesi, öğretilmesi ve hatâ’ edilmemesi gereken “T e v h î d ” ve “Ş i r k” konuları ile ilgili gördüğümüz esâsları ihtivâ’ eden bu kitâbı, -her hangi bir dînî, siyâsî ve ideolojik görüş ve taassublardan tamâmiyle uzak kalarak - hazırlamaya çalıştım Sonsuz ebediyyet diyârına göçmeden şu fânî hayatın imtihân anlarında, kalbini her türlü taassub ve fenâlıklardan tecrîd edip îmân nûru ile aydınlatmaya çalışan muhterem, m ükerrem ve muazzez din kardeşlerimin bu küçük kitâbcıkdan istifâde edeceklerini, gördükleri kusur ve hatâları -aczimize atfederek - bize bildirmek lûtfunda bulunacaklarını ümid ederim Tevhîd ve Şirk’ i iyi anlayıp Hakk’a yönelmeye, O’na kayıtsız şartsız teslîm olmaya, O’nun emir ve nehiy’lerini gereği gibi yerine getirmeye gayret sarf eden kardeşlerime, Allâhü Teâlâ’dan hidâyet, rahmet, mağfiret ve nusrat niyaz ederim Tevfîk ve hidâyet, yalnız ve yalnız Allâhü Teâlâ’dandır    Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 28    ُ ك ِ ر ش ُ م م ُ ه َ و � � ِ إ ِ �ا ِ ب م ُ ه ُ ر َ ث ك َا ُ ن ِ م ؤ ُي ا َ م َ و َ نو "Onların çoğu Allâh'a ortak tutmaksızın îmân etmezler" 33    Her hamd- ü senâ, bütün âlemlerin Rabbi, Rahmân ve Rahîm, Dîn Günü'nün sâhibi olan Allâh'adır Yâ Rab b, biz yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz Bizleri doğru yola hidâyet eyle O kendilerine ni'met verdiğin - peygamberler, sıdîkler, şehîdler ve sâlihler - yoluna ilet Gazâba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil" Âmin    33 -Yûsüf ذ106 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 29 ِ ب س ِ ن َ � � رلا ِ �ا ِ م ِ مي ِ ح � رلا Bi’smi’llâhi’r -Rahmâni’r -Rahîm T e v h î d ( ُ دي ِ ح و � تل َا ) Lügatde, bir şey’i bir etme, bir kılma, bir -leştirme, bir -leme, yalnız etme ve bir şey’in bir olduğuna inanma ma’nâlarınadır İstılâhda ise, Allâhü Teâlâ’nın var ve bir olduğuna -O’na her hangi bir şey’i eş ve ortak koşmaksızın - şeksiz ve şübhes iz inanmakdır Bu esâsa göre Allâhü Teâlâ ( Bir’dir) demek - gerek zâtı, gerek sıfâtı, gerek ef’âli ve gerekse esmâ’sı, hangi şekilde mülâhaza edilirse edilsin, hep bir’dir Hiç bir şekilde şerîki ( ortağı, benzeri, eşi ) olmayan bir tek hakîkatdir Onun için ilâh’lık ( tanrı’lık), ancak O’na mahsûsdur - demekdir Diğer bir deyimle, Allâhü Teâlâ’nın vâhid -i hakîkî olduğuna inanmak ve O’nu şerîk ve nazîr’den ( ortağı ve benzeri olmakdan ) uzak kılarak noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna ve kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğuna îmân etmekdir ki İslâm’ın temeli ve esâsı olan “Kelime-i Tevhîd” bunu ifâde eder Bu bakımdan îmân’ın birinci ruknü ( farzı), “Lâ ilâhe ille’llâh ( َ لإ � َ ه إ � � �ا ) : Allâh’dan başka hiç bir ilâh, -hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd - yokdur, ancak O vardır ” cümlesidir ki bu Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 30 mübârek söze “Kelime-i Tevhîd”, bunu söylemeye de “Tehlîl” denir Îmân’ın ikinci rüknü ( farzı) ise, “Muhammedü’r - Rasûlü’llâh ( َ ُ � و ُ س َ ر ٌ د � م �ا ُ ل ) : Muhammed - aleyhi’s-selâm - Allâh’ın Rasûlü (Peygamberi) dir” cümlesidir ki hakîkî bir îmân, bu iki cümle ( bu iki rükün) ile tamam olur Böyle bir îmân sâhibi olan bir Müslümân, bunların ifâde etdiği ma’nâları, -eksiksiz ve hatâsız olarak - kalbi ile tasdîk ve ta’zîm eder Dili ile de ikrâr edip (senâ’ edip ) söyler Allâhü Teâlâ’dan başka hiç bir şey’e değer ve kıymet vermez ve onların peşinden gitmez Sevdiğini Allâh için sever Yerdiğini de yine Allâh için yerer Her şey’i, O’nun rızâsını, sevgi ve muhabbetini kazanmak için yapar Korkusu da, bunları kaybetmek endîşesi olur Sûre -i Kevser’de, Allâhü Teâlâ tarafından, dünyânın ve âhiretin bütün ni’metlerini ifâde eden “Kevser” in ( ya’nî Hayr -i kesîr’in ), Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm’ a ve O’nun şahsında bütün ümmetlerine verildiğinin ifâde buyurulması, buna karşılık Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm’ ın ve ümmetlerinin, bu ni’metleri veren Allâhü Teâlâ’ya şukr ve teşekkürde bulunmasının istenmesi de böyle bir îmân’ın hakîkatlerini ifâde eder ki, َ نا َ و َ ك ب َ ر ِ ل ل َ ص َف ر “O halde Rabb’in için namaz kıl, kurban kes” âyet -i kerîmesi, َ نا َ و َ ك ب َ ر ِ ل ر ُ ك شا َف ر Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 31 “O halde Rabb’in için ş ukr et, kurban kes” diye tefsir edildiğinden Allâhü Teâlâ’ya karşı yapılacak şükr ve teşekkür, ancak O’nun varlığını, birliğini ve noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğunu kabul edip O’na kalb ile ta’zîm, dil ile senâ’, beden ile ve mal ile ibâdet etmek sûretiyle olur Bu üç ana esâs ise, murâd -ı ilâhî’ye uygun hakîkî bir îmân’ın şartlarını ve gere ğini ifâde eder İşte böyle bir îmâna sâhib olan ve bu îmânın gerektirdiği bütün dînî görevleri hakkıyle yapmaya çalışan bir kimseye, “Mü’min” ve “Müslümân” denir Böyle bir kimse, gerek inanç yönünden, gerekse amel, ahlâk ve muâmelât yönünden, İslâm dışı her hangi bir şey’e, kalbinde en ufak bir yer vermediği gibi, onlara meyl ve iltifat da etmez Çünkü böyle bir davranışın, îmânına ve ameline zarar vereceğini bilir Şu halde bütün samîmiyyeti ile, ُ س َ ر ٌ د � م َُ � ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � ُ لو ِ �ا “Lâ ilâhe ille’llâh, Muhammedü’r -Rasûlü’llâh : Allâh’dan başka hiç bir ilâh -hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd - yokdur, ancak O vardır; Muhammed - aleyhi’s-selâm - O’nun Rasûl’üdür ” diyen bir kimse, Allâhü Teâlâ’nın varlığına, birliğine ve noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğuna, Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm’ ın O’nun Rasûl’ü olduğuna, hakkıyle îmân etmiş ve İslâm’ın -gerek inanç yönünden gerekse amel, ahlâk ve muâmelât yönünden - bütün gerçeklerini kabûl etmiş olur Bunun netîcesinde de Rabb’ine Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 32 yönelip O’nun himâyesine giren ve O’na teslim olan iyi bir kul olur Bu bakımdan -her iki ruknü birden kasd ederek - böyle bir anlayış ve teslîmiyyet ile Rabb’ine yönelip “Lâ ilâhe İlle’llâh” diyen bir kimse, ne kada r günahkâr olursa olsun -günahlarının cezâsını çekdikden sonra - Cehennem’den çıkar ve ebedî olarak Cehennem’de kalmaz Çünkü Enes radıye’llâhü anh’den rivâyet edilen bir hadîs -i şerîfde, şöyle buyurulmuşdur: � � ِ إ َه َل ِ إ � َ لا َق ن َ م ِ را�نلا َ ن ِ م ُ ج ُ ر َ � ِ ه ِ ب ل َ ق ِ � َ و ُ �ا ٍ ي َ خ ن ِ م ٍ ة َ ي ِ ع َ ش ُ ن ز َ و َ و َ � ٍ ي َ خ ن ِ م ٍ ة � ر ُب ُ ن ز َ و ِ ه ِ ب ل َ ق ِ � َ و ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � َ لا َق ن َ م ِ را�نلا َ ن ِ م ُ ج ُ ر َ و ِ ه ِ بل َق ِ � َ و ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � َ لا َق ن َ م ِ را�نلا َ ن ِ م ُ ج ُ ر َ � ٍ ي َ خ ن ِ م ٍ ة � ر َذ ُ ن ز َ و “-Lâ ilâhe ille’llâh - deyib de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır (îmân) bulunan kimse, Cehennem’den çıkar” “-Lâ ilâhe ille’llâh - deyib de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayır (îmân) bulunan kimse, Cehennem’den çıkar” “-Lâ ilâhe ille’llâh - deyib de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır (îmân) bulunan kimse, Cehennem’den çıkar” 34 Burada dikkât edilmesi ve iyi anlaşılması lâzım gelen en mühim iki nokta vardır ki bunları hiç bir zaman hatırdan çıkarmamak lâzımdır Çünkü “Tevhîd” ve “Tenzîh” i ifâde eden bu iki ana esâs bir arada bulunmazsa “Tevhîd” tam olmaz Bunlardan birincisi olan “Tevhîd”, 34 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’l -îmân, C 1 ss 18 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrî d-i Sarih Tercemesi, C 1 ss 52 (41 nolu hadîs -i şerîf) Ahmed Naim Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 33 “Lâ ilâhe ille’llâh”, ( ُ�ا � � ِ إ َه َل ِ إ َ� ) cümlesi ( ya’nî ruknü ) dir ki bu cümle ancak, “Muhammedü’r -Rasûlü’llâh”, ( ِ �ا ُ ل ُ وس َ ر ٌ د � م َُ � ) cümlesi ( ya’nî ruknü ) ile tamam olur Bu bakımdan “Lâ ilâhe ille’llâh”, cümlesi, her iki cümlenin ( her iki ruknün) ikisine birden alem gibi ( has isim gibi ) olduğundan her iki cümleyi birlikde ifâde eder Bunun için hadîs -i şerîfde birinci ruknün ( birinci cümlenin ) söylenmesi ile iktifâ’ edilmişdir Zîrâ Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm ’ın Risâlet’ini kabûl edip tasdîk etmeden Cehennem’den necât ( kurtuluş) olamıyacağı hakkında - gerek âyet -i kerîmelerde, gerekse hadîs -i şerîflerde - bir çok kat’î nass ( kat’î huküm ) vardır 35 İkincisi olan “Tenzîh” ise, varlığını ve birliğini kabûl ve tasdîk etmiş olduğumuz Allâhü Teâlâ’yı, noksan sıfatlardan münezzeh ( uzak) kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılmakdır Bu esâsı da, kalbimizde iyice yerleştirip kabûl etmezsek, yine “Tevhîd” tam olmuş olmaz Tevhîd tam olmayınca da, nass karşısında veyâ emr -i ilâhî karşısında kendi aklına göre re’y ve kıyâs’da bulunarak isyân eden “İblîs” gibi hareket etmiş olacağımızdan gizli veyâ açık bir şirk içine düşmüş oluruz Böyle bir hâlin netîcesi de -İblîs gibi - ebedî bir azâb ve lânete uğramakdır ki Cenâb -ı Hakk, böyle bir hâle düşmekden bizleri muhâfaza buyursun Âmîn 35 -Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 1 ss 52 Ahmed Naim Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 34 Bu bakımdan Allâhü Teâlâ’yı tesbîh ve tenzîh ederek O’nun emir ve yasaklarına tam bir teslîmiyyet ile teslîm olmak, O’nun her emrinin ve nehyinin mutlakâ doğru olduğuna, her zaman ve her yerde geçerli bulunduğuna inanmak, -İslâmî hukümler zamânın îcâblarına cevâb vermez, onların tatbîkâtı bu zamanda mü mkün değildir, bu hukümler şöyle şöyle olsa daha iyi olurdu - gibi bir takım aldatıcı fikir ve düşüncelere kapılarak İslâmî esâslar dışındaki fikir, sistem, düzen ve görüşleri benimseyip onların peşinden koşmamak, kendi hevâ ve hevesine veyâ başkalarının hevâ ve hevesine uyarak -nass karşısında veyâ emr- i ilâhî karşısında kendi aklına göre re’y ve kıyâs’da bulunarak isyân eden, bunun netîcesi olarak da ebedî bir azâb ve lânete dûçar olan İblîs gibi - te’vîl ve tefsîr’de, re’y ve kıyâs’da bulunmamak, bu sûretle de bilerek veyâ bilmeyerek bir isyân içine girmemek, gizli veyâ açık bir şirk içine düşmemek lâzımdır Çünkü bütün yaratılmışların en efdali, en üstünü, en mükerremi, en muazzezi ve en muhteremi olan insanın, -gerek Yaratan’a karşı ve gerekse yaratılmışlara karşı - şerefini ve üstünlüğünü koruyup dünyevî ve uhrevî mutluluğa nâil olması, ancak böyle bir tevhîd, böyle bir teslîmiyyet, böyle bir ihlâs ve böyle bir takvâ ile mümkündür Bunun için ehl -i şirk olan bir kimse, böyle bir anlayış ve inanış ile “Lâ ilâhe ille’llâh” derse, onun Müslümân olduğuna hukm olunur ve o kimse Müslümân’dır, denilir Ölünceye kadar da bu hâl üzere Müslümân olarak yaşarsa, Cennet’e girer Tevhîd -i Bârî’yi -ya’nî yaratıcı hakkındaki Tevhîd’i -, bu sûretle kabul ve tasdîk eden bir kimse, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın nübüvvetini ( peygamberliğini) inkâr ederse veyâ -Hazreti muhammed aleyh’s-selâm yalnız Arab kavmine Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 35 ( Arab topluluğuna ) peygamber gönderilmiş, başka toplumlara peygamber gönderilmemiş - gibi bir fikre sâh ib olursa, onun yalnız “Lâ ilâhe ille’llâh” demesi ile Müslümân olduğuna hukm edilemez ve o kimse Müslümân’dır, denilemez Bunun için “Muhammedü’r -Rasûlü’llâh” şehâdet cümlesini de, şeksiz şübhesiz kabûl etdiğini ve buna inandığını da söylemesi lâzımdır Hattâ Cumhûru’l -ulemâ’, ِ �ا ُ لو ُ س َ ر ٌ د � م َُ � ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � “Lâ ilâhe ille’llâh, Muhammedü’r -Rasûlü’llâh” Kelime- i Tevhîd’indeki iki şehâdet cümlesini kabûl edip söyleyen bir Müslümân’ın, -İslâm Dîni’nden başka bütün dinleri ( fikir, sistem ve düzenleri ) terk etdim ve onlardan uzaklaştım - demesini de şart koşmuşlardır Bununla berâber Kelime- i Tevhîd’i, bütün özellikleri ile kabûl edip inandığını söyleyen bir Müslümân’ın, her hangi bir nedenle İslâmî hukümleri yerine getiremeden ölmesi hâlinde, cezâsını çekdikden sonra Cehennem’den çıkıp Cennet’e dâhil olacağını da ifâde etmişlerdir 36 Çünkü Allâhü Teâlâ, kendisine şirk ( eş) koşanların şirklerinin cezâsını aslâ afv etmiyeceğini, fakat şirkden ve küfürden başka, tevbe edip samîmiyyetle kendisine yönelmesi hâlinde, küçük ve büyük günahları -dilediği kulları için - afv ve mağfiret edeceğini, muhtelif âyet -i kerîmelerde beyân edip açıklamışdır 36 -Umdetü’l -Kârî, C 4 ss 3 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 4 ss 267 Kâmil Mir as Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 36 إ َ �ا � ن ا َ م ُ ر ِ ف غ َي َ و ِ ه ِ ب َ ك َ ر ش ُي نَأ ُ ر ِ ف غ َي � و ُ د َ م ِ ل َ ك ِ ل َ ذ َ ن ن َ ش َي ُ ءا ج ِ �ا ِ ب ك ِ ر ش ُي ن َ م َ و ِ د َ ق َ ف امي ِ ظ َ ع ا � ِ ا ى َ ر َ ت فا “Muhakkak ki Allâhü Teâlâ, kendisine şirk (ortak, eş) koşulmasını aslâ mağfiret etmez (bağışlamaz) Bundan başkasını ( şirkden başka olan günahları ), dilediği kimseler için ( kendisinde hayır gördüğü kimseler için ) mağfiret eder ( bağışlar ) Kim Allâh’a şirk koşarsa, muhakkak çok büyük bir günah ile iftirâ’ etmiş olur” 37 Âyet -i kerîmesinde ifâde buyurulduğuna göre, Cenâb -ı Hakk, menhiyyâtı ( dînen yapılması yasak olan şey’leri ) iki kısma ayırmışdır ki bunlardan birincisi olan şirk’in afv olunmasının aslâ mümkün olamıyacağı husûsu; diğeri de şirk’den başka olan büyük ve küçük bütün günahların -ister tevbeli, ister tevbesiz olsun- afvinin mümkün olabileceği husûsudur Bunun için bir ç ok ilim ehli, “Bu âyet-i kerîme, tevbeye mukârin olmayan günah -ı kebîre’nin afvinin câiz olabileceğine delâlet eder Çünkü Allâhü Teâlâ, şirk’den başka günahları, -dilerse- mağfiret edeceğini beyân ederken bunu tevbe ile kayıtlandırmamışdır” derler Bununla berâber mutlakâ afv etmek, Allâhü Teâlâ’ya vâcib değildir Bu husûs, Allâhü Teâlâ’nın meşiyyet’ine ( irâdesine) kalmışdır Cenâb -ı Hakk, isterse kulun günâhını afv eder ve doğru Cennet’e kor İsterse afv etmez, günâhı miktârı Cehennem’de azâb etdikd en sonra Cennet’e idhâl eder Bunun hıkmeti de, her halde bizim bilemediğimiz ve göremediğimiz bir hayrı, Cenâb -ı Hakk’ın, o 37 -Nisâ’, 48 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 37 kulunda görmesi veyâ görmemesi