CKarakilic.com
Current View

Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân-ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri)

Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 0 ALLÂHÜ TEÂLÂ'YA İTÂAT KONULAR INDA ÎMT İH Â N -I İL ÂHÎ (KÜTÜPHÂ NE SOHBET LER İ) Y A Z A N Ali Celâleddin Karakılıç 2019 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 1 ALLÂHÜ TEÂLÂ'YA İTÂAT KONULAR INDA ÎMTİHÂN -I İLÂHÎ (KÜTÜPHÂ NE SOHBET LERİ ) Y A Z A N Ali Celâleddin Karakılıç 2019 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 2  Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 3 Besmele Hamdele Salvele ْ سِ ب ِ ميِ ح � رلا ِ ن َْ حْ � رلا ِ للها ِ م َ ينِ م َلا َ ع ْلا ِّ ب َ ر ِ للهِ ُ د ْ م َْ لْ َالا ِ ميِ ح � رلا ِ ن َْ حْ � رلالا ِ نيِّ دلا ِ م ْ و َي ِ كِ لا َ مط ُ ينِ ع َت ْ س َن َ كا �يِ إ َ و ُ د ُب ْ ع َن َ كا �يِ إط ْ مِ ه ْ ي َل َ ع َ ت ْ م َ ع ْ ن َا َ نيِ ذ� لا َ طا َ رِ ص َ ميِ ق َت ْ س ُ م ْلا َ طا َ ر ِّ صلا ا َنِ د ْ هِ الا َ ينِّ لا � ضلا لآ َ و ْ مِ ه ْ ي َل َ ع ِ بو ُ ض ْ غ َ م ْلا ِ ْ يْ َ غ ٍ ميِ ق َت ْ س ُ م ٍ طا َ رِ ص َ لىِ إ ُءا َ ش َي ْ ن َ م يِ د ْ ه َي ُ للها َ و ِ ملآ ْ سِ لإ ْا َ و ِ نا َيمِ لإِ ل ا َني َ د َ ه يذ� لا ِ للهِ ُ د ْ م َْ لْ َا َْ لْ َا َ ىف َط ْ صا َ نيِ ذ� لا ِ هِ دا َبِ ع َ ىل َ ع ٌ ملآ َ س َ و ِ للهِ ُ د ْ م ِ ب ْ م ُ ه َ عِ ب َت ْ ن َ م َ و َ نيِ رِ ها� طلا َ ينِ ب ِّي� طلا ِ هِ ب ْ ح َ ص َ و ِ هِ لآ َ ىل َ ع َ و ٍ د � م َُ مُ ا َنِ لو ُ س َ ر َ ىل َ ع ُ م َلا � سلا َ و ُة َ ول � صل َا ٍ نا َ س ْ حِ إ ِ نيِّ دلا ِ م ْ و َي َ لىِ إ Bi’smi’llâhi’r -Rahmâni’r -Rahîm Bütün âlemlerin Rabb’i, Rahmân ve Rahîm, Din Günü'nün sâhibi olan Allâh’a hamd olsun Yâ Rabb, biz Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz Bizleri doğru yola hidâyet eyle O kendilerine ni’met verdiklerinin yoluna ilet Gazâba uğrayanları nkine ve sapıklarınkine değil Bizi, îmân’a ve (fıtrat dîni olan) İslâm’a hidâyet eden Allâh’a hamd olsun Allâh, kimi dilerse onu, (kendisinde hayır gördüğü kimseleri) doğru yola iletir Hamd olsun Allâh’a ve selâm olsun O’nun beğenip seçtiği (kendisinde hayır görüp doğru yola iletdiği ) kullarına Salât ve selâm, Rasûl’ümüz Hazreti Muhammed üzerine, tayyîb ve tâhir olan Âl ve Ashâb’ının üzerine ve Kıyâmet’e kadar ihsân ile Âl ve Ashâb’ına tâbi’ olanların üzerine olsun Âmîn    Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 4 ِ نو ُ د ُب ْ ع َ يِ ل � لاِ إ َ س ْنِ لا ْا َ و � نِ ْ لْا ُ ت ْ ق َل َ خ ا َ م َ و “Ben cinleri de, insanları da (başka bir hıkmetle değil) ancak bana kulluk etsinler, (benim varlığımı ve birliğimi bilsinler, beni noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak bana kulluk etsinler), diye yaratdım” 1 1 -Zâriyât, 56 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 