vasfına bağlı olsa gerekdir Allâhü a’lem 38 Bütün bunlar, "Kelime-i Tevhîd" in her şartını ve her vasfını, şeksiz ve şübhesiz kabûl edip sahih bir îmân ile âhirete intikâl eden bir kimsenin, uhrevî mükâfâtının Cennet’e girmekden ibâret olduğunu ifâde etmekde ve tepeden tırnağa günâhına rağmen zerre miktârı bir îmân’ı da olsa, cezâsını çekdikden sonra Cehennem’den çıkıp Cennet’e gireceğini beyân etmektedir Son nefesinde - Tevhîd’in her iki rüknünü kasd ederek - son sözü “Lâ ilâhe ille’llâh” demek olan mü’min’in hâli hakkındaki şu hadîs -i şerîfler de, bu hakîkati açık bir şekilde belirtmektedi r ن ِ م ٍ تآ ِ �ا َت َا َ م � ل َ س َ و ِ ه ي َل َ ع ُ �ا � ىل َ ص ِ �ا ُ لو ُ س َ ر َ لا َق َ لا َق ُه ن َ ع ُ �ا َ ي ِ ض َ ر � ر َذ ِ � َا ن َ ع � َ ر ِ � َ ر َ ب خ َا َف َة�ن َ �ا َ ل َ خ َ د ائ ي َ ش ِ �ا ِ ب ُ ك ِ ر ش ُي � ِ � � م ُا ن ِ م َ تا َ م ن َ م ُه � نَأ ِ � َ ر � ش َب َ لا َق وَأ َ ز ن ِ إ َ و ُ ت ل ُ ق َ لا َق َ ق َ ر َ س ن ِ إ َ و َ� َ و َ� َ ز ن ِ إ َ و ِ إ َ ر َ س ن َ ق Ebû Zerr -i Gıfârî radıye’llâhü anh, Rasûlü’llâh salle’llâhü aleyhi ve sellem, “Bana Rabb’im tarafından (sefâretle ) gelen Cibrîl, ümmetimden her kim Allâhü Teâlâ’ya hiç bir şey’i -ulûhiyyet’de ve havass- ı rubûbiyyet’de (tanrılıkda ve tanrılık vasıflarında) - ortak tanımıyarak ölürse, o kimse Cennet’e girer, diye haber verdi, buyurdu 38 -Hulâsatü’l -Beyân fî Tefsîr’l -Kur’ân, C 3 ss 942 Mehmed Vehbi Sahîh -i Müslim Terceme ve Şerhi, C 1 ss 389 Ahmed Davudoğlu Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 38 Ben de - Yâ Rasûle’llâh - o adam zinâ etdiği ve sirkat eylediği (hırsızlık etdiği) halde (yine Cennet’e girer) mi? diye sordum Rasûl -i ekrem de, (Evet) zinâ etdiği ve sirkat eylediği halde de (Cennet’e girer), diye cevâb verdi” 39 Bu hadîs -i şerîfin, Buhârî’de, Ebû Zerr -i Gıfârî radıye’llâhü anh’ den rivâyet edilen iki rivâyet şekli daha vardır ki Allâhü Teâlâ’ya, hiç bir şekilde şirk koşmadan ölen bir kimsenin Cennet’e gireceğini daha açık bir şekilde ifâde etmektedir � ِ ب�نلا َ لا َق َ ر � ش َب َ ف ُ لي ِ � ِ ج ِ �ا َتآ َ م � ل َ س َ و ِ ه ي َل َ ع ُ �ا � ىل َ ص َأ ِ � ِ �ا ِ ب ُ ك ِ ر ش ُي � َ تا َ م ن َ م ُه � ن َ ش َ ز ن ِ إ َ و َ ق َ ر َ س ن ِ إ َ و َ لا َق َ� َ ز ن ِ إ َ و َ ق َ ر َ س ن ِ إ َ و ُ ت ل ُ ق َة�ن َ �ا َ ل َ خ َ د ائ ي َ� “Rasûl -i ekrem salle’llâhü aleyhi ve sellem, Bana Cibrîl geldi ve müjde verdi ki, her kim Allâh’a şirk etmeden ölürse, Cennet’e dâhil olur Cibrîl’e -Sirkat etse de, zinâ etse de mi? - dedim (Evet) sirkat etse de, zinâ etse de, diye cevâb verdi, buyurdu” 40 ُ وب َا َ لا َق ُ �ا َ ي ِ ض َ ر ٍ ر َ ذ ِ ه ي َل َ ع َ و َ م � ل َ س َ و ِ ه ي َل َ ع ُ �ا � ىل َ ص �ِ ب�نلا ُ ت ي َ ت َا ُه ن َ ع ُ ض َي ب َا ٌ ب و َث ٌ م ِ ئا َن َ و ُ ه َ و ُ ه ُت ي َ ت َا �ُ � ِ د َق َ و ا ا َ م َ لا َ ق َ ف َ ظ َ ق ي َ ت س ِ م َ ىل َ ع َ تا َ م �ُ � ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � َ لا َق ٍ د ب َ ع ن َ و ُ ت ل ُ ق َ ف َة�ن َ �ا َ ل َ خ َ د � � ِ إ َ ك ِ ل َ ذ ل ُ ق َ ق َ ر َ س ن ِ إ َ و َ� َ ز ن ِ إ َ و َ لا َق َ ق َ ر َ س ن ِ إ َ و َ� َ ز ن ِ إ ُ ت َ ق َ ق َ ر َ س ن ِ إ َ و َ� َ ز ن ِ إو ن ِ إ َ و َ� َ ز ن ِ إ َ و َ لا َ ق َ ر َ س َ� َ ز ن ِ إ َ و َ لا َق َ ق َ ر َ س ن ِ إ َ و َ� َ ز ن ِ إ َ و ُ ت ل ُ ق 39 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’l -cenâiz, Cüz’ 2 ss 85 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 4 ss 263 (617 nolu hadîs -i şerîf) Kâmil Miras 40 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’t -Tevhîd, Cüz’ 9 ss 174 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 39 َ ىل َ ع َ ق َ ر َ س ن ِ إ َ و ِ � َا ِ ف ن َا ِ م غ َ ر � ر َ ذ َ و َ ك ب َا َ نا ُ و ُ ف ن َا َ م ِ غ َ ر ن ِ إ َ و َ لا َق ا َ ذ َِ � َ ث � د َ ح ا َ ذ ِ إ � ر َ ذ � ر َ ذ ِ � َا ) “Ebû Zerr -i Gıfârî radıye’llâhü anh, -Bir kere Nebî sall’llâhü aleyhi ve sellem’i ziyârete varmışdım Kendisini beyaz bir elbîse içinde uyur buldum Bir müddet sonra geldim Bu def’a uyanmışlardı Rasûl-i ekrem buyurdu ki, - (Tevhîd’in her iki ruknünü kasd ederek), hiç bir kul yokdur ki (Lâ ilâhe ille’llâh ) desin, sonra bu tevhîd akîdesi üzerine ölsün de Cennet’e girmesin, muhakkak Cennet’e girer, buyurdu Ben, - Zinâ etse de, sirkat etse de mi? diye sordum Rasûl-i ekrem -Zinâ etse de, sirkat etse de girer, buyurdu Ben tekrar, - Zinâ etse d e, sirkat etse de girer mi? diye sordum Rasûl-i ekrem, -(Evet) zinâ etse de, sirkat etse de girer, buyurdu Ben tekrar, - (Yâ Rasûle’llâh), zinâ etse de, sirkat etse de mi? dedim Rasûl -i ekrem, -(Evet), Ebû Zerr’in horluğuna, hakirliğine rağmen o kul zinâ etse de, sirkat etse de muhakkak Cennet’e girer, diye cevâb verdi Ebû Zerr’in burnu kırılsa da, izzet ve gurûru ezilse de (horlansa da), Rasûl-i ekrem böyle isrâr ile tebşîr buyurdu, demişdir” 41 41 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’l -libâs, Cüz’ 7 ss 192 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi,C 4 ss 268 Kâmil Miras Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 40 İmâm Buhârî rahmetü’llâhi aleyh, Rasûlü’llâh salle’llâhü aleyhi ve sellem’ in , uyku hâlinde iken, Cibrîl aleyhi’s-selâm ile rü’yâ’ -i sâdıka hâlinde vukû’ bulan bu telâkî ve tebşîri, bu suâl ve cevâbı, ihtivâ eden bu hadîs -i şerîfi, rivâyet etdikden sonra kendi i çtihâdını bildirerek şöyle diyor: بَا َ لا َق ُ و َ لا َق َ و َ م ِ د َن َ و َ با َت ا َ ذ ِ إ ُه َل ب َ ق وَأ ِ ت و َ م لا َ د ن ِ ع ا َ ذ َ ه ِ �ا ِ د ب َ ع َ ر ِ ف ُ غ ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ ا � َ ل ُ ه “-Lâ ilâhe ille’llâh - diyen bir kimse, bu Kelime- i Tevhîd’i, ister ölürken söylemiş ols un -"îmân -ı ye’s" hâli hâriç -; ister daha evvel söylemiş ve bu tevhîd akîdesi üzerine devam etmiş olsun, müsâvîdir Böyle bir mü’min’in günahlarından tevbe ve nedâmet edib de -Lâ ilâhe ille’llâh - demesi, kendisi için mağfiret vesîlesi olur” 42 Bu ba kımdan bu hadîs -i şerîf, -" Büyük günah işleyenlerin Cehennem’lik oldukları kestirilemez Cehennem’e girseler bile cezâlarını çekdikden sonra oradan çıkarılarak, ebedî kalmak üzere, Cennet’e girerler” - diyen Ehl- i Sünnet’e, delîl olmuşdur 43 Bununla b erâber Ebû Zerr radıye’llâhü anh’ın, bu ilâhî mağfiretin , erinde gecinde vukû’ bulması hakkındaki tereddüd ve süâli, şu hadîs -i şerîfin ifâde etdiği menfî hukmün, zihnini durmadan meşkul etmesindendir َ ة َ ر ي َ ر ُ ه ِ � َا ن َ ع �نلا � نَأ ُه ن َ ع ُ �ا َ ي ِ ض َ ر � ِ ب � ىل َ ص ُ �ا � زلا ِ � ز َي � َ لا َق َ م � ل َ س َ و ِ ه ي َل َ ع ِ �ا ُ م َ و ُ ه َ و ِ � ز َي َ � ِ ح ؤ َ �ا ُ ب َ ر ش َي � َ و ٌ ن ِ م م َ ر ُ م َ و ُ ه َ و ا َ ه ُب َ ر ش َي َ � ِ ح ؤ ُ ق ِ را َ سلا ُ ق ِ ر س َي � َ و ٌ ن ِ م ُ م َ و ُ ه َ و ُ ق ِ ر س َي َ � ِ ح ؤ ِ م ٌ ن 42 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’l -libâs, Cüz’ 7 ss 192 43 -Sahîh -i Müslim Terceme ve Şerhi, C 1 ss 392 Ahmed Davudoğlu Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 41 “Ebû Hurayra radıye’llâhü anh’ den rivâyete göre, Nebî salle’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşdur: Zinâkâr (mü’min) kişi, zinâ etdiği sıra (tam ve kâmil bir) mü’min olduğu halde zinâ etmez Hırsız da sirkat etdiği sıra (kâmil bir) mü’min olduğu halde sirkat edemez İçki içen de içki içtiği zamanda (kâmil bir) mü’min olarak içki içemez” 44 ن َي � َ و َ ت ِ هي َل ِ إ ُ سا�نلا ُ ع َف ر َي ٍ ف َ ر َ ش َ تا َ ذ ة َب ه ُن ُ ب ِ ه َ و ُ ه َ و ا َ ه ُ ب ِ ه َت ن َي َ � ِ ح ا َ هي ِ ف م ُ ه َ را َ ص ب َا ُ م ؤ ِ م ٌ ن “Halkın gözü önünde yağmacılık eden yüksek mevki’ sâhibi (zâlim kişi), yağmacılık etdiği zaman mü’min olarak çapulculuk edemez” 45 Bir birine zıt gibi görünen bu iki hadîs -i şerîf’in arasını te’lîf etmek güç gibi görülürse de -Ehl- i sünnet ve cemâat ulemâ’sına göre - birinci hadîs -i şerîf ile îmân’ın esâsı kasd edilmiş, iki nci hâdîs -i şerîf ile de îmân’ın kemâlinin ortadan kaldırılmış olacağı belirtilmişdir 46 Aynı zamanda zinâ ile Allâh’ın hakkına, hırsızlık ile de kulların hakkına, veyâ zinâ evli bir kadınla olursa hem Allâh hakkına, hem de kul hakkı olan kocanın hakkına işâret edilmişdir ki afv edilmek sûretiyle veyâ cezâsını çekdikden sonra Cennet’e girer, demekdir 47 44 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’l -eşribe, Cüz’ 7 ss 135 -136 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 12 ss 40 45 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’l -Hudûd, Cüz’ 6 ss 196 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 12 ss 41 (1890 nolu hadîs -i şerîf) Kâmil Miras 46 -Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 4 ss 269 Kâmil Miras 47 -Sahîh -i Müslim Terceme ve Şerhi, C 1 ss 391 Ahmed Davudoğlu Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 42 Bunun için diğer bir hadîs -i şerîfde de -buna işâretle - şöyle buyurulmuşdur: ِ م ا َ م ِ �ا َ و ٍ د � م َُ � َة � م ُا ا َب ن ِ �ا َ ن ِ م ُ ر َ ي غ َا ٍ د َ ح َا َ ت َ م َا ِ � ز َ ت وَأ ُه َ د ب َ ع ِ � ز َي نَأ ُه “Ey ümmet -i Muhammed, Allâhâ kasem olsun ki kulunun veyâ câriyesinin zinâ edişinden dolayı Allâhü Teâlâ kadar kıskanç bir kimse yokdur” 48 Buradaki kıskançlık ile terceme edilen (Gayret) den murad, l âzım -ı gayretdir, ( ya’nî azîz ve kutsal olan bir şey’e tecâvüz edildiğini görmekden doğan ve vaz geçilmesi mümkün olmayan asil ve temiz bir duygudur ) Bunun için ailesini, nâmûsunu kıskanan bir kimse, ona tecâvüz edenin cezâsını nasıl bir tertîb üzere vermeye çalışırsa, Allâhü Teâlâ da muharremâtı ( dînen haram ve yasak olan şey’leri ) yapanlara, ukûbet-i şedîde ( şiddetli azâb ve cezâ’ ) hazırlamışdır Nitekim Sahîhayn ve Tirmizî’de rivâyet edilen bir hadîs -i şerîfde şöyle buyurulmuşdur: َ ي غ َا ٌ د َ ح َا � َ ط َب ا َ م َ و ا َ ه ن ِ م َ ر َ ه َظ ا َ م َ ش ِ حا َ و َ ف لا َ م � ر َ ح َ ك ِ ل َ ذ ِ ل َ و ِ �ا َ ن ِ م َ ر َ ن “Allâhü Teâlâ Hazretleri’nden daha kıskanç bir kimse yokdur Açık ve gizli fevâhişi, (fuhşiyyât, kötü söz ve kötü işden ibâret olan çirkin huyları), haram buyurması da işt e bundandır” 49 48 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’n -nikâh, Cüz’ 7 ss 45 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd - Sarih Tecemesi, C 3 ss 329-33l (548 nolu hadîs -i şerîf) Ahmed Naim 49 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’n -nikâh, Cüz’ 7 ss 45 Et-Tâcü’l -Câ miu li’l -Usûl fi Ehâdîsi’r -Rasûl s a v C 2 ss 332 Eş-Şeyh Mansûr Ali Nâsıf Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd - Sarih Tercemesi, C 3 ss 333-334 (Dip not) Ahmed Naim Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 43 Bunun için gayretin ( kıskançlığın) konuşulduğu bir meclide bulunan Sa’d ibn -i Ubâde radıye’llâhü anh, ب َ ر َ ض َل ِ � َا َ ر ما َ ع َ م � ُ ج َ ر ُ ت ي َا َ ر و َل َة َ دا َب ُع ُ ن ب ُ د ع َ س َ لا َق ِ ف ص ُ م َ ر ي َ غ ِ ف ي � سلا ِ ب ُه ُت ٍ ح َ لا َ ق َ ف � ىل َ ص �ِ ب�نلا ن َ� َ ٍ د ع َ س ِ ة َ ر ي َ غ ن ِ م َ نو ُب َ ج ع َ ت َا : َ م � ل َ س َ و ِ ه ي َل َ ع ُ �ا َ ا َ و ُه ن ِ م ُ ر َ ي غ َا ُ �ا ُ ر َ ي غ َا � ِ م “Karım ile berâber bir erkek görürsem hiç aman vermeden onu kılıcımın keskin ağzı ile vurur tepelerim” demişdi Bunun üzerine Nebî salle’llâhü aleyhi ve sellem de, orada bulunanlara, “Sa’d’ın bu kıskançlığına şaşıyor musunuz? Emîn olunuz ki ben ondan daha kıskancım Allâh da, muhakkak benden ziyâde kıskançdır” buyurmuşdur 50 Bu bakımdan yukarıda zikri geçen hadîs -i şerîfin belirtdiği “Gayretü’llâh” dan dolayı uğranılacak azâba işâretle, aynı hadîs -i şerîfin sonunda, -gaflet ve isyân hâlinde geçirilecek bir ömür netîcesinde kazanılacak ilâhî azâbın şiddeti ve olanca genişliğine rağmen kaybedilecek ilâhî mağfiretin, lûtfun ve ihsânın kaybi hakkında - da şöyle buyurulmuşdur: َ ة � م ُا ا َي ٍ د � م َُ � اي ِ ث َ ك م ُت ي َ ك َب َل َ و �ي ِ ل َق م ُت ك ِ ح َ ض َل ُ م َل ع َا ا َ م َ نو ُ م َل ع َ ت و َل ِ �ا َ و “Ey Muhammed ümmeti, Allâhâ kasem olsun ki benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız, (gülmeye hiç mecâliniz kalmazdı)” 51 50 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’n -nikâh, Cüz’ 7 ss 45 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi,C 11 ss 287 Kâmil Miras 51 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’n -nikâh, Cüz’ 7 ss 45 Bâbü’l -gayret Et -Tâcü’l -Câmiu li’l -Usûl fî Ehâdîsi’r -Rasûl,s a v C 2 ss 231 -234 Eş -Şeyh Mansûr Ali Nâsıf Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 44 Aynı konu, Kur’ân -ı Kerîm’de de şöyle ifâde buyurulmuşdur: كَ ح ض َي ل َ ف ُ وا ُ وك ب َي ل َ و �ي ِ ل َق اي ِ ث َ ك ا ج َ ِ � ءا َ ز َ ج ا ُ ونا َ ك ُ ب ِ س ك َي ا َ نو “Artık kazanmakda oldukları (günahın) cezâsı olmak üzere az gülsünler, çok ağlasınlar” 52 Bu âyet -i kerîme ve hadîs -i şerîflerde belirtilen ilâhî îkaz ve tehdîd, ( eğer ilâhî azametin ne olduğunu, emr -i ilâhî’ye uymayarak isyân eden, suç işleyen günahkârların uğrayacakları ilâhî intikâmın şiddetini, kıyâmet hallerini, Cehennem azâbının dehşetini ) bilmiş olsaydınız, uğrayacağınız azâba ve ni’metlerden mahrûmiyyetinize; veyâ ( Allâhü Teâlâ’nın rahmetinin genişliğini, hılminin, afvinin, lûtfunun, kereminin ve ihsânının derecesini ) bilmiş olsaydınız, gaflet içinde ihmâle uğratdığınız mesûbâtın ( mükâfât ve sevâbların) elinizden gitmesine, hiç durmadan ağlar, gülmeye vakit bulamazdınız, ma’nâsınadır 53 Hulâsa, bütün bunların netîcesine ve Ehl -i sünnet ve cemâat i’tikâd’ına göre, bu âyet -i kerîme ve hadîs -i şerîfler ve bunlara benzeyen diğer âyet -i kerîme ve hadîs -i şerîfler, Ehl -i Cennet Cennet’e, Ehl -i nâr da Cehennem’e girdikden sonra kalbinde, - şirk’den uzak - hardal tânesi kadar bir îmân’ı bulunan günahkâr ve isyânkâr mü’min’lerin, cezâlarını çek dikden sonra Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm’ ın ve diğer şefâat sâhibi kimselerin şefâati ile, en sonunda da Allâhü Teâlâ’nın izni ( şefâati) ile Cehennem’den çıkarılacakları husûsu, açıkca beyân edilip tebşîr edilmişdir ki şu hadîs -i şerîf de bunu ifâde et mektedir 52 -Tevbe, 82 53 -Sahîh -i Buh ârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 3 ss 334 Ahmed Naim Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 45 ٍ دي ِ ع َ س ِ � َا ن َ ع ِ ن � ل َ ص ِ ب�نلا ِ ن َ ع ُه ن َ ع ُ �ا َ ي ِ ض َ ر ي ِ ر د ُ �ا ى َ لا َق َ م � ل َ س َ و ِ ه ي َل َ ع ُ �ا ِ � َ نا َ ك ن َ م او ُ ج ِ ر خ َا َ �ا َ ع َ ت ُ �ا ُ لو