5 ْ ميِ ج � رلا ِ ن َاط ْ ي � شلا َ نِ م ِ للهاِ ب ُذ ُ وع َا ْ سِ ب ِ ميِ ح � رلا ِ ن َْ حْ � رلا ِ للها ِ م ALLÂHÜ TEÂLÂ'YA İTÂAT KONULAR INDA ÎMTİHÂN -I İLÂHÎ  Yaratılışın amacı Şerîki, nazîri, dengi, ortağı, benzeri olmayan; zâtında, sıfatlarında, işlerinde bir eşi ve deng i bulunmayan; zâtî ve sübûtî sıfatlarında ve fiil lerinde kendi zatına mahsus bir vâcib -i mutlak olan Allâhü Teâlâ, mahlûkâtı yaratmadan önce zâtıyle, sıfâtiyle, ilmiyle, ef’aliyle, kudretiyle, azametiyle berâberdi 2 Bunun için imâmların imâmı İmâm A’zam rahmetü’llâhi aleyh’ e, “Allâhü Teâlâ, İnsanları, cinleri ve kâinâtı yaratmazdan önce nasıldı?” diye soranlara “Kendi kudreti ile berâberdi ” cevâbını vermişdir 2 -Allâhü Teâlâ’nın zâtî sıfatları , Vücûd (Var olan ), Kıdem (Kadim ve ezelî olan ), Bakâ (Bâkî olup varlığının sonu olmayan ), Vahdâniyet (Bir olup zâtında, sıfatlarında, fiillerinde tek olup eşi ve benzeri bulunmayan ), Muhâlefetün li’l - havâdis (Sonradan olanlara benzemeyen ), Kıyâm bi -nefsihî (Varlığı kendi zatının muktezâsı olup başkasından olmayan ); Sübûtî sıfatları , Hayat (Diri olan ), İlim (İlim sâhibi olup olmuşu, olanı, olacağı, gerek kü l hâlinde, gerekse ayrı ayrı bilen )), Semi’ (İşiten ), Basar (Gören ), İrâde (Bir şey’in şöyle veyâ böyle olmasını dileyen ve dilediği gibi tahsis eden ), Kudret (Dilediği şey’leri dilediği gibi yapmaya kâdir olan), Kelâm (Harf ve savta muhtaç olmadan konuşan ), Tekvîn (Yaratmak, rızık vermek, ni’met vermek, azâb etmek, diriltmek, öldürmek gibi tüm filleri icrâ’ eden ) dir Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 6 Allâhü Teâlâ da, Habîbi ve Rasûlü Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’e ilham buyurduğu bir Hadîs -i Kudsî ’sin de, şöyle buyurmuşdur : ُ ك ْ ن ُ ت َ ك ْ ن َ م ًاز ْ خ ِ ف ي َف ًا َ أ ْ ح َب ْ ب ُ ت َأ ْ ن ُأ ْ ع ِ ر َ ف َف َ خ َل ْ ق ُ ت ْلا َ خ ْ ل َ ق ، “Ben gizli bir hazîne idim, bilinmek istedim, bilinmek için de mahlûkâtı yaratdım” 3 Böyle bir Hadîs -i Kudsî’nin m a’nâsı, hem sahîh, hem de hakk ve hakikate uygun dur Çünkü ifâde buyurduğu hakikati , 3 -Keşfü’l -Hafâ,II,173 Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr, C 8 ss 183 Elmalılı M Hamdi Yazır (Sadeleştirilmiş Mülk sur esi tefsirinden) Bu Hadîs -i kudsî hakkında ba’zı kimse ler senedi zayıf demişlerse de, Aliyyü’l - Kârî gibi bir kısım büyük muhaddis’ler de, bu Hadîs -i Kudsî hakkında, “Senedi olmasa da ma’nâsı sahîhdir, hakk ve hakikate uygundur” demişlerdir Bu hadîs -i şerîf, ma’nâsı Allâhü Teâlâ’dan, lâfzı Rasûlü’llâh aleyhi’s -selâm ’dan olan k udsî bir kelâmdır ve Kur’ân -ı Kerîm’den sonra ikinci derecede bulunan Allâh kelâmıdır Allâhü Teâlâ, bu şekildeki hadîslerin ma’nâsını ilhâm yolu ile Rasûlü Hazret i Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’e haber verm iş, O da o ma’nâyı kendi ifâdesi ile ümmet lerine teblîğ etmişdir Kudsî olmayan hadîs -i şerîf’lerin hem ma’nâsı hem de lâfzı, Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’e âiddir Çünkü bu şekildeki hadîs -i şerîf’ler de, aşağıdaki âyet -i kerîme’lere göre, yine vahye ve ilhâma müsteniddir : ْ ن َي ا َ م َ و ُ قِ ط ْلا ِ ن َ ع ى َ و َ هط ى َ حو ُي ٌ ي ْ ح َ و � لاِ إ َ و ُ ه ْ نِ إلا ى َ و ُ ق ْلا ُ ديِ د َ ش ُه َ م� ل َ ع لا “O, kendi (re’y ve) hevâsından söylemez O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başka (bir şey’) değildir Onu m üthiş kuvvetlere mâlik olan (Cebrâîl aleyhi’s - selâm ) öğretdi” (Necm, 3 -4-5) ِ ليِ وا َق َلاا َ ض ْ ع َب ا َن ْ ي َل َ ع َ ل � و َ ق َ ت ْ و َل َ و لا ََ لا ِ ينِ م َي ْلاِ ب ُه ْ نِ م ا َن ْ ذ َ خ لا ْ م ُ ك ْ نِ م ا َ م َف َ ينِ ت َ و ْلا ُه ْنِ م ا َن ْ ع َط َ ق َل � ُ ثُ َ نيِ زِ جا َ ح ُه ْ ن َ ع ٍ د َ ح َا ْ نِ م “Eğer (Peygamber söylemediğimiz) ba’zı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı” “Elbetde O’nun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverirdik (boynunu vu rurduk)” “Sonra da, hiç şübhesiz, O’nun kalb damarını koparırdık (da yaşatmazdık)” “O vakit sizden hiç biriniz buna (bu katlimize) mâni’ de olamazdınız” Hâkka ,44 -45-46-47 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 7 şu âyet -i kerîme ve benzerleri , açık bir şekilde te’yîd edip açıklar ِ نو ُ د ُب ْ ع َ يِ ل � لاِ إ َ س ْنِ لا ْا َ و � نِ ْ لْا ُ ت ْ ق َل َ خ ا َ م َ و “Ben cinleri de, insanları da (başka bir hıkmetle değil) ancak bana kulluk etsinler, (benim var lığımı ve birliğimi bilsinler, beni noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak bana kulluk etsinler), diye yaratdım” 4 Şu halde b u Âyet -i kerîme ve Hadîs -i Kudsî ’nin ifâdesine göre yaratılışın amacı , “Ma’rifetü’llâh” dır : ya’nî Allâhü Teâlâ’nın varlığını, birliğini bilib O’na inanma; O’nu noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak “O’na kulluk etme” dir  İlk Rû hun yaratılışı ُ ك ْ ن ُ ت َ ك ْ ن َ م ًاز ْ خ ِ ف ي َف ًا َ أ ْ ح َب ْ ب ُ ت َأ ْ ن ُأ ْ ع ِ ر َ ف َف َ خ َل ْ ق ُ ت ْلا َ خ ْ ل َ ق ، “Ben gizli bir hazîne idim, bilinmek istedim, bilin mek için de mahlûkâtı yaratdım” buyuran Allâhü Teâl â, ilk önce, “Ol” emri ile, mâhiyetini ve keyfiyyetini bilmediğimiz ilk Rûh ’u yaratdı � نِ إ ْ نَأ ا ًئ ْ ي َ ش َ دا َ رَأ ا َ ذِ إ ُه ُ ر ْ مَأ ا َ م ُ نو ُ ك َي َ ف ْ ن ُ ك ُه َل َ لو ُ ق َي “Onun emri, bir şey’i dilediği zaman, ona ancak -Ol - demesinden ibâretdir O da (hemen) oluverir” 5 4 -Zâriyât, 56 5 -Yâsin, 82 Bu âyet -i kerîme, Cenâb -ı Hakk’ın “Tekvîn” sıfatının bir ifâdesidir Tekvîn , Kevn :olmak’dan Tef’îl dir