ُ ق َي �ُ � َ را�نلا ِ را�نلا ُ ل ه َا َ و َة�ن َ �ا ِ ة�ن َ �ا ُ ل ه َا ُ ل ُ خ د َي ِ ب ل َ ق ِ ه َ ق ث ِ م ٍ نا َ� ِ ا ن ِ م ٍ ل َ د ر َ ح ن ِ م ٍ ة �ب َ ح َ لا “Ebû Saîd -i Hudrî radıye’llâhü anh ’den rivâyet edildiğine göre, Nebiyy-i ekrem salle’llâhü aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuşdur : Ehl- i Cennet Cennet’e, Ehl -i nâr da Cehennem’e girdikden sonra Allâhü Teâlâ -Kimin kalbinde bir hardal tânesi ağırlığınca îmân varsa (onu ateşden) çıkarınız - diye fermân buyuracakdır” 54 Mü’min’lerin günahkârları bu şekilde Cehennem’den çıkarıldıkdan sonra geriye -zerre miktârı da olsa - îmân’ı olmayan küfür ehli kimseler kalacak Bu sûretle de bunlar, ebedî olarak Cehennem’in yârânı olacaklardır Üzerlerine, Allâhü Teâlâ’nın göndereceği melekler tarafından Cehennem’in kapıları kapatılacak, üzerlerine ateşden hezenler, direkler uzatılıp bastırılmak sûretiyle Cehennem’i n her tarafı sımsıkı kapatılacak, bu sûretle de artık oraya ne bir rûh girecek ve ne de bir gam çıkacak Kendileri de hiç bir yardım talebinde bulunamıyacaklar Bulunsalar bile onların sözleri ve feryâdları, ancak bir zefîr-u şehîk’ den (bir nefes alıp verm eden) ibâret olacakdır Cebbâr olan Allâhü Teâlâ da -gûyâ onları unutmuş gibi - Cehennem ile baş başa bırakacakdır ki 54 -48 -Sahîhu’l -Buhâî, Kitâbü’l -îmân, Cüz’ 1 ss l3 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 2 ss 36 (21 nolu hadîs -i şerif) Ahmed Naim Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 46 Hümeze ve Beled sûrelerinin sonundaki şu âyet -i kerîmeler, bunu açıkca ifâde etmektedir: ٌ ة َ د َ ص ؤ ُ م م ِ ه ي َل َ ع ا َ ه � ن ِ إ � َ ُ م ٍ د َ م َ ع ِ � ٍ ة َ د � د “Muhakkak o ateş (Cehennem), onların üzerlerine bastırılıp kapıları kapanacakdır (kapatılmışdır) Uzatılmış direkler (dayaklar, dikmeler) içinde olarak (Veyâ -kendileri- uzatılmış -ateşden - sütunlara -bağlı olarak -)” 55 ِ ه ي َل َ ع م ٌ را َن ُ م ؤ ٌ ة َ د َ ص “(Onların) cezâsı, üzerlerine kapıları sımsıkı kapatılmış bir ateşdir” 56 İşte hakîki bir tevhîd inancına sâhib olan ve olmayan bir kimsenin hâli ve ibret alınması lâzım gelen netîcesi… Bütün bu tebşîrâtın ( müjdelerin) ve tehdîdlerin her birinde, Kelime- i Tevhîd’in birinci ruknü olan “Lâ ilâhe ille’llâh” cümlesi ifâde edilmiş ise de, sâdece birinci ruknün söylenmesi ile Kelime- i Tevhîd’in tam olamıyacağı, ikinci rukün olan “Muhammedü’r -Rasûlü’llâh” cümlesinin de buna ilâve edile rek söylenmiş olması ve varlığını, birliğini -şirk’den uzak olarak - kabûl ve tasdîk etdiğimiz Allâhü Teâlâ’yı noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılmak sûretiyle bütün noksanlıklardan tenzih edilmesi gerektiğini, daha önceki bahislerde, belirtmiş idik Bir çok âyet -i kerîme ve hadîs -i şerîfler, bu mühim esâsı, îzah edip açıklar Nitekim şu hadîs -i şerîf de, bunlardan birisidir 55 -Hümeze Sûresi, âyet 8 -9 56 -B eled Sûresi, âyet 20 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 47 ِ �ا ُ لو ُ س َ ر اد � م َُ � � نَأ َ و ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � نَأ ُ د َ ه ش َي ٍ د َ ح َا ن ِ م ا َ م َ ق ن ِ م اق د ِ ص � � ِ إ ِ ه ِ ب ل ِ را�نلا َ ىل َ ع ُ �ا ُه َ م � ر َ ح “Hiç bir kimse yokdur ki kalben tasdîk ederek Allâh’dan başka hiç bir ilâh -hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd - olmadığına ve Muhammed - aleyhi’s-selâm - ın Allâh’ın Rasûl’ü olduğuna şehâdet etsin de Allâh onu Cehennem’e haram etmesin, (her halde haram eder)” 57 Bunun için Kelime -i Tevhîd’in birinci ruknü olan “Lâ ilâhe ille’llâh” cümlesinin söylenmesi ile, ikinci rukün olan “Muhammedü’r -Rasûlü’llâh” cümlesinin ve diğer şartlarının da söylenmiş olacağı açıkca belirtilmiş olduğundan, bir çok yerde sâdece birinci rukün olan “ Lâ ilâhe ille’llâh” cümlesinin söylenmesi ile iktifâ’ edilmişdir Sekerât -ı mevt dediğimiz ölümün en sıkıntılı hallerinde hayâtının son demlerini yaşayan her Müslümân’ın, ölümün en şiddetli sadmelerinden ( insanı şaşırtan sıkıntılarından ) ve Şeytan’ın tesvîlâtından ( kötü şey’leri güzel bir şey’ imiş gibi gösterip telkin etme çabalarından ), kendini kurtarıp hakk ve hakîkate yönelebilmesi için, bir saâdet ve mutluluk anahtarı olan Kelime- i Tevhîd’in telkin ve ta’lîm edilmesi, böylece bir din kardeşine en mühim bir zamanda en mühim bir yardımda bulunulması, Rasûlü’llâh salle’llâhü aleyhi ve sellem tarafından tavsiye edilerek şöyle buyurulmuşdur: ن ق َل ُ و َ ه َل ِ إ � م ُ كا َت و َ م ا � � ِ إ ُ �ا 57 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’l -ilim, Cüz’ 1 ss 43 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 4 ss 271 Kâmil Miras Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 48 “Ölülerinize (ölmek üzere olan din kardeşlerinize, - Lâ ilâhe ille’llâh - demelerini telkin edib iyice öğretiniz ” ق َف َ ت ي َ م لا ِ وَأ َ ضي ِ ر َ م لا ُُ � ر َ ض َ ح ا َ ذ ِ إ ُ و ا ي َ خ ا ُ ول ُ ي َة َ ك ِ ئ� َ م لا � ن ِ إ َف � م َ ؤ ُ ن َ نو ا َ م َ ىل َ ع َ ت ُ ولو ُ ق َ ن “Hastanın veyâ ölen bir kimsenin (ölmek üzere olan bir kimsenin) yanında bulunursanız, hayır söyleyin Zîrâ melekler, sizin söylediklerinize -Âmîn - derler” 58 Bunun için -her turlü şirk şekillerinden uzak olmak şartı ile - sahîh ve kâmil bir îmân’a sâhib olan bir kimse ile böyle bir îmân’a sâhib olmayan şirk sâhibi müşrik bir kimse hakkında, Câbir radıye’llâhü anh’ den rivâyet edilen bir hadîs -i şerîfde de şöyle buyurulmuşdur: �نَ �ا َ ل َ خ َ د ائ ي َ ش ِ �ا ِ ب ُ ك ِ ر ش ُي � َ تا َ م ن َ م َ ة ا َ م ن َ م َ و َ ت َ خ َ د ائ ي َ ش ِ �ا ِ ب ُ ك ِ ر ش ُي َ ل ا�نلا َ ر “Her hangi bir şey’i Allâh’a şirk koşmadan ölen bir kimse Cennet’e girer Her hangi bir şey’i Allâh’a şirk koşmuş bir halde ölen kimse de Cehennem’e girer” 59 Bütün bu âyet -i kerîme ve had îs-i şerîflerde belirtilen husûslar, Allâhü Teâlâ’ya şirk koşarak ölenlerin Cehennem’e gireceklerine ve orada ebedî kalacaklarına, Allâhü Teâlâ’ya şirk koşmayarak ölenlerin de Cennet’e gireceklerine ve orada ebedî kalacaklarına delâlet etmektedir ki bu husûsda bütün Ehl -i Sünnet ve cemâat ulemâ’sı müttefikdirler Kur’ân -ı Kerîm’in bir 58 -Sahîh -i Müslim Terceme ve Şerhi, Kitâbü’l -cenâiz, C 5 ss 106 ve 113 Ahmed Davudoğlu Bu h usâsda, Kirmânî rahmetü’llâhi aleyh de, şöyle demişdir: “Kelime -i şehâdetden murat, ( Lâ ilâhe illa’llâh) ile birlikde onun tamâmı olan ( Muhammedün Rasûlü’llâh ) ı da söylemekdir” 59 -Sahîh -i Müslim Terceme ve Şerhi, Kitâbü’l -îmân, C 1 ss 385 (151 nolu hadîs -i şerîf) Ahmed Davudoğlu Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 49 çok âyet -i kerîmeleri de bu husûsu açıkca te’yîd edip ifâde etmektedir ki şu âyet -i kerîmeler, bunlardan ba’zılarıdır: ش ُ م لا َ و ِ با َت ِ ك لا ِ ل ه َا ن ِ م او ُ ر َ ف َ ك َ ني ِ ذ � لا � ن ِ إ ِ را َن ِ � َ � ِ ك ِ ر َ ني ِ د ِ لا َ خ َ م�ن َ ه َ ج َ هي ِ فا ط ُ وا َ ك ِ ئ َل � ي ِ َ � لا � ر َ ش م ُ ه ِ ة ط ُ ون َ مآ َ ني ِ ذ � لا � ن ِ إ ُ ول ِ م َ ع َ و ا ِ تا َِ �ا � صلا ا � ا ُ و م ُ ه َ ك ِ ئ َل ي َ خ ُ ر ِ ة �ي ِ َ � لا ط َ ج َ زا ُ ؤ م ِ � � َ ر َ د ن ِ ع م ُ ه َ ج �ن َ ه ن َ� ا ا َ ه ِ ت َ � ن ِ م ي ِ ر َ � ٍ ن د َ ع ُ تا اد َب َا ا َ هي ِ ف َ ني ِ د ِ لا َ خ ُ را ط ِ ض َ ر ُ �ا ي او ُ ض َ ر َ و م ُ ه ن َ ع ن َ ع ُ ه ط � ب َ ر َ ي ِ ش َ خ ن َ م ِ ل َ ك ِ ل َذ ُه “Ehl -i kitâb ve müşrik’lerden (İslâm’ı kabûl etmeyen) münkir’ler, ebedî olarak ateşe girerler İşte onlar halkın (yaratılanların) en şerlileridir” “îmân edib de sâlih amel işleyenlere gelice, hiç şübhe yok ki onlar, halkın (yaratılanların) en hayırlısıdır” “Onların Rabb’leri nezdindeki mükâfâtı, altlarında ırmaklar akmakda olan Adn cennetleridir Hepsi de, içlerinde ebedî olarak dâimî kalıcıdırlar Allâh bunlardan râzı (hoşnûd) olmuşdur Onlar da Allâh’dan râzı (hoşnûd) olmuşlardır İşte bu (söylenen mutluluk), Rabb’inin (ikâb’ından, azâbından) korkanlara ve (günahlardan kaçınanlara) mahsusdur” 60 َ ص ل َ م ع َي َ و ِ �ا ِ ب ن ِ م ؤ ُي ن َ م َ و ا َ ه ِ ت َ � ن ِ م ي ِ ر َ � ٍ تا�ن َ ج ُه ل ِ خ د ُي َ و ِ ه ِ تآئ ي َ س ُه ن َ ع ر ف َ ك ُي ا ِ �ا اد َب َا ا َ هي ِ ف َ ني ِ د ِ لا َ خ ُ را َ ه ن َ� ا ط َ ك ِ ل َذ ُ مي ِ ظ َ ع لا ُ ز و َ ف لا “Kim Allâh’a îmân eder, iyi amel (ve hareket) de de bulunursa, Allâh onun kötülüklerini örter ve onu, içinde 60 -Be yyine, 6-7- 8 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 50 ebedî kalacakları altlarından ırmaklar akan Cennet’lere sokar İşte büyük kurtuluş ve seâdet budur” 61 ن َ� ا ا َ ه ِ ت َ � ن ِ م ي ِ ر َ � ٍ تا�ن َ ج ُه ل ِ خ د ُي ا ِ �ا َ ص ل َ م ع َي َ و ِ �ا ِ ب ن ِ م ؤ ُي ن َ م َ و َ ه ا َ هي ِ ف َ ني ِ د ِ لا َ خ ُ را اد َب َا ط َ س ح َا د َق اق ز ِ ر ُه َل ُ �ا َ ن “Kim Allâh’a îmân eder, iyi amel (ve hareketler) de de bulunursa, Allâh onu, altlarından ırmaklar akan içinde ebedî kalacakları Cennet’lere sokar Allâh, böylesine gerçekden ne güzel bir rızık ve sevâb vermişdir” 62 ن َ م َ و ِ ص ع َي َ هي ِ ف َ ني ِ د ِ لا َ خ َ م�ن َ ه َ ج َ را َن ُه َل � ن ِ إ َف ُه َلو ُ س َ ر َ و َ �ا ا اد َب َا “Kim Allâh’a ve Peygamber’ine isyân ederse, şübhesiz onun için, içinde ebedî kalacakları Cehennem ateşi vardır” 63 İşte bütün bu esâslardan dolayıdır ki “Lâ ilâhe ille’llâh, Muhammedü’r -Rasûlü’llâh” ma’nâsında, �ن َ �ا َ ل َ خ َ د ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � َ لا َق ن َ م َ ة “-Lâ ilâhe ille’llâh - diyen bir kimse Cennet’e girer ”, ve “-Lâ ilâhe ille’llâh - diyen bir kimse kalmayınca kıyâmet kopar ”, denilmişdir Bu konu ile ilgili olarak merhûm ve mağfûr Kâmil Miras, ِ را َ ر ِ ش ن ِ م �نلاا ُ ة َ عا � سلا ُ م ُ ه ُ ك ِ ر د ُت ن َ م ِ س َ ي ح َا م ُ ه َ و ٌءا “Kendileri hayatda bulunup da kıyâmetin koptuğu zamâna erişen kimseler, insanların şerlilerindendir” 64 61 -Teğâbün, 9 62 -Talâk, 11 63 -Cin, 23 64 -Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 12 ss 295 (2114 nolu hadîs -i şerîf) Kâmil Miras Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 51 hadîs -i şerîfinin îzâhında, şöyle demektedir: “Müslim’in de Abdu’llâh ibn -i Mes’ûd’dan rivâyetine göre, Rasûl -i Ekrem: - Kıyâmet ancak nâs’ın (insanların) şerlileri üzerine kopacakdır - buyurmuşdur Ebû Hurayra’den bir rivâyete göre de, -Lâ ilâhe ille’llâh, diyen hiç bir kişiye kıyâmet kopmıyacakdır - buyurulmuşdur Bu rivâyetlerin delâletine göre, kıyâmet ancak kâfirler, münâfıklar, şerîrler üzerine kopacakdır Sâlih mü’min'ler tamâmiyle ölmüş bulunacakdır Ebû Hurayra’den diğer bir rivâyete göre de, - Kıyâmetin tekarrubu zamânında Allâhü Teâlâ lâtif bir rüzgâr gönderecek ve gönlünde zerre kadar îmân’ı olan hiç bir kimseyi bırakmayıp rûhunu kabz edecek” buyurulmuşdur ki, bu da yukarıdaki rivâyetlerin bir te’yîdidir Rasûl -i Ekrem, ٌ ة َ ف ِ ئا َط ُ لا َ ز َ ت � ُ ه َ ف َلا َ خ ن َ م م ُ ه � ر ُ ض َي � ق َ �ا َ ىل َ ع َ ني ِ ر ِ ها َظ ِ � � م ُا ن ِ م م -Ümmetimden dâimâ hakk üzere gâlib ve zâhir, muhâliflerinden kendilerine zarar gelmez bir tâife (kıyâmete kadar) hiç eksik olmayacakdır - buyurmuşdur 65 Bu haber, kıyâmet koparken bir kısım mü’min’lerin hayatda bulunacaklarını ifâde ederse de, umûm ifâde eden bu haber tahsîs edilmekle -Kıyâmet koparken halkın çoğu müşrik, münâfık olacakdır Mü’min az bulunacakdır - ma’nâsına olu r” 66 65 -Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 1 ss 78 Ahmed Naim 66 -S Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi,C 12 ss 295 (2114 nol u hadîs-i şerîf ve îzâhı) K M Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 52 Bu bakım dan -“Lâ ilâhe ille’llâh” diyen bir kimse Cennet’e girer ve “Lâ ilâhe ille’llâh” diyen bir kimse kalmayınca kıyâmet kopar- denilmesi, Kelime-i Tevhîd’ in her ruknünün ve -Allâhü Teâlâ’yı her türlü noksanlıklardan tenzîh edip kemâl sıfatları ile muttasıf kılmak gibi - her şartının eksiksiz olarak - hem lâfzı, hem de ifâde etdiği bütün İslâmî ma’nâları ile birlikde - kalb ile tasdîk edilip dil ile ikrâr edildiğini ifâde eder ki böyle bir îmân, bir çok yerde sâdece “Lâ ilâhe ille’llâh” cümlesinin (ruknünün) söylenmesi ile kısaltılarak, iktifâ’ edilmişdir Böyle bir ifâde ise, hiç şübhe yok ki “Lâ ilâhe ille’llâh, Muhammedü’r -Rasûlü’llâh” cümlelerinin ( rukünlerinin) eksiksiz olarak kabûl edilip söylenmesi ve Allâhü Teâlâ’yı noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılmak ( Tesbih etmek ) anlamındadır 67 � ن ِ إا َ م ن َ مآ َ ني ِ ذ � لا َ نو ُن ِ م ؤ ُ م لا ُ و ِ لو ُ سر َ و ِ �ا ِ ب ا ِ ه “Mü’min’ler ancak onlardır ki Allâh’a ve Rasûl’üne hakîkaten îmân etmişlerdir” 68 Âyet -i kerîmesi ve buna bezeyen bir çok âyet -i kerîmeler de bu hakîkati te’yîd eder Ayrıca Kur’ân -ı kerîm’in bir çok yerinde ve bir çok hadîs -i şerîfde, sahih bir “Tevhîd”in esâsları gâyet açık bir şekilde ifâde buyurulup belirtilmişdir ki bunların en kısa ve en şumüllüsü “İhlâs Sûresi” dir 67 -Tesbih: Allâhü Teâlâ’yı bütün noksanlıklardan tenzîh etmek (uzak kılmak) dır Sübhâne lâfzı ise, tenzîh ma’nâsına tesbîh’dir Hulâsatü’l -Beyân fî Tefsîri’l -Kur’ân C 8 ss 2938 Mehmed Vehbi 68 -Nûr, 62 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 53 Çünkü dört kısa âyet -i kerîmeden ibâret olan bu küçük sûre, Allâhü Teâlâ’nın bütün Esmâ’ ve Sıfat’larında birliğini ve bütün tevhîd delîllerini açıkca beyân edip belirtir Bu bakımdan bu sûreye “Tevhîd Sûresi” de denir Ayrıca İslâm Dîni’nin i’tikâd esâslarını ve tevhîd akîdesini ( tevhîd inancını ), en saf ve en hâlis bir şekilde ifâde etmiş olması yönünden de, şerâfet ile ( şereflilik ile ) tavsif edilerek “İhlâs-ı Şerîf” denir Bunun için tekrar tekrar okunmasında büyük ecir ve sevâb vardır Çünkü Rasûlü’llâh salle’llâhü aleyhi ve sellem, bu husûsda, şöyle buyurmuşdur: � لا َ و ِ نآ ر ُ ق لا َ ث ُل ُث ُ ل ِ د ع َ ت َل ا َ� � ِ إ ِ هِ د َي ِ ب ي ِ س ف َن ي ِ ذ “Hayâtım yed -i kudretinde olan Allâh’a yemîn ederim ki bu sûreyi okumak, bütün Kur’ân’ın üçde birisine muâdildir” 69 Kezâ, Ashâb -ı Kirâm’dan “ İhlâs Sûresi”ni çok okuyan birisine, niçin bu kadar çok okuduğu sorulunca, “-Kul hüve’llâhü ehad - sûresi, Rahmân olan Allâh’ın sıfatıdır (Allâh’ın bütün Esmâ’ ve sıfatı bu sûrededir) Onun için bu sûreyi okumayı severim” cevâbını vermişdir Bunu haber alan Rasûlü’llâh salle’llâhü aleyhi ve sellem de o kimse hakkında, ُ ِ � خ َا � ب ِ ُ � َ �ا َ ع َ ت َ �ا � نَأ ُهو ُه “Ona müjde veriniz Muhakkak Allâh da onu sever” 70 69 -Sahîhu'l -Buhârî, Kitâbü'l -Fedâili'l -Kur'ân, Cüz' 6 ss 233 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 11 ss 234 (1770 nolu hadîs -i şerîf) Kâmil Miras 70 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’t -tevhîd, Cüz’ 9 ss 141 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarîh Tercemesi, C 12 ss 415 (2179 nolu Hadîs -i şerîf) Kâmil Miras Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 54 buyurmuşdur ki bu Sûr e-i celîle ve meâli şöyledir: َ ح َا ُ �ا َ و ُ ه ل ُق ٌ د ج َ م � صلا ُ � َا ُ د ج َ و د ِ ل َي َ � َ � َ لو ُي د � َ ح َا او ُ ف ُ ك ُه َل ن ُ ك َي َ � َ و ٌ د “De ki: O, Allâh’dır, O birdir (ve tekdir) Allâh (ulu) dur Samed’dir (zevâl bulmayan bir Bâkî’dir Hiç bir şey’e muhtaç değildir Fakat her şey’ ve herkes doğrudan doğruya O’na muhtaçdır) O, doğurmadı ve doğurulmadı Hiç bir şey’, O’nun dengi, eşi, ortağı ve benzeri değildir” Aynı şekilde "Kâfirûn" veyâ “Kul yâ eyyühe’l -kâfirûn” veyâ lisânımızdaki ma’rûf adıyle “Kul yâ” sûresi de, tüm ibâdetlerin rûhu olan “Tevhîd” ve “İhlâs ”ı ifâde eder Bunun için Sa’d ibn -i Ebî Vakkâs radıye’llâhü anh’ den rivâyet edilen bir hadîs -i şerîfde, şöyle buyurulmuşdur: “Bu sûre, Kur’ân’ın dörtde birine muâdildir” Başka bir hadîs -i şerîfde de, bu sûreyi okuyanların Allâhü Teâlâ’ya şirk koşmakdan korunacakları ifâde edilmişdir 71 Bundan dolayı da bu sûreye “İbâdet sûresi” veyâ “İhlâs sûresi” denilmişdir ki bu sûre ve meâli şöyledir: � ي َا ا َي ل ُق ُ د ُب ع َ ت ا َ م ُ د ُب ع َا � َ نو ُ ر ِ فا َ ك لا ا َ ه َ نو � م ُت ن َا � َ و ُ ب ع َا ا َ م َ نو ُ د ِ با َ ع ُ د ج ا َنَأ � َ و ُ � د َب َ ع ا َ م ٌ د ِ با َ ع � م ُت ن َا � َ و ُ ب ع َا ا َ م َ نو ُ د ِ با َ ع ُ د ط ِ ني ِ د َِ � َ و م ُ ك ُني ِ د م ُ ك َل “(Yâ Muhammed) de ki: Ey kâfirler, ben sizin tap makda olduklarınıza tapmam Siz de benim ibâdet etdiğime kulluk ediciler değilsiniz Ben (zâten) sizin taptıklarınıza (hiç bir zaman) tapmış değilim Siz de benim kulluk etmekde 71 -Et -Tâcü’l -câmiu li’l -Usûl fî Ehâdîsi’r -Rasûl s a v Kitâbü Fedâili’l - Kur’ân C 4 ss 24 Eş -Şeyh Mansûr Ali Nâsıf Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 55 olduğuma (hiç bir zaman) kulluk ediciler değilsiniz Sizin dîniniz size, benim dînim bana” Bu özellikleri ile Tevhîd ve İhlâs’ı en güzel bir şekilde ifâde eden ve “İhlâsayn” denilen bu iki sûreyi, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm, sabah ve akşam namazlarının sünnetlerinde bir çok zamanlar okumuşdur ki düşünmesini bilenlere güz el bir ibret levhasıdır 72 Şu halde sahîh ve hakîkî bir Tevhîd’e sâhib olup Allâh’a kulluk ve ibâdet etmek en iyi bir yol, O’na isyankâr davranarak akılsızca ömür tüketmek kütü bir yoldur Bunun için -imkân ve fırsatlar elde iken - şu âyet -i kerîmeler den ibret alarak hayâtımıza güzel bir yön vermek, akıllı bir insana yaraşan en iyi bir hayat tarzıdır � ي َا ا َي ُ ك َل ا ي َ خ او ُن ِ مآ َف م ُ ك ب َ ر ن ِ م ق َ �ا ِ ب ُ لو ُ س � رلا ُ م ُ ك َءا َ ج د َق ُ سا�نلا ا َ ه م ط او ُ ر ُ ف ك َت ن ِ إ َ و ِ � ِ � ن ِ إ َف َ و َ م � سلا ِ � ا َ م ِ ض ر َ� ا َ و ِ تا ط امي ِ ك َ ح امي ِ ل َ ع ُ �ا َ نا َ ك َ و “Ey insanlar, hiç şübhesiz, Rabb’inizden size hakk bir Peygamber gelmişdir O halde kendi hayrınıza olarak (O’na) îmân edin Eğer inkâr edib kâfir olursanız (biliniz ki) göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allâh’ındır Allâh hakkıyle bilicidir, yegâne huküm ve hıkmet sâhibidir” 73 ُ ك ِ ئا َ د ع َا ِ ب ُ م َل ع َا ُ �ا َ و م ط َ ف َ ك َ و اي ِ ص َن ِ �ا ِ ب ى َ ف َ ك َ و � اي ِ ل َ و ِ �ا ِ ب ى “Allâh, sizin düşmanlarınızı çok iyi bilendir Gerçek bir dost olarak Allâh elverir, hakîkî yardımcı olarak da Allâh yeter” 74 72 -Bak: Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir C 9 ss 6215 -6216 Elmalılı Hamdi Yazır 73 -Nisâ’, 170 74 -Nisâ’, 45 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 56 إ َ ش َي ن َ م ِ ل َ ك ِ ل َ ذ َ نو ُ د ا َ م ُ ر ِ ف غ َي َ و ِ ه ِ ب َ ك َ ر ش ُي نَأ ُ ر ِ ف غ َي � َ �ا � ن ُءا ج ِ �ا ِ ب ك ِ ر ش ُي ن َ م َ و ا � ِ ا ى َ � فا ِ د َ ق َ ف امي ِ ظ َ ع “Şübhesiz ki Allâh, kendisine eş tanınmasını mağfiret etmez Ondan başkasını, dilediği kimseler için mağfiret eder Kim Allâh’a eş tutarsa muhakkak pek büyük bir günah ile iftirâ’ etmiş olur” 75 ُ م ُ ه َ نع َل َ ني ِ ذ � لا َ ك ِ ئ َلو ُا ُ �ا ط ي ِ ص َن ُه َل َ د ِ َ � ن َل َ ف ُ �ا ِ ن َ ع ل َي ن َ م َ و ا “Bunlar, Allâh’ın kendilerine lâ’net etdiği (rahmet’inden uzak kıldığı) kimselerdir Allâh kime lâ’net ederse artık ona hakîkî hiç bir yardımcı bulamazsın” 76 ائ ي َ ش ِ ه ِ ب او ُ ك ِ ر ش ُت � َ و َ �ا ُ د ُب عا َ و “Allâh’a ibâdet (ve kulluk) edin O’na hiç bir şey’i eş (ortak) tutmayın” 77 ِ ه ِ ن ذا ِ ب ِ ة َ ر ِ ف غ َ م لا َ و ِ ة�ن َ �ا َ � ِ إ او ُع د َي ُ �ا َ و ج َ ايآ ُ � َ ب ُي َ و � ك َ ذ َت َي م ُ ه � ل َ ع َل ِ سا�نل ِ ل ِ ه ِ ت َ نو ُ ر “Allâh, kendi irâdesi ile, Cennet’e ve mağfiret’e çağırır O, insanlara âyetlerini ap -açık söyler Tâki iyice düşünüp ibret alsınlar” 78 َ ش َي ن َ م ي ِ د ه َي َ �ا � ن ِ ك َل َ و م ُ هي َ د ُ ه َ ك ي َل َ ع َ س ي َل ُءا ط “(Habîbim) onları (insanları) hidâyete erdirmek senin üstüne borç değil Ancak Allâh hidâyeti kime dilerse ona nasîb eder” 79 75 -Nisâ’, 48 76 -Nisâ’, 52 77 -Nisâ’, 36 78 -Bakara, 221 79 -Bakara, 272 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 57 َ ب لا � � ِ إ ا َن ي َل َ ع ا َ م َ و ُ � ِ ب ُ م لا ُغ� “Bizim üzerimize (düşen vazîfe) ap-açık bir teblîğ’den başka (bir şey’) değildir” 80 İşte bu ve benzeri âyet -i kerîmelerden ibret almasını bilen ve Allâhü Teâlâ’nın sayısız ni’metlerine sâhib olan akıllı bir insan, dâimâ şöyle söylemeli ve ona göre hayâtına yön vermelidir: َ ف ن ِ م ا َ ذ َ ه ض � � َ ر ِ ل قف َ ء ِ � َ و ُل ب َي ِ ل ُ ر ُ ك ش َا َأ ُ ف ك َا م ُ ر ط ِ ه ِ س ف َ ن ِ ل ُ ر ُ ك ش َي ا َ� � ِ إ َف َ ر َ ك َ ش ن َ م َ و ج ٌ ي ِ ر َ ك �ِ � َ غ � َ ر � ن ِ إ َف َ ر َ ف َ ك ن َ م َ و “Bu, Rabb’imin fazlındandır Şükür mü edeceğim, yoksa (nankörlük edip) küfrân-ı ni’metde mi bulunacağım Bu, beni imtihân etdiği içindir” “Kim şükr ederse kendi nefsi lehine (kendi fâidesine) dir Kim de küfr ederse şübhe yok ki Rabb’im (onun şükründen) müstağnidir (Hem O), hakkıyle kerem sâhibidir” 81 ِ يا َ ع َ م ا َ هي ِ ف م ُ ك َل ا َن ل َ ع َ ج َ و ِ ض ر َ� ا ِ � م ُ كا�ن � ك َ م د َ ق َل َ و َ ش ط ُ ك ش َت ا َ م �ي ِ ل َق َ نو ُ ر ع "And olsun, sizi yer (yüzün) de yerleştirmişiz Size orada bir çok geçim vâsıtaları yaratmışızdır Ne az şükr edersiniz" 82 � ُ � َ ل ُ ت س َ ئ ُ ل � ن َ ي و َ م ِ ئ ٍ ذ َ ع ِ ن �نلا ِ ع ِ مي “Sonra, and olsun, o gün elbet ve elbet ni’net (ler) den Sorulacaksınız” 83 80 -Yâsîn, 17 81 -Nem l, 40 82 -A'râf, 10 83 -Tekâsür, 8 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 58 Ebû Hurayra radıye’llâhü anh ’den rivâyet edilen bir Hadîs -i şerîf’de de şöyle buyurulmuşdur: “Kıyâmet günü kula yöneltilecek ilk süâl (dünyâda sâhib olduğu) ni’met olacakdır Ona şöyle denilecek: Vücûdüne sağlık vermedik mi? Seni soğuk su ile kandırmadık mı?” 84 Bunun için ben mü’minim ve müslüman’ım diyen herkes, her an, Allâhü Teâlâ’nın vermiş olduğu ni’metlere şük r etmeli ve O’na hamd -ü senâ’da bulunmalıdır ب َ ر ِ ه � ل ِ ل ُ د م َ � َا َ و َ ل َاع لا َ � Ve’l -hamdü li’llâhi Rabb’i -l-âlemîn : Her türlü hamd -ü senâ’, âlemlarin Rabbi olan Allâh’adır    84 -Kur’ân -ı Hakîm ve Meâl -i Kerîm C 3 ss 1192 Hasan Basri Çantay Tirmizî’den Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 59 Kelime-i Tevhîd َ ُ � ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � ُ لو ُ س َ ر ٌ د � م ِ �ا “Lâ ilâhe ille’llâh, Muhammedü’r -Rasûlü’llâh” “Allâh’dan başka hiç bir ilâh (hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd ) yokdur, ancak O vardır; Muhammed -aleyhi’s -selâm - O’nun Rasûl’üdür ” Kelime-i Şehâdet َ ا ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � ن َ أ ُ د َ ه ش � م َُ � � ن َ أ ُ د َ ه ش َ أ َ و ُه ُلو ُ س َ ر َ و ُه ُ د ب َ ع اد “ Eşhedü en -lâ ilâhe illâ’llâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh” "Ben şâhidlik ederim ki ( şübhesiz bilirim ve bildiririm ki ) Allâhü Teâlâ’dan başka hiçbir ilâh ( hiçbir tanrı, hiçbir ma’bûd ) yokdur Yine ben şâhidlik ederim ki ( şübhesiz bilirim ve bildirim ki ) Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm Allâhü Teâlâ’nın kulu ve rasûlüdür"    Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 60 Î m â n Lügatde, bir şey’i mutlak tasdîk etmek, bir şey’e tereddüdsüz ve kesin olarak içten ve yürekden inanmak, bir hukmü tasdîk edip onun doğruluğuna inanmak, bir şey’i haber verenin doğru söylediğine inanmakdır İstılâhda ( şerîatde) ise, Allâhü Teâlâ’nın varlığına, birliğine ve noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna -(cümle kuvvet, kud ret ve kemâlin sâhibi olup bütün kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğuna )-, kesin olarak inanmak ve Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm’ ın Allâhü Teâlâ’nın Peygamberi olduğuna tereddütsüz îmân etmekdir Çünkü, Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm, Ashâb-ı ki râm’ın da hâzır bulunduğu bir toplulukda, dînin esâslarını öğretmek maksâdı ile gelip “İslâm” ve “Îmân” ın ne demek olduğunu soran Cebrâil aleyhi’s-selâm’ a, şöyle cevâb vermişdir: َ ا ِ � َأ َ د َ ه ش َت نَأ ُ م� س ن َ ر اد � م َُ � � نَأ َ و ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � َ م � ل َ س َ و ِ ه ي َل َ ع ُ �ا ى � ل َ ص ِ �ا ُ لو ُ س َ ةا َ ك � زلا َِ � ؤ ُ ت َ و َ ة� � صلا َ مي ِ ق ُت َ و ُ َ � َ و َ نا َ ض َ م َ ر َ مو ُ ص َت َ و � ج َ ت سا ِ ن ِ إ َ ت ي َ ب لا �ي ِ ب َ س ِ ه ي َل ِ إ َ ت ع َط َ ا ِ � ِ ب َ ن ِ م ؤ ُ ت نَأ ُ نا َ� ُ ر َ و ِ ه ِ ب ُت ُ ك َ و ِ ه ِ ت َ ك ِ ئ� َ م َ و ِ �ا ِ ر ِ خ� ا ِ م و َ ي لا َ و ِ ه ِ ل ِ س ِ ه ِ ي َ خ ِ ر َ د َ ق لا ِ ب َ ن ِ م ؤ ُ ت َ و ِ ه ر َ ش َ و “İslâm, Allâh’dan başka ilâh olmadığına, Muhammed salle’llâhü aleyhi ve sellem’in Allâh’ın -kulu ve- Rasûl’ü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 61 vermen, ramazan orucunu tutman ve yol - külfetleri- cihetine gücün yeterse Beyt’i hacc etmendir” “Îmân ise, Allâh’a, Allâh’ın meleklerine, kitâblarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanman, bir de kadere (hayrına ve şerrine), inanmandır” 85 Aynı esâslar ile ilgili diğer bir süâl karşısında da şöyle cevâb vererek “ Îmân”ın ve “İslâm” ın esâslarını ta’rîf edip açıklamışdır َ ا ِ � ِ ه ِ ب ُت ُ ك َ و ِ ه ِ ت َ ك ِ ئ� َ م َ و ِ �ا ِ ب َ ن ِ م ؤ ُ ت نَأ ُ نا َ� ِ ه ِ ئا َ ق ِ ل ِ ب َ و ) ِ ه ِ ل ُ س ُ ر َ و ِ ث ع َ ب لا ِ ب َ ن ِ م ؤ ُ ت َ و َ ا ِ � َ ك ِ ر ش ُت � َ و َ �ا َ د ُب ع َ ت نَأ ُ م� س ِ ه ِ ب َ مي ِ ق ُت َ و ) ائ ي َ ش ا ) َ ي د َ ؤ ُ ت َ و َِ � ؤ ُ ت َ و َة� � صل َ ة َ ضو ُ ر ف َ م لا َةا َ ك � زلا ا َ ض َ م َ ر َ مو ُ ص َت َ و َ ن “Îmân, Allâh’a, meleklerine, (kitâblarına), Allâh’a mülâkî olmaya - (ya’nî rü’yetü’llâh’a) -, peygamberlerine, bir de (öldükden sonra) dirilmeye, inanmandır” “İslâm ise, Allâh’a ibâdet edib -(hiç bir şey’i) - O’na şerîk (ortak) koşmaman, namazı kılman, farz olan zekâtı vermen ve Ramazan ayında oruç tutmandır” Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm’ dan bu cevâbları alan Cebrâil aleyhi’s-se lâm da -Doğru söyledin - diyerek söylenilenleri tasdîk edip oradan ayrılıp gitmişdir 86 Abdu’llâh ibn -i Ömer radıye’llâhü anhümâ’ dan rivâyet edilen bir hadîs -i şerifde de, şöyle buyurulmuşdur: 85 -Sahîhu’l -Müslim, Kitâbü’l -îmân Sahîh -i Müslim Terceme ve Şerhi, C 1 ss 104 -107 Ahmed Davudoğlu 86 -Sahîhu’l -Buhârî, Kitâbü’l -îmân, Cüz’ 1 ss 20 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 2 ss 57-58 (47 nolu Hadîs -i şerif) Ahmed Naim Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 62 َأ او ُ د َ ه ش َي � � َ ح َ سا�نلا َ ل ِ تا َق ُا نَأ ُ ت ر ِ م ُا � ن َ ه َل ِ إ ِ �ا ُ لو ُ س َ ر اد � م َُ � � نَأ َ و ُ �ا � � ِ إ َ ةا َ ك � زلا او ُت ؤ ُي َ و َة� � صلا او ُ مي ِ ق ُي َ و “İnsanlar -Lâ ilâhe ille’llâh, Muhammedü’r -Rasûlü’llâh - diye şehâdet ederek namaz kılıp zekât verene kadar, halk ile mukâteleye me’mûrum” 87 Bu H adîs-i şerif’ lerden de anlaşıldığına göre bu Hadîs -i şerif’ ler, Kelime- i Tevhîd’ in her ruknünü bütün ma’nâları ile birlikde ifâde etmekde ve iki rukünden yalnız bir ruknün söylenmesi ile Kelime-i Tevhîd ’in tam olamıyacağını açık bir şekilde belirtmektedir Bununla berâber bir çok yerlerde, sâdece ihtisar için, birinci ruknün söylenmesi ile iktifâ’ edilmiş olmasına rağmen her iki rukün birden kasd edilerek söylenmişdir ِ سا�نلا ُ د َ ع س َا ِ ب ِ لا َ خ ُ �ا � � ِ إ ه َل ِ إ � َ لا َق ن َ م ِ ة َ م َي ِ ق لا َ م و َي ِ � َ عا َ ف َ ش وَأ ِ ه ِ ب ل َ ق ن ِ م اص ِ ه ِ س ف َن “Kıyâmet gününde halk içinde şefaatime en ziyâde mazhar olacak kimse, kalbinden - (yâhûd içinden)- hâlis olarak - Lâ ilâhe ille’llâh - diyendir” 88 Hadîs -i şerîfinde de “Muhammedü’r -Rasûlü’llâh” ibâresi, bu Kelime-i tayyibenin tetimmesi ( tamamlayıcısı) dır İkisinin birbirinden ayrılması mümkün değildir 87 -Aynî C 4 ss 271 Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi, C 5 ss 23- 24 Kâmil Miras 88 -Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tecemesi, C 2 ss 97 (85 nolu Hadîs -i şerif) Ahmed Naim Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 63 Bunun içindir ki onüç senelik Mekke devrinde nâzil olan âyetlerin ekseriyyeti îmân ile, on senelik Medîne devrinde nâzil olan âyetlerin ekseri yyeti de şer’î huküm ’ler ile ilgilidir    Bu esâslara göre îmân’ın farzları ve şartları şunlardır 1 -Âmentü bi’llâhi, 2- ve melâiketihi, 3 -ve kütübihi, 4 -ve rusulihi, 5 -ve’l -yevmi’l -âhiri, 6 -ve bi’l -kaderi hayrihi ve şerrihi mine’llâhi Teâlâ, ( ve’l- ba’sü ba’de’l -mevt ) Ya’nî 1 -Allâhü Teâlâ’nın var ve bir olduğuna ve noksan sıfatlardan münezzeh ( uzak) olup kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğuna, 2 -Meleklerine, 3 -Kitâblarına, 4 -Peygamberlerine 5 -Âhiret gününe, 6- Kadere, hayır ve şerrin Allâhü Teâlâ’dan olduğuna, îmân etdim, ( ve öldükden sonra dirilmeye de inandım )    Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 64 İ s l â m Lügatde, ihlâs ( samîmî olmak), inkıyâd (boyun eğip teslim olmak ) ve mutâvaat ( itâat etmek) ma’nâlarınadır Şerîatde ( istılâhda) ise, Hazreti Muhammed aleyhi’s- selâm’ ın teblîğ etmiş olduğu dînî hukümlerin