ki oldurmak, var etmek, demekdir Bunun için olana Kâine , hâdise derler ki cemi leri Kâinât ve hâdisâ t’dır Kur’ân -ı Hakîm ve Meâl -i Kerîm,C 2 s s 758 Hasan Basri Çantay Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 8 ِ حو � رلا ِ ن َ ع َ ك َنو ُلَ أ ْ س َي َ وط ِّ بّ َ ر ِ ر ْ مَأ ْ نِ م ُ حو � رلا ِ ل ُق ْ م ُتيِ توُأ ا َ م َ و ِ م َ ن ًلايِ ل َق � لاِ إ ِ م ْ لِ ع ْلا “Sana -Rûh - u sorarlar De ki: Rûh, Rabb’imin emri (cümlesi) ndendir (Zâten) size az bir ilimden başka (bir şey’) de verilmemişdir” 6 َ ن ُ وعِ ج َار ِ ه ْ ي َلِ إ ا � نِ إ َ و ِ ه لِ ل ا� نِ إ “Biz (dünyâda) Allâh’ın (teslim olmuş kulları) yız ve biz (âhiretde) O’na dönücüleriz” )7 َ خ َل ْ ق ُت َ ك ِ م ْ ن ُ ون ِ ر َ و ْ ج ِ هي َ و َ خ َل ْ ق ُ ت ِ م ْ ن ُ ون ِ ر َ ك َء َاي ْ ش ْ لْا � ل ُ ك “Seni k endi veçhimin (zâtımın) nûrundan , diğer şeyleri de senin nûrundan yarattım” 8 َ خ َل ْ ق ُت َ ك ِ م ْ ن ُ ون ِ ر َ و ْ ج ِ هي َ و َ خ َل ْ ق ُ ت ِ م ْ ن ُ ون ِ ر َُ مُ � م ٍ د ُ ك � ل ْ لْا ْ ش َاي َء “Seni kendi veçhimin (zâtımın) nurundan, diğer şey’leri de Muhammed’in nûrundan yaratdım” 9 âyet -i kerîme ve hadîs -işerîf ’ler i bunun apaçık bir delîlidir  İlk insan Rû hun un ilâhî imtihâ nı ِ ن ُ وت ْي � زلا َ و ِ ين ِّتلا َ ولا َ ينِ نيِ سِ ر ُ وط َ ولا ِ ن َ س ْ ح َا ِ فِ َ نا َ س ْنِ لا ْا َان ْ ق َل َ خ ْ د َ ق َل ِ ينِ م َلا ْا ِ د َل َ ب ْلا ا َ ذ َ ه َ و ٍ يمِ و ْ ق َ تط َ ينِ لِ فا َ س َ ل َ ف ْ س َا ُه َان ْ د َ د َ ر � ُ ثُلا ٌ ر ْ ج َا ْ م ُ ه َل َ ف ِ تا َِ لْا � صلا ا ُ ولِ م َ ع َ و ا ُ ون َ مآ َ نيِ ذِّ لا � لاِ إ ٍ ن ُ ون ْ َ مَ ُ ر ْ ي َ غط ُ د ْ ع َب َ ك ُبِّ ذ َ ك ُي َام َف ِ ني ِّ دلاِ بط َ ينِ مِ ك َا ْ لْا ِ م َ ك ْ ح َاِ بُ للها َ س ْ ي َل َا "Tîn, Zeytûn, Sînîn dağı ve bu Emîn şehir hakkı için yemîn ederim ki biz, insanı, (asâleten değil vekâleten halifeliğe lâyık olabilmesi için ) Ahsen -i takvîm üzere (en 6 -İsrâ’, 85 7 -Bakara, 156 8 -İmâm Ahmed, Müsned IV -127; Hâkim, Müstedrek II -600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV -312/6404; Aclûnî, Keşfü'l -Hafâ I -265/827 9 -Ahmed bin Hanbel Müsned,C 4 ss 128 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 9 güzel bir sûretde) yaratdık Sonra da O'nu, (halifeliğe lâyık olup olmadığını denemek için) aşağıların aşağısı olan Esfel -i sâfilîn'e redd etdik (Cehennem'in en alt tabakalarına kadar götüren şehevî arzûlarına, hevâ ve hevesine düşkün bir nefis ile berâber kıldık ve onun a rzûlarına meyyâl bir hâle çevirdik) Ancak îmân edip güzel güzel amel ve hareketlerde bulunan kimseler, (halifeliğe lâyık olup) bundan müstesnâdır Onlar için bitmez, tükenmez (başa kakılmaz) mükâfât vardır O hâlde (Sen bu hakîkate inandıkdan sonra ) sana dîni (bu hakikatleri) ne tekzîb etdirebilir? Allâh, hâkimlerin hâkimi değil midir?" 10 ْ م ُ ك َل َ ع َ ج يِ ذ� لا َ و ُ ه َ و َ ْ لْا َ فِ ئ َلا َ خ ِ ل ٍ تا َ ج َ ر َ د ٍ ض ْ ع َب َ ْ و َ ف ْ م ُ ك َ ض ْ ع َب َ َف َ ر َ و ِ ْ ر ْ م ُ ك َ و ُل ْ ب َي ْ م ُ كا َتآ ا َ م ِ فِط ميِ ح � ر ٌ رو ُ ف َغ َل ُه� نِ إ َ و ِ با َ قِ ع ْلا ُ يِ ر َ س َ ك �ب َ ر � نِ إ “O, sizi yer yüzünün halîfeleri yapan, sizi, size verdiği şey’lerde, sizi imtihana çekmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır Şübhe yok ki Rabb'in, cezâsı pek çabuk olandır ve muhakkak ki O, hakkıyle Ğafûr (yarlığayıcı) ve hakkıyle Rahîm (esirgeyici) dir" 11 Âyet -i kerîme’lerinde ve benzeri âyet -i kerîme'lerde ifâde buyurulduğu gibi, Ahsen -i takvîm üzere (en güzel bir şeki lde ) yaratılan insan tims âli Bu ilk Rûh , var olan, bir olan, noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf olan ; zamandan ve mek ândan münezzeh olup her türlü teşbih ve temsilden uzak bulunan Allâhü Teâlâ’nın dilediği bir makamda , kendi hür irâdesi ile dolaşıp durdu O vakit daha hiçbir şey yoktu Levh -i Mahfûz’un , Kalem ’in (Akl’ın), cennet ve cehennem ’in , melek ler in, İblîs’ in, gök lerin, yer lerin , güneş in, ay ın, cin lerin ve insan ların henüz yara tılmamış 10 -Tîn, 1 -8 11 -En'âm, 165 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 10 olduğu bu zamanda; mâhiyyeti ve keyfiyyeti beşer akıl ve idrâkine sığmayan böyle yüce bir makamda, kendi hür irâdesi ile gezip dolaşırken birşeyler hissetmey e; birşeyler düşünmeye başladı Kendisini y aratan böyle bir kudretin eşsiz bir övgüye ve sevgiye lâyık olduğuna karar verdi Zamandan ve mekândan münezzeh olan böyle bir kudretin huzû runa vararak , O’na teşekkür de bulunmak anlamında , büyük bir teslimiyyetle secdeye vardı ve “ لله ُ د ْ م َ ح ْل َا :El -Hamdü li’llâh : Her türlü hamd -ü senâ, Allâh ’a mahsusdur ” dedi Bu suretle de ilk imtihân -ı ilâhî’ yi kazanmış oldu 12 O’nun böyle büyük bir teslimiyyetle hamd -ü senâ da bulunarak İmtihân -ı ilâhî’yi kazanmasına karşı n, Allâhü Teâl â da O’na, lûtf -ü ihsânda bulunarak “ ًاد � م َ ح ُ م ِ نِ ُ وك : Benim için Muhammed ol , ( ya’nî eşsiz bir sevgi ve övgüye lâyık olarak yerlerdeki göklerdeki mahlûkâtıma, son suz rahmetimin müjdecisi ol ) diye hitâb etti ve O’na, “Muhammed” ismini vererek “Habîbim” dedi Çünkü ( ُ د ُ ود َ و ْل َا :El -Vedûd: Seven ve sevilen , iyi ve sâlih kullarını seven, onları rahmet ve rızâsına erdiren, sevilmeye ve dostluğa lâyık olan ) isminin muktezâsı böyle idi Bunun için de böyle bir Habîbini, yaratacağı mahlûkâta, sonsuz “Rahmeti” nin müjdecisi olarak görevlendirdi ki şu âyet -i kerîme’ler, bunun apaçık bir delilid ir 12 -Bu esâsa binâendir ki dinden diyânetden hiçbir haberi olmayan bir kimsenin Allâhü Teâlâ'nın varlığını, birliğini