tamâmını her vechile beğenip kabûl etdiğini, doğru ve güzel bulup takdîr etdiğini ifâde ederek Cenâb -ı Hakk’a itâat ve inkıyâd etmekdir Bu bakımdan “ îmân” ile “ islâm” lâfızları, lügat ma’nâları bakımından birbirinden farklı ise de, şer’î hukümleri i’tibâriyle aynı ma’nâyı ifâde ederler Bunun için her mü’min müslim’dir ve her müslim de mü’min’dir İslâm lâfzı, “Dîn” ma’nâsında kullanıldığı gibi, “Şerîat” ve “Millet” ma’nâsında da kullanılır Ayrıca îmân’ın alâmeti olan ve gereği bulunan -namaz, oruç, zekât ve hacc gibi - sâlih ameller anlamında da kullanılır Bu bakımdan İslâm Dîni’nin bütün esâslarını bi’z -zât yaşayıp teblîğ etmekle görevli bulunan Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm hakkındaki şu âyet -i kerîme de, bizim ihlâs ve takvâ sâhibi bir Müslümân olarak nasıl yaşayacağımıza güzel bir ışık tutmakda ve Allâhü Teâlâ’nın bizlerden ne istediğini açıkca beyân edip belirtmektedir: َأ ُ ت ر ِ م ُا ا َ� � ِ إ ل ُق � َ و َ �ا َ د ُب ع َا ن ِ ه ِ ب َ ك ِ ر ش ُا ط ِ بآ َ م ِ ه ي َل ِ إ َ و او ُع د َا ِ ه ي َل ِ إ Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 65 “De ki: Ben ancak Allâh’a kulluk edip O’na ortak koşmamam ile emr olundum Ben ancak O’na da’vet ederim Dönüşüm de yalnız O’nadır” 89 İslâm’ın şartları 1-Kelime- i şehâdet getirmek, 90 2 -Namaz kılmak (salât), 3 -Oruç tutmak (savm), 4 -Zekât vermek (zekât), 5 -Hacca gitmek (hacc) dir    َ ا َ � ِ ل ا َنا َ د َ ه ي ِ ذ � لا ِ � ِ ُ د م ِ � ا َ و ِ نا َ� ِ م� س ِ ل ِ د ه َي ُ �ا َ و ٍ مي ِ ق َت س ُ م ٍ طا َ ر ِ ص َ � ِ إ ُءا َ ش َي ن َ م ي “ Bizi, îmâna ve (fı trat dîni olan) İslâm'a hidâyet eden Allâh'a hamd olsun ” “Allâh kimi dilerse onu, (kendisinde hayır gördüğü kimseleri) doğru yola iletir” 91    89 -Ra’d Sûresi, âyet 36 90 -Kelime- i şehâdet: ُه ُلو ُ س َ ر َ و ُه ُ د ب َ ع اد � م َُ � � نَأ ُ د َ ه شَأ َ و ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � نَأ ُ د َ ه ش َا “Eşhedü en -lâ ilâhe illâ’llâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh”: "Ben şâhidlik ederim ki ( şübhesiz bilirim ve bildiririm ki ) Allâhü Teâlâ’dan başka hiçbir ilâh ( hiçbir tanrı, hiçbir ma’bûd ) yoldur Yine ben şâhidlik ederim ki ( şübhesiz bilirim ve bildirim ki ) Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm Allâhü Teâlâ’nın kulu ve rasûlüdür" ifâdesidir 91 -Bakara Sûresi, âyet 213 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 66 îmân’ın sahih ve makbûl olmasının şartları Îmân’ın sahih ve makbûl olması için başlıca üç ana esâs vardır ki bunlardan birinin veyâ birkaçının eksik olması hâlinde, o îmân sahih ve makbûl olmaz 1-îmân, ye’s hâlinde -ya’nî korku ve ümidsizlik hâlinde - olma malıdır Bu bakımdan küfür hâlinde yaşayan bir kimse, ölüm ânında Melekü’l -mevt’i (Ölüm meleğini, Azrâil aleyhi’s -selâm’ı) görünce ve âhiretde göreceği azâb -ı ilâhî gözlerinin önüne getirilince, her ümîdinin kesildiği, elindeki imkânların gitdiği bu sırada îmân etmesi makbûl değildir Fir’avn’in îmân etmesi gibi ki Cenâb -ı Hakk, bu husûs ile ilgili olarak, Kur’ân -ı Kerîm’inde şöyle buyurmaktadır: َ لي ِ ئا َ ر س ِ ا ِ � َب ِ ب ا َن ز َ وا َ ج َ و لا ِ ف م ُ ه َ ع َ ب ت َا َف َ ر ح َب ر و َ ع ُ ن او د َ ع َ و اي غ َب ُه ُ دو ُن ُ ج َ و ط ُه َ ك َ ر د َا ا َ ذ ِ إ � � َ ح ر َغ لا ُ ق � ِ ه ِ ب ت َن َ مآ ي ِ ذ � لا � � ِ إ َه َل ِ إ � ُه � نَأ ُ ت ن َ مآ َ لا َق َ باو ُ ن َ � ِ م ِ ل س ُ م لا َ ن ِ م ا َنَأ َ و َ لي ِ ئا َ ر س ِ ا يِ د ِ س ف ُ م لا َ ن ِ م َ ت ن ُ ك َ و ُ ل ب َ ق َ ت ي َ ص َ ع د َق َ و َ ن َئ لآ َ ن ِ ل َ نو ُ ك َت ِ ل َ ك ِ ن َ د َب ِ ب َ كي ج َن ُن َ م و َ ي لا َف ة َيآ َ ك َ ف ل َ خ ن َ م ط � ن ِ إ َ و ا َن ِ تا َيآ ن َ ع ِ سا�نلا َ ن ِ م اي ِ ث َ ك لِ فا َغ َل ُ و َ ن “Biz, İsrâil Oğulları’nı denizden (selâmetle) geçirdik Ama Fir’avn ve askerleri, zulm etmek ve saldırmak üzere arkalarından yetişdi Nihâyet su onu boğmaya başlayınca Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 67 (şöyle) dedi: -İnandım, îmân etdim Gerçekden İsrâil Oğullar’ının îmân etdiğinden başka tanrı yokmuş Ben de Müslümân’lardanım -” “Şimdi mi (îmân ediyorsun?) Halbuki sen bundan evvel (ömrün boyunca) isyân etmiş ve dâimâ fesadcılardan (sapıklardan ve saptırıcılardan) olmuş idin” “Biz de bu gün seni (cansız bir) beden olarak (herkesin tanıyabileceği çıplak, miskin, zelîl ve perîşan bir şekilde deniz sâhilinde, karada yüksek bir yere) atacağız ki arkandan geleceklere bir ibret olsun (Bununla berâber) insanlardan bir çoğu, bizim âyetlerimizden cidden gâfildirler” 92 Bu vesîle ile burada şu kısa bilgiyi de hatırlatmak yerinde bir hizmet olur Çünkü bu âyet -i kerîmede zikri geçen ve âlemlere ibret olması tavsiye edilen Fir’avn, suda boğulmadan kırk yıl kadar önce Mısır’da tanrılığını i’lân etmiş ve “Ey cemâat, ben sizin için kendimden başka bir tanrı bilmiyorum Ben sizin en yüce rabbinizim” diyerek kendisinden başka bir tanrı olmadığını türlü vesîleler ile dile getirmiş, etrâfındakilere büyük bir korku ve dehşet saçarak kendisini tanrı olarak kabûl etmeyenleri 92 -Yûnüs Sûresi, âyet 90 -91 -92 Bak: Hulâsatü’l -Beyân fî Tefsîri’l -Kur’ân C 6 ss 2256 -2260 Mehmed Vehbi Son zamanlarda İngiliz araştırmacıları tarafından Kızıldeniz sâhilleri ndeki Cebele mevkîinde bulunup Londra’ya götürülen ve meşhur British Müzes’inin Mumyalar bölümünde, cam bir mekân içerisinde , çıplak olarak , bütün bedeni ile secde hâlinde teşhir edilen cesed, eğer bu Fir’avn’in cesedi ise, hâd ise, bu âyet-i kerîmede ifâde buyurulan vasıflara uygundur Çünkü âyet -i kerîme’de, Fir’avn’in bedeninin -kıyâmete kadar bir ibret olmak üzere herkesin tanıyacağı bir şekilde- denizden dışarı atıldığı beyân edilip ifâde buyurulmuşdur Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 68 zindanlara atmış, türlü işkenceler ile öldürtmüş, bu sûretle de halkı dikdatörce idâre etmeye başlamışdır Hattâ gördüğü bir rü’yâ’nın kâhinlerce yapılan yorumunda -İsrâil Oğulları’ndan doğacak bir çocuk, Fir’avn hânedânını ortadan kaldıracakdır” - denilmesi üzerine, َ ءو ُ س م ُ ك َنو ُ مو ُ س َي َ ن و َ ع ر ِ ف ِ لآ ن ِ م م ُ كا َن ي �َ� ذ ِ إ َ و ِ با َ ذ َ ع لا ُ ي َ ذ ُ � َ نو ُي ح َت س َي َ و م ُ ك َءا َن ب َا َ نو ُ ك َءا َ س ِ ن م ط م ُ ك ب َ ر ن ِ م ٌء� َب م ُ ك ِ ل َذ ِ � َ و ٌ مي ِ ظ َ ع “Hatırlayın o zamânı ki, size azâbın en kötüsünü revâ gören Fir’avn hânedânından sizi kurtardık Çünkü onlar (sizin yeni doğan) oğullarınızı boğazlıyorlar (öldürüyorlar), kızlarınızı da sağ bırakıyorlardı Bunda (bu azâbda ve kurtarmada) sizin için, Rabb’inizden (gelen) büyük bir imtihân vardı” 93 âyet -i kerîmesinde de belirtildiği gibi, tahtının elden gitmesi korkusu ile İsrâil Oğulları’nı ağır işkencelere tâbi’ tutmuş, onların yeni doğan bütün erkek çocuklarını öldürtmüş, kız çocuklarını bırakmışdır 94 Fakat bu mezâlim hiç bir fâide te’min etmemiş, en sonunda o çocuk yine doğmuş, Fir’avn’in kendi sarayında ve kendi kucağında kendisine büyüttürülmek sûretiyle Mûsâ aleyhi’s - selâm yine hayat bulmuş, yıllar sonra Peygamber olarak gönderilmiş, Hakk’a ve hakîkate da’vet edilmiş ve ilâhî takdîr yerini bulmuşdur 93 -Bakara Sûresi, âyet 49 A’râf Sûresi, âyet 141 İbrâhim Sûresi, âyet 6 94 -Hulâsatü’l -Beyân fî Tefsîri’l -Kur’ân, C 1 ss 122 Mehmed Vehbi Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir,C 1 ss 346 -348 Elmalılı M Hamdi Yazır Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 69 Elbetde ki Allâhü Teâlâ’nın takdîrine galebe etmek isteyenler, erinde gecinde muhakkak mağlûb ve perîşan olacaklardır Mukadder olan bu hakîkat, Hazreti Muhammed aleyhi’ s-selâm ’ın -Vedâ’ Haccı’ndan sonra - irtihâline yakın bir zamanda Mescid- i Nebî’de okuduğu son hutbelerindeki şu sözlerinin ifâde etdiği gerçeklere de tamâmen uygundur: “Ey insanlar, bu âlemde olan işler, Allâh’ın kazâ’ ve kader’ine tâbi’dir Her şey’ vaktini bekler Allâh acele etmez Takdîr’e galebe etmek isteyenler mağlûb ve mahcûb, Allâh’a hîle etmek isteyenler perîşan olur” Şu âyet -i kerîmeler de bu hakîkati ayrıca te’yîd edip açık bir ibret levhası olarak gözler önüne serer: اَ غ ُ �ا َ و و ُ م َل ع َي � ِ سا�نلا َ ر َ ث ك َا � ن ِ ك َل َ و ِ ه ِ ر م َا َ ىل َ ع ٌ ب ِ ل َ ن “Allâh emrinde (hâkim ve) gâlib’dir Fakat insanların bir çoğu (bunu) bilmezler” 95 َ م َ و او ُ ر َ ك َ م َ و َ ك َ ر ُ �ا ط ي ِ ر ِ كا َ م لا ُ ر ي َ خ ُ �ا َ و َ ن ع “(Onlar gizli) hıyleye saptılar, Allâh da onların o hıylekârlıklarına mukâbele etdi Allâh, bütün hıylekârları hakkıyle bilendir” (Yâhud, Allâh hıylekârlığa, kötülüğe karşı cezâ’ verenlerin en hayırlısıdır)” 96 Allâhü Teâlâ, Mûsâ aleyhi’s-selâm ’ı, bu isyankâr hâline devam eden Fir’avn’i, hidâyete ( kurtuluşa) da’vet etmek için gönderdiği zaman Mûsâ aleyhi’s-selâm o’na giderek hakk ve hakîkati anlatmış ve mu’cizelerini göstermiş, fakat o yine 95 -Yûsüf Sûresi, âyet 21 96 -Âl -i İmrân Sûresi, âyet 54 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 70 tanrılık iddiâsından vaz geçmeyerek kendisini hidâyete da’vet eden Mûsâ aleyhi’s-selâm’ a, اَق ِ م َ ك�ن َل َ ع ج َ� َ ي ِ ي َ غ ا َ ل ِ ا َ ت ذ َ� �ا ِ ن ِ ئ َل َ ل َ ن َ � ِ نو ُ ج س َ م لا “Eğer benden başkasını tanrı edinirsen, and olsun ki seni zidana kapatılmışlardan ederim” 97 َ م لا ا َ ه �ي َا ا َي ُ ن و َ ع ر ِ ف َ لا َق َ و ُ َ � ٍ ه َل ِ إ ن ِ م م ُ ك َل ُ ت م ِ ل َ ع ا َ م ِ ي َ غ ي ج َ ع ُ نا َ ما َ ه ا َي ِ � د ِ ق و َا َف ل َ ى ِ � ل َ ع جا َف ِ � طلا و ُ م ِ ه َل ِ إ َ � ِ إ ُ ع ِ ل � ط َا ي ل َ ع َل اح ر َ ص ىس � � ِ إ َ و َ � ِ ب ِ ذا َ ك لا َ ن ِ م ُه�ن ُظ َ� َ “Ey ileri gelenler, ben sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum Ey Hâman, haydi benim için çamurun üzerinde ateş yak (ve tuğla yap) da bana büyük bir kule yap Belki ben Mûsâ’nın tanrısına tırmanıp çıkarım Bununla berâber ben O’nu mutlakâ yalancılardan sanıyorum” 98 diyerek da’vetini kabûl etmedi Bununla da kalmayarak Mûsâ aleyhi’s -selâm , bu sûretle hakk’ı getirip teblîğ edince O’nu yalancılıkla; mu’cizelerini gösterince de sihirbazlıkla ithâm edip şu âyet -i kerîmelerde ifâde buyurulan söz ve davranışlarda bulundu: اَن ل َ س ر َا د َ ق َل َ و ُ م آ ِ ب َ ىسو ي َ ا ٍ � ِ ب ُ م ٍ نا َط ل ُ س َ و ا َن ِ ت � َ � ِ إ او ُلا َ ق َ ف َ نو ُ را َق َ و َ نا َ ما َ ه َ و َ ن و َ ع ر ِ ف � م َل َ ف ٌ با � ذ َ ك ٌ ر ِ حا َ س ا ُ ت قا او ُلا َق ا َن ِ د ن ِ ع ن ِ م ق َ �ا ِ ب م ُ ه َءا َ ج ُ ل ي ِ ذ � لا َءا َن ب َا او َ ن ُه َ ع َ م او ُن َ مآ ُ ك َءا َ س ِ ن او ُي ح َت سا َ و م ط ي ِ ر ِ فا َ ك لا ُ د ي َ ك ا َ م َ و َ ن َ ذ ُ ن و َ ع ر ِ ف َ لا َق َ و ٍ ل� َ ض ِ � � � ِ إ ُ ور ِ � ل ُت ق َا ُ م َ ىسو َ ي ل َ و د � ب َ ر ُع ُه ج ا َ س َ ف لا ِ ض ر َ� ا ِ � َ ر ِ ه ظ ُي نَأ وَأ م ُ ك َني ِ د َ ل د َب ُي نَأ ُ فا َ خ َا � ِ إ َ د 97 -Şuarâ’ Sûresi, âyet 29 98 -Kasas Sûresi, âyet 38 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 71 “And olsun ki biz Mûsâ’yı mu’cizelerimizle ve ap -açık huccet ile Fir’avn’e, Hâmân’a ve Kârûn’a gönderdik de (O’na) -Çok yalancı bir sihirbaz - dediler” “İşte O, tarafımızdan kendilerine hakk’ı getirince, - O’nunla berâber îmân edenlerin oğullarını öldürün (Yalnız) kadınlarını diri bırakın - dediler Kâfir’lerin düzeni heder olmakdan başka (bir şey’e mahkûm)) değildir” “Fir’avn, -Bırakın beni, dedi Mûsâ’yı öldüreyim (Varsın) Rabb’ine yalvarsın Çünkü ben O’nun, dîninizi değiştireceğinden (sizi bana ve putlara ibâdetden ayıracağından), yâhud yer yüzünde fesad çıkaracağından korkuyorum- “ 99 Bun dan sonra da Mûsâ aleyhi’s-selâm ’ın mu’cizelerini ve teblîğ etdiği husûsları yalanlıyarak isyânına devam etdi ve tuzak kurmak için geri dönerek adamlarına şöyle dedi: اَن َ ف َ ر َ ش َ ح َف ى َ د ز ُ ك �ب َ ر ا َنَأ َ لا َ ق َ ف ُ م ع َ� ا َ ىل ز ُ �ا ُه َ ذ َ خ َا َف � ا َ لا َ ك َن ُ � ا َ و ِ ة َ ر ِ خ َ �و ط ِ � � ن ِ إ َ � ن َ م ِ ل ة َ ر ب ِ ع َل َ ك ِ ل َ ذ َ ىش ط “Nihâyet (sihirbazlarını yâhud adamlarını ve ordularını) topladı da onlara bağırdı (ve)”, “-Ben sizin en yüce rabbinizim - dedi” “Bunun üzerine Allâh da o’nu hem âhiret (Cehennem), hem de dünyâ (suda boğmak) azâbı ile yakaladı” “Şübhe yok ki (Allâh’dan) korkacak kimseler için bunda kat’î bir ibret vardır” 100 99 -Mü’min Sûresi, âyet 23 -24 -25 -26 100 -Nâziât Sûresi, âyet 23 -24 -25 -26 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 72 Bütün bunların netîcesinde Mûsâ aleyhi’s -selâm ’ın göstermiş olduğu mu’cizeleri, sihir zann eden Fir’av n ve adamları, bütün sihirbazlarını ve sihirlerini toplayıp Mûsâ aleyhi’s -selâm ile mücâdele etmeye karar verdiler ve büyük bir meydanda sihirlerini ortaya koydular Sıra Mûsâ aleyhi’s - selâm ’a gelince, O da -Allâhü Teâlâ’nın emri ile - elindeki asâ’sını yere bırakdı O da onların hepsini yutmaya başladı Bunu gören sihirbazlar da derhal îmân edip secdeye kapandılar Bundan sonra da şu âyet -i kerîmelerde ifâde buyurulan ibretli sahneler vukû’ buldu: ب َ ر ِ ب ا�ن َ مآ او ُلا َق اد � ج ُ س ُة َ ر َ ح � سلا َ ي ِ ق ل ُا َف َ ن َ ذآ نَأ َ ل ب َ ق ُه َل م ُت ن َ مآ َ لا َق َ ىسو ُ م َ و َ نو ُ ر َ ه ُ ك َل م ط ح سلا ُ م ُ ك َ م � ل َ ع ي ِ ذ � لا ُ م ُ ك ُ ي ِ ب َ ك َل ُه � ن ِ إ َ ر ج َ ف ُ َ � ُ ك َي ِ د ي َا � ن َ ع ط َق م م ُ ك َل ُ ج ر َا َ و ن ِ م ِ عو ُ ذ ُ ج ِ � م ُ ك�ن َ ب ل َ ص ُ� َ َ و ٍ ف� ِ خ ا ِ ل خ�نل ط َ ت َل َ و ع َ ا ا َن �ي َا � ن ُ م َل � د َ ش او ُلا َق َ ىق ب َا َ و ابا َ ذ َ ع اَن َ ر َط َف ي ِ ذ � لا َ و ِ تا َن ي َ ب لا َ ن ِ م ا َن َءا َ ج ا َ م َ ىل َ ع َ ك َ ر ِ ث ؤ ُن ن َل ٍ ضا َق َ ت ن َا ا َ م ِ ض قا َف ط ِ إا َ � � َ ة َي َ �ا ِ هِ ذ َ ه ي ِ ض ق َ ت َ ي ن � دلا ا ط َ ن َ ت ه َ ر ك َا ا َ م َ و ا َنا َيا َط َ خ ا َن َل َ ر ِ ف غ َ ي ِ ل ا َن ب َ ر ِ ب ا�ن َ مآ ا � ن ِ إ َ ن ِ م ِ ه ي َل َ ع ا ِ ر ح ِ سلا ط َ و ٌ ر ي َ خ ُ �ا َ و َ ا ب َ ىق “Netîcede bütün sihirbazlar secdeye kapandı -Hârûn ile Mûsâ’nın Rabb’ine îmân etdik - dediler” “(Fir’avn) dedi: Ben size izin vermeden O’na îmân mı etdiniz? Şübhe yok ki O, size sihri öğreten büyüğünüzdür Öyleyse ben de elbetde sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim Sizi muhakkak hurma dallarına asacağım Siz de hangimizin azâbı daha çetin ve sürekli olduğunu elbet bileceksiniz” Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 73 “(Sihirbazlar da) -Seni bize gelen (şu) ap- açık mu’cizelere, (hakîkatde ise) bizi yaratana kat’iyyen tercih edemeyiz Artık neye hâkim isen hukmünü