ve noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf olduğunu kendi hür irâdesi ve aklı ile bulup bilmesi ve O'na inanması farzdır ki insan aklı, böyle bir yaratıcının olduğunu bilmekle yükümlüdür Fakat bu yaratıcıya nasıl ibâdet ve kulluk yapılacağını bilemez Ancak bir peygambere tâbi' olup onun emir ve nehiyleri doğrultusunda bilir Bunun için de, şöyle buyurulmuşdur: “Rasûl size ne verdi ise onu alın, size ne yasak etdi ise ondan da sakının Allâh’dan korkun Çünkü, Allâh (ın) azâbı çetindir” Haşr 7 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 11 َ ينِ م َلا َ ع ْ لِّ ل ًة َْ حْ َ ر � لاِ إ َ كا َن ْ ل َ س ْ رَأ ا َ م َ و “(Habîbim), biz seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik (yarattık)” 13 ا َ ه �يَأ ا َي ا ً ريِ ذ َن َ و ا ً ر ِّ ش َب ُ م َ و ا ً دِ ها َ ش َ كا َن ْ ل َ س ْ رَأ ا� نِ إ �ِ بِ�نلا ِ هِ ن ْ ذِ إِ ب ِ ه� للا َ لىِ إا ًيِ عا َ د َ و ا ً يِْ ن � م ا ً جا َ رِ س َ و “Ey peygamber, biz seni hakikaten bir şâhid, bir müjdeci ve bir nezîr (korkutucu ) ve Allâh’a, O’nun emri (ve te’sîri) ile bir da’vetci ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik” 14 Bundan dolayı da O, Allâhü Teâlâ’nın Habîbi olan ilk insan , tüm insanların rûhlar âlemindeki ilk babası , Allâhü Teâlâ’nın tüm insanlara bir şâhid , bir müjdeci , bir nezîr (korkutucu ), bir da’vetci ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdiği hem ilk, hem de son peygamber ’dir Böyle bir dereceye, böyle bir ilâhî lûtfe nâil olmanın sebebi ise, şu âyet -i kerîme’de ifâde buyurulmuşdur: �ِ مَ ٌ تا َ ج َ ر َ د ٍّ ل ُ كِ ل َ و او ُلِ م َ ع اج ْ م ُ ه َ و ْ م َُ لَا َ م ْ عَأ ْ م ُ ه َ يِّ ف َ و ُ يِ ل َ و َ نو ُ م َل ْظ ُي َ لا “Herkesin (mü 'minlerin ve kâfirlerin) yapdıklarına göre dereceleri (mertebeleri) vardır (Bu da) kendilerine hiçbir haksızlık edilmeyerek amelleri (nin karşılığını) onlara tamâm en ödemek içindir” 15 Bunun için kendilerine kitâb verilen peygamberler ve onların şerîati ile amal eden diğer tüm peygamberler , Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem 'i, kendi öz oğulları gibi tanır lar ve ümmetlerine de öyle tavsiye eder ler ki şu âyet -i kerîme ’ler bunun açık bir şâhididir: 13 -Enbiyâ’,107 14 -Ahzâb, 45 -46 15 -Ahkâf, 19 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 12 َا ِ ك ْلا ُ م ُ ها َن ْ ي َ تآ َ نيِ ذ� ل َءا َن ْ بَأ َ نو ُفِ ر ْ ع َي ا َ م َ ك ُه َنو ُفِ ر ْ ع َي َ با َت ْ م ُ هط “Kendilerine Kitâb verdiklerimiz, O’nu (o son Peygamberi) öz oğulları gibi tanırlar” 16 َا ْ م ُ ه ُ تا َ ه � مُأ ُه ُ جا َ و ْ زَأ َ و ْ مِ هِ س ُ فنَأ ْ نِ م َ ينِ نِ م ْ ؤ ُ م ْلاِ ب َ لى ْ وَأ �ِ بِ�نلط “O peygamber, mü’minlere öz nefislerinden evlâdır Zevceleri de (mü’minlerin) analarıdır” 17 Yüce Rabb’imiz Allâhü