ver Sen hukmünü ancak bu dünyâ hayâtında geçirebilirsin -” “-Biz günahlarımızı ve bizi zorladığın sihri mağfiret etmesi için Rabb’imize gerçek îmân etdik Allâh (ın sevâbı seninkinden) daha hayırlı, (azâbı da seninkinden) daha süreklidir -” 101 Fir’avn’in karısı Âsiye de, Mûsâ aleyhi’s -selâm’ a îmân edenlerden idi Bunun için kocası Fir’avn, O’nu ellerinden ve ayaklarından dört kazığa bağlayarak göğsüne kocaman bir taş koymuş ve öylece yakıcı güneşe karşı bırakmışdı O da, Cenâb -ı Hakk’a duâ ederek şöyle demişdi: َ ب َ ك َ د ن ِ ع ِ � ِ ن با ب َ ر ت َلا َق ي ِ ف ن ِ م ِ � َ � َ و ِ ة�ن َ �ا ِ � ات ر َ ع و ِ م و َ ق لا َ ن ِ م ِ � َ � َ و ِ ه ِ ل َ م َ ع َ و َ ن ِ لا � ظلا َ � ِ م � “Ey Rabb’im, bana nezdinde, Cennet’in içinde bir ev yap Beni Fir’avn’den ve onun (fenâ) amel (ve hareket) inden kurtar Beni o zâlimler gürûhundan selâmete çıkar” 102 O’nun bu duâsını kabûl eden Allâhü Teâlâ da, O’nun rûhunu kabz ederek bu işkencenin acısını tattırmamışdır En sonunda Fir’avn ve adamları, gizli gizli konuşup Mûsâ aleyhi’s -selâm ’ı ve O’na inananları öldürmeye karar verdiler Allâhü Teâlâ da durumu Mûsâ aleyhi’s-selâm ’a bildirerek deniz sâhiline doğru gitmelerini vahy etdi Bunların gitdiğini gören Fir’avn ve orduları da, onları ta’kîb etmeye başladı 101 -Tâ Hâ Sûresi, âyet 70 -71 -72 -73 102 -Tahrîm Sûresi, âyet 11 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 74 Şu âyet -i kerîmeler de bu durumları ve netîceyi, açık bir şekilde ifâde etmektedir: ِ ر َط م َُ ل ب ِ ر ضا َف ي ِ دا َب ِ ع ِ ب ِ ر س َا نَأ َ ىسو ُ م َ � ِ إ ا َن ي َ ح و َا د َ ق َل َ و اس َب َي ِ ر ح َب لا ِ � اقي ج � َ َ � ُ ه َ ي ِ ش َ غ ا َ م م َي لا ن ِ م م ُ ه َ ي ِ ش َغ َ ف ِ هِ دو ُن ُ ِ � ُ ن و َ ع ر ِ ف م ُ ه َ ع َ ب ت َا َف َ ىش َ � � َ و اك َ ر َ د ُ فا م ط َ ه ا َ م َ و ُه َ م و َ ق ُ ن و َ ع ر ِ ف � ل َ ض َا َ و َ ىد “And olsun ki biz Mûsâ’ya, -Kullarım ile geceleyin yola çık d a, (düşmanların) yetişmesinden korkmayarak, (buğulmanızdan da) endîşe etmeyerek, onlara, denizde kuru bir yol aç - diye vahy etdik” “Derken (Fir’avn), orduları ile arkalarına düşdü Deniz de, kendilerini nasıl kapladıysa öylece kaplayıverdi (de hepsi birden boğulup helâk oldular) ” “(Böylece) Fir’avn, kavmini saptırdığı (gibi onları) doğru yola da iletemedi” 103 Aynı konuları ifâde eden âyet -i kerîmeler, Kur’ân -ı Kerîm’in bir çok yerlerinde, bi’l -hâssa A’râf sûresi’nin (120- 128), Şuarâ’ sûresi’nin (60 -67) nci âyet -i kerîmelerinde ve Kasas sûresinde, değişik ifâdeler ile anlatılarak insanların ibret almaları tavsiye edilir İşte, “îmân-ı ye’s” hâlindeki bir îmân’ın makbûl olamıyacağı hakkındaki ibretli kıssalardan birisi, kısac a böyledir Aynı şekilde şu âyet -i kerîmeler de, yine îmân-ı ye’s hâlindeki bir îmân’ın makbûl olamıyacağını kesin bir ifâde ile belirtmektedir: 103 -Tâ Hâ Sûresi, âyet 77 -78 -79 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 75 َ مآ او ُلا َق ا َن َ س ا َب ا و َا َ ر ا � م َل َ ف �ن َ ف َ � ِ ك ِ ر ش ُ م ِ ه ِ ب ا�ن ُ ك ا َِ � ا َن ر َ ف َ ك َ و ُه َ د ح َ و ِ �ا ِ ب ا م ُ ه ُ ع َ ف ن َي ُ ك َي م َل َ ن َ س ا َب ا و َا َ ر ا � م َل م ُ ه ُنا َ� ِ ا ا ط ت َل َ خ د َق ِ � � لا ِ �ا َ ت�ن ُ س ِ ه ِ دا َب ِ ع ِ � ج َ ك ِ لا َن ُ ه َ ر ِ س َ خ َ و ِ فا َ ك لا َ نو ُ ر “Artık o çetin azâbımızı gördükleri zaman , -Allâh’a bir olarak inandık ve O’na ortak koştuğumuz şey’leri inkâr etdik - dediler” “Fakat azâbımızı gördükleri zaman, (bu) îmân’ları kendilerine fayda vermeyecekdir Allâh’ın, kulları hakkında cârî olagelen âdeti budur İşte kâfirler, burada hüsrâna uğramışlardır” 104 َ ك ب َ ر ِ تا َيآ ُ ض ع َب ِ � ا َي َ م و َي وَأ ُ ل ب َ ق ن ِ م ت َن َ مآ ن ُ ك َت َ � ا َ ه ُنا َ� ِ ا اس ف َن ُ ع َ ف ن َي � ا ي َ خ ا َِ �ا َ� ِ ا ِ � ت َب َ س َ ك ط “Rabb’inin âyetlerinden ba’zıları zuhûr etdiği gün, daha evvel îmân etmemiş veyâ îmân’ında bir hayır kazanmamış, 105 hiç bir nefsin îmân’ı (o gün) aslâ bir fâide vermez” 106 Halbuki aklı başında bir insanın vasfı ve kendisine her husûsda üstünlük veren şiârı, َ ا ِ ب ي َغ لا ِ ب َ نو ُن ِ م ؤ ُي َ ني ِ ذ � ل “O takvâ sâhibleri ki gaybe (Allâh’a, âhiret gününe ve meleklere) inanırlar” 107 104 -Mü’min Sûresi, âye t 84-85, 105 -Bu ilâhî kayd, amelsiz îmân’ın mu’teber olmayacağını sö yleyenlerin delîlidir (Beyzâvî) Kur’ân -ı Hakîm ve Meâl -i Kerîm, C 1 ss 212 Hasan Basri Çantay 106 -En’âm Sûresi, âyet 158 107 -Bakara Sûresi, âyet 3 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 76 âyet -i k erîmesine göre, kâmil bir îmân sâhibi olmak, olmalıdır ki en tehlikeli ve en sıkışık zamanlarda, bu îmân’ı kendisini kurtarıp mutlu olsun 2-Mü’min olan bir kimse, inkâr ve tekzîbe alâmet olan şey’lerden birini yapmamalıdır Meselâ, Allâhü Teâlâ’yı ve bütün peygamberleri kabûl edip tasdîk etdiği halde yalnız Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm ’ın peygamberliğini kabûl etmeyen veyâ farz olduğu kesin olarak belli olan şer’î bir hukme inanmayan veyâ kendi görüşüne göre bir menfaat umarak - puta tapmak, bir kimseyi kutsal tanımak gibi - İslâm dışı şey’leri -kendi ihtiyârı ile - benimseyip yapan veyâ İslâm dışı fikir, sistem, düzen ve kuralları kabûl edip - insanların ve zamânın ihtiyaçlarına daha iyi cevâb verir - düşüncesi ile onları müdâfaa edip b enimseyen bir kimseye, mü’min nazarı ile bakılmaz Çünkü böyle kimseler, bu şekildeki inanış ve davranışları ile, dînî esâsları tekzîb etmiş veyâ beğenmemiş veyâ kifâyetsiz bulmuş olduklarından ve Cenâb -ı Hakk’a cehil isnâd etdiklerinden -îmân tecezzî (bölünme) kabûl etmeyeceği için - küfre gitmiş olurlar 108 3-Bir kimse namaz, oruç, zekât ve hacc gibi şer’î bir hukmü, müstahsen görmese ( beğenmese, güzel görmese, faydalı bulmasa ), İblîs gibi şöyle veyâ böyle olsa daha iyi olur dese veyâ Allâhü Teâlâ’nın emrine muhâlefet etmek maksâdı ile şer’î bir hukmü terk etse veyâ aksini yapsa veyâ haram ( yasak) olan bir şey’i -haram olduğunu bildiği halde - inadına yapsa, böyle bir kimseye de, mü’min nazarı ile bakılmaz Çünkü böyle 108 -Muvazzah İlm -i Kelâm,ss 77 -78 Ömer Nasûhi Bilmen Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 77 kimseler, artık îmân’larını kayb etmiş sayılırlar veyâ -İblîs gibi hakk ve hakîkati bildiği halde - lâ’nete uğrarlar Bunun için Allâhü Teâlâ’nın her emr’inin ve her nehy’inin mutlakâ doğru ve güzel olduğuna kayıtsız şartsız inanmak, ona teslîm olmak ve gereğini yerine getirmek, sahih ve makbûl bir îmân’ın kaçınılmaz bir esâsıdır İşte bundan dolayıdır ki samîmî olarak îmân eden ve bu îmânın gereğini -emr edildiği şekilde - yerine getirmeye çalışan böyle kimseler hakkında da, şöyle buyurulmuşdur: ُ ح ِ ل ف ُ م لا ُ م ُ ه َ ك ِ ئ َلو ُا َ و م ِ � َ ر ن ِ م ىد ُ ه َ ىل َ ع َ ك ِ ئ َلو ُا َ نو "İşte onlar Rabb'lerinden (gelen) Hidâyetin, tam üzerindedirler Asıl felâh bulanlar (muradlarına kavuşanlar) da, ancak onlardır" 109  َ نو ُن ِ م ؤ ُ م لا َ ح َل ف َ أ د َق “Küfrün ve şirkin her çeşidinden sakınarak Tevhîd’in şartlarını noksansız yerine getirmeye çalışan, bu suretle de nefsini tezkiye eden (tertemiz yapan) Mü’min’ler, muhakkak felâh bulmuşdur, (korkluklarından emîn, umduklarına nâil olmuşlardır ” 110  109 -Bakara Sûresi, âyet 5 110 -Mü’minûn Sûresi, âyet 1 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 78 Îmân’ın korunması Îmân, insanı, dünyâda ve âhiretde çök büyük şeref, ni’met ve mutluluğa erdiren en güzel bir vasıf olduğundan onu son nefese kadar bütün özellikleri ile korumak gerekdir Bunun için onu yok edecek, insanı ümidsiz bir hâle getirecek, sebeb ve davranışlardan şiddetle sakınmak lâzımdır Bu bakımdan îmân’ı muhâfaza etmek, onu kazanıp ona sâhib olmakdan daha zordur Kur’ân -ı Kerîm’e, şer’î hukümlere, dînî esâslardan her hangi bir şey’e karşı gelmek, ihânet etmek, helâl olan bir şey’i haram kabûl etmek, haram olan bir şey’i helâl kabûl etmek, dînî esâslardan her hangi bir şey’ ile alay etmek, onu hafife almak, zamânın ve zemînin îcâblarına göre onları kifâyetsiz görmek, 111 böyle bir görüşe veyâ inanca sâhib olmak, bir Mü’min’in dînine ve îmânına küfr etmek gibi şey’ler, îmân’ı yok eden sebeblerden olup küfürdür Bunların hepsi, îmân’a aykırı olduğu için îmân ile bir arada bulunması mümkün değildir Biri gelince öbürü gider Bunun için îmân’ın muhâfazasına ve son nefese kadar devâmına son derece ihtimâm göstermeli ve onu elden kaçırmamaya çalışmalıdır Buna rağmen bir kimse îmân’ına aykırı bir davranış da bulunursa, hemen vakit geçirmeden îmân’ını yenilemeli, tevbe etmeli ve Allâhü Teâlâ’dan afv ve mağfiret dilemelidir Bunun için her zaman korku ve ümid arasında bulunmalı ve Allâhü Teâlâ’nın himâyesine sığınarak O’ndan yardım dilemelidir 111 -Böyle bir inanca veyâ görüşe sâhib olmak, Cenâb -ı Hakk’a cehil isnâd etmek demek olacağından küfürdür Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 79 Bunun için şu âyet -i kerîmelerde ifâde buyurulan hakîkatlere -akıllı bir şekilde - iyice kulak verip her türlü açık ve gizli şirk şekillerinden uzak kalarak temiz, saf ve kâmil bir îmân ile Allâhü Teâlâ’nın huzûruna varmak, en mutlu ve en kârli bir âkıbetdir Ne mutlu böyle bir âkıbete sâhib olanlara ُ كي ِ ي ُ � ا َ م ِ ل م ُ كا َ ع َ د ا َ ذ ِ إ ِ لو ُ س � رل ِ ل َ و ِ � ِ او ُبي ِ ج َت سا او ُن َ مآ َ ني ِ ذ � لا ا َ ه �ي َا ا َي م ج � نَأ او ُ م َل عا َ و َ ش ُ � ِ ه ي َل ِ إ ُه � نَأ َ و ِ ه ِ ب ل َ ق َ و ِ ء ر َ م لا َ � َب ُ لو َُ � َ �ا َ نو ُ ر “Ey îmân edenler, sizi, size hayât verecek şey’lere (dînî akîde ve esâslara) da’vet etdiği zaman Allâh’a ve Rasûl’üne icâbet edin Bilin ki şübhesiz Allâh, kişi ile kalbi arasına girer (ve ne yaptığını, ne düşündüğünü ve neye inandığını çok iyi bilir) Ve siz, hakîkaten O’na dönüp (O’nun huzûrunda) toplanacaksınızdır” 112 ُ س ف َن ِ ه ِ ب ُ س ِ و س َ و ُ ت ا َ م ُ م َل ع َن َ و َ نا َ س ن ِ � ا ا َن ق َل َ خ د َ ق َل َ و ُه ج ِ ل ب َ ح ن ِ م ِ ه ي َل ِ إ ُ ب َ ر ق َا ُ ن َ ن َ و ٌ دي ِ ع َق ِ لا َ م شلا ِ ن َ ع َ و ِ � ِ م َي لا ِ ن َ ع ِ نا َي ق َل َ ت ُ م لا � ىق َل َ ت َي ذ ِ إ ِ دي ِ ر َ و لا ا َ م � � ِ إ ٍ ل و َ ق ن ِ م ُ ظ ِ ف ل َي َ �ا ِ ب ِ ت و َ م لا ُة َ ر ك َ س ت َءا َ ج َ و ٌ دي ِ ت َ ع ٌ بي ِ ق َ ر ِ ه ي َ د َل ق ط ُ دي ِ َ � ُه ن ِ م َ ت ن ُ ك ا َ م َ ك ِ ل َذ “And olsun, insanı biz yaratdık Nefsinin ona ne vesveseler vermekde olduğunu da biz biliriz (Çünkü) biz ona şah damarından daha yakınız” “Hatırla ki (insanın) sağında, solunda oturan, onun amellerini tesbit etmekde olan iki de (melek) vardır” “O, bir söz atmaya dursun, mutlak yanında hâzır bir gözcü vardır” 112 -Enfâl Sûresi, âyet 24 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 80 “(Bir gün bakarsın ki) ölüm baygınlığı, gerçek olarak gelmiş, -İşte bu, senin kaçıp durduğun şey’ - dir (denilmiş) dir” 113 اَ ص ر ِ م لا ِ ب َل َ ك �ب َ ر � ن ِ إ ِ د ط “Çünkü Rabb’in şübhesiz ki rasad yerindedir (her an gözetleyicidir, her şey’i bilen ve görendir) 114 ُ ب ع َا نَأ ُ ت ر ِ م ُا ا َ� � ِ إ ل ُق َ ك ِ ر ش ُا � َ و َ �ا َ د ِ ه ِ ب ط ِ ه ي َل ِ إ َ ا ِ بآم ِ ه ي َل ِ إ َ و او ُع د “De ki: Ben ancak Allâh’a kulluk edip O’na ortak koşmamam ile emr olundum Ben ancak O’na da’vet ederim Dönüşüm de yalnız O’nadır” 115 َ ن ُ و ِ ن ِ م ؤ ُ م لا َ ح َل ف َا د َق � "(Küfrün ve şirkin her çeşidinden sakınarak Tevhîd'in şartlarını noksansız yerine getirmeye çalışan, bu sûretle de nefsini tezkiye eden - tertemiz yapan-) Mü'minler, muhakkak felâh bulmuşdur, (korkduklarından emîn, umduklarına nâil olmuşlardır) " 116    113 -Kâf Sûresi, âyet 16 -17-18-19 114 -Fecr Sûresi, âyet 14 115 -Ra’d Sûresi, âyet 36 116 -Mü'minûn Sûresi, âyet 1 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 81 ِ �ا َ ع َ م ُ ع د َت � َف ِ خآ ا َ ل ِ إ ِ ب � ذ َ ع ُ م لا َ ن ِ م َ نو ُ ك َت َ ف َ ر َ � ج "Sakın Allâh ile berâber başka bir Tanrı daha çağırma (Sonra) azâba uğrayanlardan olursun" 117  ُ ي َ و ُ م َ و ق َا َ ي ِ ه ِ � � ل ِ ل ي ِ د ه َي َ نآ ر ُ ق لا ا َ ذ َ ه � ن ِ إ َ � ِ ن ِ م ؤ ُ م لا ُ ر ش َب َ نو ُل َ م ع َي ني ِ ذ � لا ِ تا َِ �ا � صلا َ أ ِ ب َ ك ار ج َا م َُ ل � ن اي � م َُ ل ا َن د َت ع َا ِ ة َ ر ِ خ� ا ِ ب َ نو ُن ِ م ؤ ُي � َ ني ِ ذ � لا � ن َ أ َ و امي ِ ل َا ابا َ ذ َ ع ع "Şübhesiz ki bu Kur'ân, (insanları) en doğru yola götürür Güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunan Müm in'lere, kendileri için büyük bir ecir (mükâfât) olduğunu müjdeler ; Âhirete inanmayanlara gelince: Onlar için de elemli bir azâb hazırladığımızı (bildirir)" 118    117 -Şuarâ' Sûresi, âyet 213 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 82 T e s b î h ( َ ا ي ِ ب س �تل ُ ح ) Lügat’de, Allâhü Teâlâ’yı paklik ile yâd etmek, anmak, tesbîh etmek ve ( ا َ ح ب ُ س �ا َ ن : Sübhâne’llâh) lâfzını söyleyerek Allâhü Teâlâ’ya ta’zîm etmek ma’nâlarınadır İstılâhda ise, Allâhü Teâlâ’yı her türlü noksanlıklardan - gerek i’tikâden, gerek kavlen, gerek amelen ve ge rekse kalben- tenzîh etmek ve lâyık olmayan her türlü şâibe’den ( kusur ve noksanlıklardan ) uzak tutmakdır Takdîs ( َ اي ِ د ق � تل ُ س ) de böyledir ki lügatde, paklik etmek, pak sıfatlar ile sıfatlandırmak, kutsallaştırmak ve kutsal kılmak ma’nâlarınadır İstılâhda ise, Allâhü Teâlâ’yı her türlü kusur ve noksanlıklardan pak kılarak kemâl sıfatları ile sıfatlandırma k, O’na şukr etmek, O’nu ululamak ve O’na büyük saygı göstermekdir 119 (Sübhâne’llâh) demek ise, -Allâhü Teâlâ’yı her türlü kusur ve ârızalardan, ayıp ve eksikliklerden tenzîh ederim , uzak kılarım -, demekdir ُ ف ِ ص َي ا � م َ ع ِ ة � ز ِ ع لا ب َ ر َ ك ب َ ر َ نا َ ح ب ُ س َ نو “Senin kuvvet, kudret ve şeref sâhibi Rabb’in, onların (müşriklerin ve kâfirlerin) isnâd etmekde oldukları vasıflardan münezzeh’dir” 120 118 -İsrâ' Sûresi, âyet 9 -10 119 -Hak Dîni Kur’ân Dili Turkçe Tefsir, C 7 ss 4729 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır 120 -Sâffât Sûresi, âyet 180 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 83 Âyet -i kerîmesi, bunu açık bir şekilde ifâde eder Çünkü âyet -i kerîmedeki (Sübhâne) lâfzı, Allâhü Teâlâ’nın her türlü kusur ve noksanlıklardan münezzeh olduğuna, (Rabb’i’l-ızzeti) lâfzı da bütün kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğuna delâlet eder Böyle olunca da O’nun şerîk ve nazîri olmadığı, kendiliğinden ifâde edilmiş olur Diğer bir ma’nâya göre “Tesbîh”, vâcibü’l-vücûd olan Allâhü Teâlâ’nın Sıfât-ı selbiyye’ sine (ya’nî Vücûd, Kıdem , Bekâ’, Vahdâniyyet, Muhâlefet’ün li’ l-havâdis -Sonradan olanlara benzememek- , Kıyâm bi-nefsihî sıfatlarına ) işâret etmekdir ki bunlar “Celâl” sıfatlarıdır “Tahmîd” ise, Sıfât -ı sübûtiyye’ sine (ya’nî Hayât, İlim, Semi’, Basar, İrâde, Kudret, Kelâm, Tekvîn sıfatlarına ) işâret etmek demekdir ki bunlar da “İkrâm” sıfatlarıdır Bunun için “Tesbîh” ile “Tahmîd” in bir arada cem’ edilerek söylenmesi, “ ِ ل� َ �ا و ُذ ا َ ر ك ِ � ا َ و ِ م :Zü’l-Celâli ve’l -İkrâm: Azamet ve İkram sâhibi ” isminin hukmüne göre , Celâl ve İkrâm sıfatlarının isbât ve izhârı, demek olur Allâhü Teâlâ’nın “Celâl” ve “İkrâm” sıfatlarının tecelliyâtı ise, hiç bir zaman münkatı’ olmadığından ( kesilmediğinden) her zaman O’nu tesbih etmek ve O’na hamd etmek, kaçınılmaz bir vazîfe olur ki bu vazîfe, ni’mete vâsıl olunca da olmayınca da aynı şekilde yapılması gerekir Şu kadar ki birine karşı yapılan hamd, diğerine karşı -şukür ma’nâsında - hamd olur Bu bakımdan hamd, ihtiyârî yapılan bir ihsâna, o ihsânın sâhibine karşı ifâde edilmesi gereken güzel bir zikir, güzel bir cevâb ve güzel bir teşekkür olduğundan, mutlakâ bir ihsândan Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 84 sonra yapılır Fakat o ihsânın, hamd edene mutlakâ vâsıl olması şart değildir Her zaman yapılır ve yapılması da lâzım gelir 121 Şukr ise, vâsıl olmuş bir ihsâna, bir ni’mete, kavlen veyâ fi ilen veyâ amelen veyâ kalben, o ihsânı yapana, o ni’meti verene ta’zîm ile mukâbele etmek, minnettarlık göstermek ve teşekkürde bulunmakdır Bundan dolayı da “Allâhü Teâlâ verirse şukr ederiz, vermezse hamd ederiz” sözü şöhret bulmuşdur Bununla berâ ber Tesbîh ve Tahmîd ’in hakîkati, Allâhü Teâlâ’ya mahsûs olduğundan her kim olursa olsun -ilâhî bir ahlâk ile ahlâlanmış olsa da veyâ olmaya çalışsa da - yine mahlûkun kusur ve noksanları, nefsî arzu ve iştihâ’ları, kibir ve gurûru, mutlakâ vardır Bu bakım dan, اطا َ ر ِ ص َ ك َي ِ د ه َي َ و َ ك ي َل َ ع ُه َت َ م ع ِ ن � م ِ ت ُي َ و َ ر � خ َا َت ا َ م َ و َ ك ِ ب ن َ ذ ن ِ م َ م � د َ ق َ ت ا َ م ُ �ا َ ك َل َ ر ِ ف غ َ ي ِ ل امي ِ ق َت س ُ م “Geçmiş ve gelecek günahlarını Allâh’ın bağışlaması, senin üzerindeki ni’met’ini tamamlaması, seni doğru yola il etmesi içindir” 122 âyet -i kerîmesinde belirtildiği üzere, geçmiş ve gelecek günahları mağfiret edilip bağışlanmış olan Hazreti Muhammed aleyhi's- selâm’dan bile zelle sâdır olmasının (küçük günah ve hatâ’ların vukû’ bulmasının) câiz olması da bundandır Bunun için bu husûsu örtecek, bu eksikliği giderecek olan da yine ancak Allâhü Teâlâ’nın mağfiretidir Çünkü Allâhü Teâlâ 121 -Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 9 ss 6242 Elmalılı M Hamdi Yazır Hulâsatü’l -Beyân fî Tefsîri’l -Kur’ân, C 15 ss 6603 Mehmed Vehbi 122 -Fetih Sûresi, âyet 2 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 85 minnetini ( lûtuf ve ihsânını ), mağfiretine sebeb kılmışdır Esâsında minneti de, gufrânı da kendisindendir O’ndan başka hiç bir ilâh, -hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd - yokdur Bundan dolayı da hem Rasûlü’llâh aleyhi’s-selâm, hem de O’nun şahsında bütün ümmetleri, tevbe ve istiğfâr ile emr olunmuşlardır Allâhü Teâlâ’nın, sevgili Habîbi Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm üzerindeki m inneti (lûtuf ve ihsânı ) ve fazlı, nâmütenâhî olmasına rağmen, “ Tesbîh” ve “Tahmîd” deki kifâyetsizliğini ifade buyuran Hazreti Muhammed aleyhi’s- selâm, bu noksanlığını telâfî etmek için, ِ س ف َن َ ىل َ ع َ ت ي َ ن ث َا ا َ م َ ك َ ت نَأ َ ك ي َل َ ع ءا َن َث ي ِ ص ح ُا � َ ك “Ben sana, senâ’yı sayıp tüketemem Sen kendini senâ’ etdiğin gibisin” 123 bu yurmuşdur Y ânî, “Yâ Rabb’i, ben sana ne kadar senâ’ etsem yine lâyık olduğun senâ’yı yapmaya kudretim yetmez” diyerek senâ’nın adet ve miktârını ta’yîn etmeye gücünün yetmiyeceği i’tirâfında bulunmuş ve tafsîlâtını, ilmi her şey’i kuşatmış olan Allâhü Teâlâ’ya havâle etmişdir Çünkü Allâhü 123 -Sahîhu’l -Müslim, Kitâbü’s -salât Sahîh -i Müslim Terceme ve Şerhi, C 3 ss 1468 (222 nolu had îs-i şer if) Ahmed Davudoğlu Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 9 ss 6245 Elmalıl ı Hamdi Yazır Kur’ân -ı Hakîm ve Meâl -i Kerîm, C 3 ss 914 Hasan Basri Çantay Et-Tâcü'l -Câmiu li'l -Usûl fî Ehâdîsi'r -Rasûl s a v C 1 ss 194 Eş-Şeyh Mansûr Ali Nâsıf Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 86 Teâlâ’nın sıfatlarının sonu olmadığı gibi O’na senâ’nın da sonu yokdur Ayrıca, senâ’, Allâhü Teâlâ’nın sıfatlarına tâbi’dir Bu bakımdan kul, ne kadar hamd ve senâ’da bulunursa bulunsun, bu husûsda ne kadar gayret sarf ederse etsin, yine kulun senâ’sı, Allâhü Teâlâ’nın azameti, şânı, sıfatları, fadl ve ihsânı karşısında bir hiç kalır Bunun için Hazreti Muhamme d aleyhi’s -selâm’ ın, “Ben sana, senâ’yı sayıp tüketemem Sen kendini senâ’ etdiğin gibisin” diyerek büyük bir hakîkâti dile getirmesi, geçmiş ve gelecek günahları afv edilip bağışlanmış olmasına rağmen bütün günahlarının azını çoğunu, öncesini sonrasını, açığını gizlisini tasrih ederek afv edilmesini istemesi, O’nun kulluğunun kemâline ( kemâl-i ubûdiyyetine ) delâlet etmek ve her zaman Allâhü Teâlâ’ya muhtaç olduğunu i’tirâf etmek kabîlindendir ki O’nun bu şekildeki kulluk ve davranış şekilleri, bizler için büyük bir ibret ve irşâd kaynağıdır İşte bunun içindir ki “Tesbîh” ve “Tahmîd”, her türlü kusurlara, noksanlıklara ve kifâyetsizliklere rağmen, bütün hilkâtin ( yaratılmışların ) gâyesi olmuşdur Çünkü Allâhü Teâlâ, ب ُ س ا َ هي ِ ف م ُ هي َ و ع َ د � َ س ا َ هي ِ ف م ُ ه ُ ت �ي ِ َ � َ و � م ُ ه � للا َ ك َنا َ ح ٌ م ج َ وآ ِ � ِ ُ د م َ �ا ِ نَأ م ُ هي َ و ع َ د ُ ر ِ خ َ � ِ م َلا َ ع لا ب َ ر “Onların (Cennet’deki kulların) oradaki (Cennet’deki) duâları, -Sübhâneke’llâhümme: Yâ Allâh, seni tesbîh ve tenzîh ederiz- sözüdür Orada onların biribirlerine tehıyyet’leri (sağlık dilekleri ve iltifatları), selâm’dır Onların duâlarının Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 87 sonu da - El-Hamdü li’llâhi Rabb’i’l -âlemîn: Hamd olsun âlemlerin Rabb’i olan Allâh’a - demekdir” 124 âyet -i kerîmesinde, Ehl -i Cennet’in, Cennet’ de de, evvel ve âhir duâlarının “Tesbîh” ve “Tahmîd” olduğunu ifâde eder Kezâ, ُ س د َ ق ُن َ و َ ك ِ د م َِ � ُ ح ب َ س ُن ُ ن َ ن َ و َ ل َ ك “Biz seni, -(Sübhâne’llâhi ve bi -hamdihî) diyerek) - hamdinle tesbîh ve takdîs edip duruyoruz” 125 âyet -i kerîmesinde, meleklerin işinin de, Allâhü Teâlâ’yı tesbîh ve tahmîd olduğunu, ifâde buyurmaktadır Kezâ, َ س ُت ب ِ هي ِ ف ن َ م َ و ُ ض ر َ� ا َ و ُ ع ب � سلا ُ تا َ و َ م � سلا ُه َل ُ ح � ن ط ِ إ َ و ن ن ِ م � � ِ إ ٍ ء ي َ ش ِ ه ِ د م َِ � ُ ح ب َ س ُي � ن ِ ك َل َ و َ نو ُ ه َ ق ف َ ت َ حي ِ ب س َت م ُ ه ط ارو ُ ف َ غ امي ِ ل َ ح َ نا َ ك ُه � ن ِ إ “Yedi gök ile yer ve bunların içinde bulunanlar (melekler, cinler, insanlar ve her şey’), O’nu tesbîh (ve tenzîh) ederler Hiç bir şey’ hâriç değil, hepsi O’nu hamd ile tesbîh eder Fakat siz onların tesbîh’lerini iyi anlayamazsınız O, hakîkaten Halîm’dir (yânî gafletinize ve şirkinize rağmen ukûbetde -cezâ’da - acele etmez) (İçinizden tevbe edenleri) gerçekden mağfiret edicidir” 126 َأ ِ تا َ و َ م � سلا ِ � ن َ م ُه َل ُ ح ب َ س ُي َ �ا � نَأ َ ر َ ت َ � َ و َ و ِ ض ر َ� ا ٍ تا � فا َ ص ُ ر ي � طلا ط د َق �ل ُ ك َ حي ِ ب س َت َ و ُه َت� َ ص َ م ِ ل َ ع ُه ط ُ ل َ ع ف َي ا َِ � ٌ مي ِ ل َ ع ُ �ا َ و َ نو 124 -Yûnüs Sûresi, âyet 10 125 -Bakara Sûresi, âyet 30 126 -İsrâ’ Sûresi, âyet 44 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 88 “Görmedin mi? Göklerde ve yerde bulunanlar, havada kanatlarını çarpa çarpa uçan kuşlar, hakîkatde Allâh’ı tesbîh (ve tenzîh) ediyorlar Her biri duâ’sını da, tesbîh’ini de muhakkak bilmişdir Allâh onların yapmakda olduklarını hakkıyle bilendir” 127 âyet -i kerîmelerinde de, semâvât ve arzda bulunan her şey’in, -kendi özelliklerine göre - Yaratan ’a hamd ile tesbîh etmekde olduğunu ve O’nu her türlü noksanlıklardan tenzîh etmekde bulunduğunu ifâde buyurmaktadır Bu bakımdan Allâhü Teâlâ’yı hamd ile tesbîh etmek, bütün hilkâtin ( bütün yaratılmışların ) tek gâyesi olmuşdur Bunun için Kevser sûresinde, Hazreti Muhammed aleyhi’s- selâm ’a ve O’nun şahsında bütün ümmetlerine, Kevser’i ( dünyânın ve âhiretin her türlü ni’metlerini ) verdiğini beyân buyuran Allâhü Teâlâ, bu ni’metlerin karşılığı olarak, َ ف َ نا َ و َ ك ب َ ر ِ ل ر ُ ك شا ر “O halde Rabb’in için şukr et ve kurban kes” ma’nâsında, َ نا َ و َ ك ب َ ر ِ ل ل َ ص َف ر “O halde Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes”, buyurarak - Rasûlü’llâh salle’llâhü aleyhi ve sellem’ e olan bir emir, ümmetlerine de emir demek olduğundan - hem Rasûlü’llâh aleyhi’s-selâm ’dan, hem de ümmetlerinden ( kalb ile ta’zîm, dil ile senâ’, beden ile ve mal ile ibâdet etmek sûretiyle) şukü r’de bulunmaları emr edilmişdir 127 -Nûr Sûresi, âyet 41 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 89 Aynı şekilde Nasr sûresinde de, ر ِ ف غ َ ت سا َ و َ ك ب َ ر ِ د م َِ � ح ب َ س َف ُه “Artık Rabb’ini, hamd ile tesbîh (ve tenzîh) et O’nun m ağfiretini iste, (ümmetlerini mağfiret etmesini dile) ” âyet -i kerîmesi ile de, Kevser’i verip düşmanlarını ebter kılan ( soyu, sopu, ünü kalmamış yapan ), bundan sonra da feth- u zafer ihsân eden Allâhü Teâlâ’ya, büyük ihsânından ve sayısız ni’met’lerinden dolayı O’na lâyık her türlü övgü ve ta’zîmât ile hamd edilmesi, O’nu her vech ile -(zâtında, sıfâtında, ef’âlinde ve esmâ’sında )- şânına yakışmayan eksiklik ve kusurlardan uzak kılarak tenzîh ve takdîse devam edilmesi, bu tesbîh ve tenzîh hakkındaki eksiklik ve kusurların giderilip ikmâl edilmesi için de, hem kendisi hem de ümmetleri için, istiğfâr edilmesi emr olunmuşdur 128 Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm da, böyle bir emirden sonra, ismet sâhibi ( günahdan korunmuş ) bir peygamber olduğu halde ( geçmiş ve gelecek günahları afv edilmiş bulunduğu bildirilmiş olduğu halde ), âhirete irtihâl edinceye kadar, bütün ümmetlerine bir ibret ve örnek olması için, ِ ه ي َل ِ إ ُ بو ُت َا َ و َ �ا ُ ر ِ ف غ َ ت س َا ِ هِ د م َِ � َ و ِ �ا َ نا َ ح ب ُ س “Sübhâne’llâhi ve bi-hamdihî estağfiru’llâhe ve etûbü ileyh : Yâ Rabb’i, seni tesbîh ve tenzîh eder, sana hamd eder, senden mağfiret diler ve sana tevbe ederim İlâhî beni afv et” şeklindeki tesbîh, tahmîd, istiğfâr ve tevbe duâsına devam etmişdir Bunun için bize düşen görev de böyle olmakdır 128 -Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 9 ss 6241 Elmalıl ı Hamdi Yazır Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 90 Burada zikri geçen istiğfâr, Allâhü Teâlâ’dan günahların bağışlanmasını istemek demek olduğundan, “( : ِ � ر ِ ف غا ا َن �ب َ ر Rabbena’ğfir lî : Yâ Rabb, bana mağfiret et ), “( : ن َل ر ِ ف غا ا َن �ب َ ر َ ا Rabbena’ğfir lenâ : Yâ Rabb, bize mağfiret buyur ), “( : ُ ر ِ ف غ َ ت س َا � ِ إ � م ُ ه � لل َا َ ك Allâhümme innî estağfiruke : Yâ Rabb, mağfiretini niyâz ederim ), gibi bir duâ ve niyâz ile mağfiret ( bağışlanmak) istemek, ma’nâsınadır Tevbe ise, işlenen bir günâha pişmanlık duyarak ve bir daha yapmamaya azm ederek o günâhdan rücû’ edip Allâhü Teâlâ’ya teslîm olmakdır Bu bakımdan bir kimse, başka bir kimse nâmına tevbe edemez Fakat o kimsenin mağfiretini ( bağışlanmasını) isteyebilir Bunun için Allâhü Teâlâ tarafından, ر ِ ف غ َ ت سا َ و ُ �ا � � ِ إ َه َل ِ إ � ُه � نَأ م َل عا َف َ � ِ ن ِ م ؤ ُ م ل ِ ل َ و َ ك ِ ب ن َ ذ ِ ل ِ تا َن ِ م ؤ ُ م لا َ و ط “O halde ( fırsat elde iken) şu: -Allâh’dan başka hiç bir tanrı yokdur -, hakîkatini iyi bil Hem kendinin, hem de erkek mü’min’ler ile kadın mü’min’lerin günâhının mağfiretini ( bağışlanmasını ) iste” 129 âyet -i kerîmesi ile, Hazreti Muhammed aleyhi’s-selâm ’ın, hem kendisi, hem de ümmetleri için istiğfârda bulunması emr edilmiş, O da öyle yapmışdır 129 -Muhammed Sûresi, âyet 19 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 91 B u bakıman şer’ân en makbûl olan istiğfâr, tevbe ile birlikde tevbe ma’nâsına olan istiğfârdır Bu bakımdan kul, hiç bir zaman kusur ve noksanlıklardan hâlî olamıyacağı için, namaz, oruç, zekât, hacc gibi, bir çok ibâdet ve tâatlerden sonra istiğfâr etmek, meşrû’ kılınmışdır    Bunun için kul, gerek yaratılışının gâyesi, gerek kusur ve hatâ’larının afvi, gerekse verilen ni’metlerin şukrü için, hiç bir zaman kendini müstağnî görmeyerek ( hiç bir şey’e ihtiyâcım yok zannına kapılmayarak ), gurûr ve kibîre düşmeyerek, Yaratan ’ına yönelmeli, O’na teslîm olmalı ve tesbîh, tahmîd, istiğfâr ve tevbe 'yi elden bırakmamalıdır Bu sûretle de çok şukr edenlerden olmaya çalışmalıdır Çünkü Allâhü Teâlâ, ار ك ُ ش َ د ُ وا َ د َ لآ او ُل َ م ع ِ ا ط ُ ك � شلا َ ي ِ دا َب ِ ع ن ِ م ٌ لي ِ ل َق َ و ُ رو “Ey Dâvud hânedânı, siz (Allâh’a) şukr için çalışın Kullarımdan (hakkıyle) şukr eden azdır” 130 ِ يا َ ع َ م ا َ هي ِ ف م ُ ك َل ا َن ل َ ع َ ج َ و ِ ض ر� ا ِ � م ُ كا�ن � ك َ م د َ ق َل َ و َ ش ط ُ ك ش َت ا َ م �ي ِ ل َق َ نو ُ ر ع "And olsun, sizi yer (yüzün) de yerleşdirmişiz; siz e orada bir çok geçim vâsıtaları yaratmışızdır Ne az şukr edersiniz" 131 âyet-i kerîmelerinde beyân buyurulduğu üzere, hem kalbimiz, hem dilimiz, hem de a’zâlarımız ile -hem i’tikâd, hem i’tirâf, hem de çalışmak sûretiyle - her zaman şukr ile meşkûl 130 -Sebe’ Sûresi, âyet 13 131 -A'râf Sûresi, âyet 10 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 92 bulunmamızı, bu sûretle de hakkıyle şukr edenlerden olmamızı emr etmektedir Bunun için de, ِ ه ِ س ف َ ن ِ ل ُ ر ُ ك ش َي ا َ� � ِ إ َف َ ر َ ك َ ش ن َ م َ و ج َ ف َ ك ن َ م َ و ٌي ِ ر َ ك �ِ � َ غ � َ ر � ن ِ إ َف َ ر "Kim şükr ederse kendi fâidesinedir Kim de nankörlük ederse şü bhe yok ki Rabb'im (onun şukründen) müstağnîdir; (Hem o) hakkıyle kerem sâhibidir" 132 َ � � ِ إ َف ر ُ ك ش َي ن َ م َ و ِ ه ِ س ف َ ن ِ ل ُ ر ُ ك ش َي ا ج ٌ دي ِ َ � �ِ � َ غ َ �ا � ن ِ إ َف َ ر َ ف َ ك ن َ م َ و “Her kim şukr ederse ancak kendi lehine şukr etmiş olur Her kim de küfr ederse -ni’met’i Allâh’dan bilmeyip kendisinden veyâ başkasından bilirse - kendi aleyhine çalışmış olur Hiç şübhe yok ki Allâh, ganî’dir (müstağnî’dir) Her hamd’e de ancak o lâyıkdır” 133 buyurmaktadır Bu bakımdan -çok şukr eden, bütün güç ve kuvvetini şukre sarf eden - ma’nâsını ifâde eden “şekûr” lâfzının ilmî değeri, her ni’meti, Allâhü Teâlâ’dan bilerek ve O’nun bir vergisi, bir ihsânı olduğunu kabullenerek Allâhü Teâlâ’yı “Şirk” den ve her türlü şirk şâibelerinden tenzîh etmekdir Amelî değeri de, her hareketinde, her davranışında, her yaptığı veyâ yapmadığı işde, ta’kîb etdiği gâye ve maksâdı, kendi hevâ ve hevesi veyâ başkalarının hevâ ve hevesi için değil, yalnız Allâhü Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için yapmakdır Bunun için tesbîh ve takdîs, tam bir teslîmiyyet ile samîmî bir şekilde, -hem kalb, hem dil, hem de amel ( fiil) ile- 132 -Neml Sûresi, âyet 40 133 -Lukmân Sûresi, âyet 12 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 93 yapılmalıdır ki Allâhü Teâlâ nazarında makbûl olsun Yalnız lisan ile yapılan bir tesbîh, Allâhü Teâlâ nazarında makbûl değildir Çünkü Allâhü Teâlâ, َ و ِ إ ِ ة َ ك ِ ئ َل َ م ل ِ ل َ ك �ب َ ر َ لا َق ذ ِ إ ة َ في ِ ل َ خ ِ ض ر َ� ا ِ � ٌ ل ِ عا َ ج � ط ُ د ِ س ف ُي ن َ م ا َ هي ِ ف ُ ل َ ع َ � َا او ُلا َق دلا ُ ك ِ ف س َي َ و ا َ هي ِ ف َءا َ م ج د َ ق ُن َ و َ ك ِ د م َِ � ُ ح ب َ س ُن ُ ن َ ن َ و ُ س َ ل َ ك ط ا َق َ ل �ا َ م ُ م َل ع َا � ِ إ ُ م َل ع َ ت َ نو “Hani Rabb’in meleklere: -Muhakkak ben yer yüzünde (benim emirlerimi teblîğ ve infâza me’mûr) bir halîfe (bir insan, âdem) yaratacağım- demişdi (Melekler) de: -Biz seni hamdinle tesbîh ve takdîs (ayıblardan, eksiklerden, eş koşmakdan tenzîh) edib dururken orada (yerde) bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın - demişlerdi Allâh (da): -Sizin bilmeyeceğinizi her halde ben bilirim - demişdi” 134 � ل َ ع َ و َ م َ دآ َ م ا َ ك ِ ئ َل َ م لا َ ىل َ ع م ُ ه َ ض َ ر َ ع �ُ � ا َ ه � ل ُ ك َءا َ � َ� ِ ة ِ ب ن َا َ لا َ ق َ ف َ ه ِ ءا َ �ا ِ ب ِ �ؤ ُ ؤ� م ُت ن ُ ك ن ِ إ ِ ء َ � ِ ق ِ دا َ ص “(Âdem) e bütün isimleri öğretmişdi Sonra onları (onların delâlet etdikleri âlemleri, eşyâyı) meleklere gösterib : - Doğrucular iseniz (her şey’in iç yüzünü biliyorsanız) bunları adları ile bana haber verin - demişdi” 135 âyet -i kerîmesinde belirtilen süâl, cevâb ve îkâzdan sonra bütün melekler ve cinlerden oluğu halde onlar arasında bulunan ve ibâdeti sâyesinde üstün bir dereceye yükselen İblîs, 136 134 -Bakara Sûresi, âyet 30 135 -Bakara Sûresi, âyet 31 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 94 َ ن َ ت م � ل َ ع ا َ م � � ِ إ ا َن َل َ م ل ِ ع � َ ك َنا َ ح ب ُ س او ُلا َق ا ط ِ إ ي ِ ك َ �ا ُ مي ِ ل َ ع لا َ ت نَأ َ ك � ن ُ م “Seni tenzîh ederiz Senin bize öğretdiğinden başka bizim hiç bir bilgimiz yok Çünkü (her şey’i) hakkıyle bilen, huküm ve hıkmet sâhibi olan ancak Sensin Sen” 137 diyerek Allâhü Teâlâ’yı tesbîh ve takdîs et diklerini söylemişlerdi Fakat bu sözlerinde samîmî olup olmadıkları belli değildi Bunun için gizlediklerimizi de açığa vurduklarımızı da çok iyi bilen Allâhü Teâlâ, ِ ه ِ ئا َ � َا ِ ب م ُ ه ئ ِ ب ن َا ُ م َ دآ ا َي َ لا َق م ج َ ا ِ ب م ُ ه َا َب ن َا ا � م َل َ ف َ � ِ ه ِ ئا م � ُ م َل ع َا � ِ إ م ُ ك َل ل ُق َا َ � َا َ لا َق ُ م ُت ك َت م ُت ن ُ ك ا َ م َ و َ نو ُ د ب ُ ت ا َ م ُ م َل ع َا َ و ِ ض ر َ� ا َ و ِ تا َ و َ م � سلا َ ب ي َ غ َ نو 136 -" İblis , melâike cinsinden olmadığı hâlde onlardan sayılacak ka dar aralarında bulunuyordu Bunun için tağlîb sûretiyle ( bir ilişik ve ilgiden dolayı bir kelimeyi, başka bir ma'nâyı da içine alacak şekilde kullanma sûretiyl e) melâikeden istisnâ edilmiş ve hâli ayrıca beyân olunmuşdur" Hak Dîni Kur'ân Dili Türkce Tefsir, C 1 ss 317 El Hamd i Yazır "Bu bakımdan melekler derhâl secde etdikleri hâlde İb lis dayatdı, kibrine yediremedi Zâten o, kâfirlerden idi Çünkü âkıbetin böyle olacağını, Allâhü Teâlâ, ilm-i ilâhîsinde biliyordu Bunun için kaderde, kâfirler d efterinde mukayyed bulunuyordu Âdem'e secde emrine kadar, küfrü, fiilen meydana çıkmamışdı Zâten imtihân-ı ilâhînin hıkmeti de, îmân veyâ küfrü açığa çıkarıp isbât etmekd ir" "Fakat bir kimse, Allâhü Teâlâ böyle bildiği için mü'mi n veyâ kâfir olmaz O kimse, kendi fiil- i ihtiyârîsi ile mü'min veyâ kâfir olacağı için, Allâh ü Teâlâ da onu öyle biliyordu Bunun için de öyle takdîr etmişdi İblis de , nefsinde -mümkün olduğu hâlde - itâati ihtiyar etmedi, isyân yolunu tercih etdi O za man da bi'l-fiil kâfir oldu Böyle bir durumda ise İblis, Allâhü Teâlâ'yı inkâr etdiği için de ğil, O'nun emrine itâat etmediği ve O'nun emrini beğenmediği için kâfir olmuşdur" Hak Dîni Kur'ân Dili Türkce Tefsir, C 1 ss 318 El Hamd i Yazır "İblis, melekler ile ibâdet ve ülfet ve ünsiyet etdiğin den ve -ba'zı rivâyete n azaran- bir çok zaman meleklere muallimlikde bulunduğundan, sıfa tı i'tibâriyle, meleklerden ma'dûd olarak ( sayılarak) istisnâ olunmuşdur Çünkü melekler ile berâber secdey e me'mûr olup muhâlefet etdiğinden istisnâ olundu" Hulasatü'l -Beyân fî Tefsîri 'l-Kur'ân, C 1 ss 98 Mehmed Vehbi 137 -Bakara Sûresi, âyet 32 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 95 “-Ey Âdem, onları adları ile kendilerine haber ver - deyib de o da onları isimleri ile söyleyiverince şöyle dedi : -Size d emedim mi ki göklerin ve yerin ğayıblarını şübhesiz ben bilirim Neyi açıklarsanız, neyi de gizlemişseniz hepsini elbetde ben biliyorum” 138 buyurarak onların samîmî olup olmadıklarını imtihân etmek için -(kendi amellerine kendilerinin şâhid olması için) - hepsine birden “Âdem için (Allâh’a) secde edin” emrini verdi Bunun üzerine bütün melekler derhal secdeye vardı, fakat İblîs secde etmedi Bu sûretle de içindeki küfrü, kibri ve samîmîyyetsizliği açığa vurarak ilâhî imtihanı kayb etdi Bunun netîcesi nde de Allâhü Teâlâ’nın rahmetinden ve mağfiretinden uzak kalarak ebedî lâ’nete uğramış oldu ki şu âyet -i kerîme de, bu hakîkati açık bir şekilde ifâde etmektedir: ذ ِ إ َ و او ُ د ُ ج سا ِ ة َ ك ِ ئ َل َ م ل ِ ل ا َن ل ُ ق ِ � ي ِ ل ب ِ ا � � ِ إ او ُ د َ ج َ س َف َ م َ د َ س ط َ ت سا َ و َ � َا َ ن ِ م َ نا َ ك َ و َ ر َ ب ك يِ ر ِ فا َ ك لا َ ن “Hani meleklere: -Âdem için (Allâh’a) secde edin- demişdik de (şeytanların reîsi olan) İblîs’den başkası hemen secde etmişlerdi O ise dayatmış, kibirlenmek istemişdi (Zâten de) o, kâfirlerden idi” 139 İşte Allâhü Teâlâ’yı, samîmî bir şekilde tesbîh ve takdîs etmenin veyâ etmemenin netîcesi böyledir Bu bakımdan, اي ِ ث َ ك او ُ ك ب َي ل َ و �يل َق او ُ ك َ ح ض َي ل َ ف ج ءا َ ز َ ج نا َ ك ا َِ � ُ و ُ ب ِ س ك َي ا َ نو 138 -Bakara Sûresi, âyet 33 139 -Bakara Sûresi, âyet 34 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 96 "Artık kazanmakda oldukları (günâhın) cezâsı olmak üzere az gülsünler, çok ağlasınlar" 140 âyet -i kerîmesinde ifâde buyurulan hakîkate çok iyi kulak vermek lâzımdır Bunun için bize düşen görev, -İblis gibi kibir ve gurûra kapılmadan - melekler gibi, samîmî bir şekilde tam bir teslîmiyyetle hem kalbimiz, hem dilimiz, hem de ibâdetlerimiz ( fiillerimiz ) ile Rabb’imiz olan Allâhü Teâlâ’yı tesbîh ve takdîs ederek O’nu, noksan sıfatlardan tenzîh edip kemâl sıfatları ile muttasıf kılmak ve varlığını, birliğini şeksiz ve şübhesiz kabûl etmek ve O’na eş ( ortak) koşarak müşrik bir kimse durumuna düşmemekdir Ne mutlu bu görevi gereği gibi yapanlara ve yapmaya çalışanlara    ادا َ س َف� َ و ِ ض ر� ا ِ � ا ّ و ُل ُع َ نو ُ دي ِ ر ُي � َ ني ِ ذ � ل ِ ل َاه ُل َ ع َ � ُة َ ر ِ خ� ا ُ را � دلا َ ك ل ِ ت ط َ � ِ ق �ت ُ م ل ِ ل ُة َب ِ ق َاع لا َ و "İşte âhiret yurdu! Biz onu yer yüzünde büyüklük ve fesad arzûsuna düşmeyeceklere veririz (En güzel) âkıbet müttekî'lerin (takvâ sâhiblerinin) dir" 141    140 -Tevbe Sûresi, âyet 82 141 -Kasas, 83 Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 97 Ş i r k ( َ ا ر شل ُ ك ) Lügatde, ortaklık, imtizac ( ya’nî iki veyâ daha fazla şey’leri birbirine uygun hâle getirerek tek bir şey’ imiş gibi yapma ), ihtilât ( ya’nî birden fazla şey’leri birbirine karıştırıp tek bir şey’ imiş gibi yapma ), ma’nâlarınadır Şerîk ( َ ا ي ِ ر � شل ُ ك ) de “ortak” ma’nâsınadır ki cem’i Şürekâ’ ( َ ا َ ك َ ر � شل ُ ءا ) ve İşrâk ( َ ا ِ � ا َ ر ش ُ ك ) gelir İstılâhda ise, Allâhü Teâlâ’ya ortak koşma, Allâhü Teâlâ’dan başka ilâh -tanrı , ma’bûd - tanıma veyâ onlara inanma, ma’nâsınadır ki çeşitleri çokdur Allâhü Teâlâ’ya ortak koşulan şey’ler, her hangi bir varlık olabildiği gibi bir melek, bir insan, bir peygamber veyâ kutsal ve kurtarıcı sayılan her hangi bir şey’ olabilir Bir kimse böyle bir şey’e inanır ve bu inancına göre yaşamaya veyâ ibâdet etmeye başlarsa, o kimseye “müşrik” denir Böyle bir kimse Hakk din’lerin gösterdiği doğru yola yönelmiyerek ölünceye kadar bu bâtıl hâl üzerinde yaşar ve öyle ölürse, o kimse müşrik olarak ölür ve ebedî Cehennem’de kalır Bu bakımdan aklı başında olan bir insanın yapacağı ve yapmaya çalışacağı tek şey’, insanı, Allâhü Teâlâ’nın rahmetinden ve mağfiretinden uzak bırakıp ebedî Cehennem’lik Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 98 yapan gizli ve açık şirk’in, her çeşidinden şiddetle kaçınmak olmalıdır 142 142 -Burada, şirkin kaynağını daha iyi anlayabilmek için, "Hakk dîn" ve "Bâtıl dîn" ta'birlerinin ifâde etdikleri anlamları, şu şekilde öz etliyebiliriz: Umûmî ma'nada din, insanların, kendilerinden üstün buld ukları insan üstü bir kudret ve kuvvetin varlığına inanmaları demekdir İnsan ile insan üstü tanınan bu kudret ve kuvvet arasındaki münâsebetler, îmânın akîdeleri, ibâ detler ve türlü ahlâkî duygular şeklinde kendini gösterir İnsan, kendisinden üstün gördü ğü bu varlığın ya celâl' inden (kuvvet, kudret ve azametinden) korkar veyâ cemâl' ine (güzelliğine) karşı büyük bir hayranlık duyar İşte bu duygular karşısında kalan in san, kendi hareketlerini, bu varlığın memnûn olacağı bir şekilde yapmaya çalışır İnsanda -doğuştan mevcûd bulunan - bu arzûnun zarûrî bir netîcesi olarak da -umûmî ma'nâda - dîn denilen şey'in esâsları doğmuş olur Bu bakımdan bu iki özellik, ya'nî insana ümit veren şey'lerin kaynağı ile korku veren şey'lerin kaynağı, -Mecûsî'lerin Hayır ve Şerr ilâhında olduğu gibi - ayrı ayrı merkezlerde mütâlea edilirse şirk ve küfür yollarına gi dilmiş ve dalâlet yollarına sapılmış olur Ama tek bir merkezde mütâlea edilirse o zaman da Tevhîd-i ilâhî' ye yönenilmiş ve yaratana teslîm olunmuş olur Bunun netîce si olarak da kalb, istediğini bulup yaratılış gâyesine ulaşmış ve hâlikına kavuşmuş bulun ur Târih boyunca gelip geçmiş insan topluluklarının yaşayış t arzlarını, bilgi ve inançlarını tetkîk edecek olursak, hiç bir insanın, hi ç bir topluluğun, kendisinden üstün gördüğü her hangi bir şey'e inanmamış olduğunu göremeyiz Mut lakâ bir şey'e inandığını ve türlü şekillerde ona ibâdet etdiğini g örürüz Bu, türlü şekillerdeki inanış ve ibâdetler ise, ancak Allâhü Teâlâ'nın göndermiş olduğu Peygamberlere inanmayan ve onların bildirmiş oldukları esâsları kabûl etmeyen insan top luluklarında görülür ki böyle bir inanış, şirkin ve küfrün kendisi olup insanı dünye vî ve uhrevî felâketlere sürükleyen bâtıl bir inanışdır Bu bakımdan hakîkî ma'nada dîn, Allâhü Teâlâ tarafında n vaz' olunmuş ilâhî bir kânûndur İnsanlara saâdet yollarını gösterir Onların saâ dete erişmelerine vesîle olur İnsanların yaratılışlarındaki gâye ve hedefi, Allâhü Teâlâ'ya ne şekild ibâdet ve kulluk yapılacağını bildirir Kendi arzûları ile Allâhü Te âlâ'nın dînini kabûl eden akıllı insanları, dâimâ hayırlı işlere sevk ederek kötü işle rden men' eder Cenâb-ı Hakk, dîn denile n bu ilâhî kânûnlarını, vahy sûretiyle, en sevgili k ulları olan Peygamberlerine bildirmiş, onlar da ümmetlerine teblîğ etmişlerdir Bu bakımdan İslâm ulemâ'sı, dînleri, sâhib oldukları ma'nevî kıymete göre değerlendirerek " Hakk dînler" ve "Bâtıl dînl er" diye iki kısma ayırmışlardır Bütün Peygamberlerin teblîğ etmiş oldukları Hakk dînle rin esâsı, Tevhîd-i ilâhî olduğundan -Kur'ân -ı Kerîm'in teblîğ ve ta'lîm eylediği usûl -i dîn ve i'tikâd ne ise -, onlarda da aynıdır Bir değişiklik ve tekâmül yok dur Fakat her Peygamberin, -dînin Zamânımızda T e v h î d ve Ş i r k 99 Şirk’in en gizlisi, kibir ve gurûrdur ki İblîs bu yüzden helâk olmuşdur Mevlânâ Celâleddîn -i Rûmî Hazretleri’nin, “Kibirsiz olmakla övünme, Çünkü kibir ve gurûr, karanlık bir gecede kara taşın üzerinde yürüyen siyah karıncanın izinden bile gizlidir” sözleri, bizim -şirk’in her çeşidinden kaçınmamız - için, güzel bir ibret kaynağıdır Bu bakımdan, َ م َ و ا ُ ك ِ ر ش ُ م م ُ ه َ و � � ِ إ ِ �اا ِ ب م ُ ه ُ ر َ ث ك َا ُ ن ِ م ؤ ُي َ نو “Onların çoğu, Allâh’a ortak tutmaksızın îmân etmez, (şirk koşmaksızın îmân etmez)” 143 aslından olan i'tikâdî konular dışında -, ümmetlerine teblîğ etmiş olduğu şer'î hukümlerin ba'zılarında -o ümmetlerin isti'dâdlarına, zaman ve mekânın şartlarına ve ictimâî (toplumsal) ihtiyaçlara göre - ba'zı değişiklikler vardır Bu bakımdan bu değişiklikler, dînin aslında değil, ba'zı şer'î hukümler dedir ki şu âyet-i kerîme, bunun açık bir ifâdesidir: ِ با َت ِ ك لا َ ن ِ م ِ ه ي َ د َي َ � َب ا َ م ِ ل اق د َ ص ُ م ق َ � ِ اب َ با َت ِ ك لا َ ك ي َل ِ إ ا َن ل َ ز ن َا َ و حا َف ِ ه ي َل َ ع ان ِ م ي َ ه ُ م َ و ا َِ � م ُ ه َ ن ي َب م ُ ك �َ و ُ �ا َ ل َ ز ن َا ق َ �ا َ ن ِ م َ ك َءا َ ج ا � م َ ع م ُ ه َءآو ه َا عب �ت َ ت ط اجا َ ه ن ِ م َ و ة َ ع ر ِ ش م ُ ك ن ِ م ا َن ل َ ع َ ج � ل ُ ك ِ ل ط و َل َ و م ُ كي َتآ ا َ م ِ � م ُ ك َ و ُل ب َي ِ ل ن ِ ك َل َ و ة َ د ِ حا َ و ة � م ُا م ُ ك َل َ ع ََ � ُ �ا َءا َ ش ا او ُ ق ِ ب َت سا َف ِ تا َ ر ي َ � ط م ُ ك ُ ع ِ ج ر َ م ِ �ا َ � ِ إ َ نو ُ ف ِ ل َت َ � ِ هي ِ ف م ُت ن ُ ك ا َِ � م ُ ك ُئ ِ ب َن ُ ي َ ف اعي ِ َ � � "(Habîbim), Sana da, hakk olarak, - daha önceki kitâb (lar)ı doğrulayıcı ve tasdîk edici olarak ve ona karşı bir şâhid olmak üzere - kitâbı (Kur'ân'ı) gönderdik Artık aralarında Allâh'ın indirdiği ile hukm et; san a gelen gerçeği bırakıp da onların arzûlarına uyma (Ey ümmetler), Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik Allâh dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat si ze verdiği (yol ve şerîatle rde) sizi imtihân etmek için (böyle yapdı) Öyle ise iyi işlerde birbiriniz ile yarışın Hepinizin dönüşü Allâh'adır Artık O, hakkında ihtilâf et mekde olduğunuz şey'leri (n gerçek tarafını) size (orada) haber verecekdir" (Mâide, 48) 143 -Yûsüf Sûresi, ây et 106 ...