Teâlâ’ya sonsuz hamd -ü senâ’lar olsun ki böyle yüksek bir dereceye sâhib olan ilk ve son peygamberin ümmeti olmuşuz 18 Eğer kıymetini ve değerini bilirsek ne mutlu bizlere 16 -Bakara, 146 En’âm, 20 Şuarâ’, 196 Yahûdî âlimlerinden Abdu'llâh ibn -i Selâm da, Rasûlü'llâh sallâ'llâhü aleyhi ve sellem , Medîne'ye hicreti esnâsında, Hâlid ibn -i Zeyd radıye'llâhü anh 'ın evinde misâfir bulunduğu sırada ziyâret edince, Tevrât 'dan ba'zı sualler sordu Aldığı cevâbları beğenerek "Bunlara anca k hakk Peygamber olan cevâb verebilir Tevrât’da (Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in sıfatı yazılıdır O'nu görünce kendi oğlumu görmüş gibi tanıdım" diyerek Müslüman olmuşdur Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarîh Tercemesi, C 10 ss 123 Kâmil Miras 17 -Ahzâb, 6 İbn -i Mes’ûd radıya’llâhü anh ’ın şazz kırâatinde ( ْ م َُ لَ ٌ ب َا َ و ُ ه َ و :Ve O (peygamber) onların (mü’minlerin) babasıdır), ziyâdesi vardır Bunun için her peygamber ümmetinin ma’nevî babasıdır Bundan dolayı da mü’minler birbi riyle din kardeşi olmuşlardır Kur’ân -ı Hakîm ve Meâl -i Kerîm, ss 740 Hasan Basri Çantay 18 -Rasûlü’llâh aleyhi’s -selâm ’ın ve ümmetlerinin bu üstün vasıflarına, makam ve mevkîinin üstünlüğüne imrenen peygamberler bile, ya O’nun yerinde olmayı veyâ O’na ümmet olmayı arzu etmişlerdir ama bu arzu yalnız Îsâ aleyhi’s -selâm ’ın, "Yâ Rabb, beni âhir zaman peygamberi Hazreti Muham med aleyhi's -selâm'ın ümmeti yap" şeklindeki duâsı kabul olduğu için O’na nasib olmuşdur Bunun için zamânı geldiği zaman Îsâ aleyhi’s -selâm , Cenâb -ı Hakk'ın yeni emirlerini teblîğ etmek üzere gelen bir peygamber olarak değil, Hazreti Muhammed saleyhi's -selâm 'ın bir ümmeti olarak O’nun getirdiği dîni yaşayan ve onu uygulayan -adâletli bir hakem - sıfatı ile, yer yüzüne inecek ve O’nun bir ümmeti olarak dînî görevlerini yapacak, tanrılık iddiâsında bulunan yalancı Mesih Deccâli bulup öldürecek ve yeryüzü yeniden islâm esâsları ile idâre edilecektir  Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 13 Ka’be’ye ilk örtüyü örten Yemen Melik -i Tubbâ 'sı Es'ad’ın şu niyâzı da, bunun açık bir ifâdesidir: "Yâ Rasûle'llâh, Senin evsâfının (sıfatlarının), dîninin, şevketinin (büyüklüğünün) ve ü mmetinin cümle ümmetlerden hayırlı olduğunu, Allâhü Teâlâ ındinde daha makbûl ve daha mükerrem bulunduğunu Ehl -i Kitâb'dan işitip öğrendim Seni görmeden Sana âşık oldum Nübüvvet ve Risâlet'ini tasdîk etdim Fakat zamân -ı saâdetinize yetişmeye ömrüm kâfî gelmedi Size hâlimi arz ediyorum Rûz -i cezâ'da beni bayrağınız altına alıp ümmetinizin içerisine kabûl buyurmanızı, saâdet - meâb'ınızdan niyâz ederim" Bu konuda fazla bilgi için bak: Hazreti Muhammed aleyhi's -selâm'ın Hayâtı, Eşsiz Ahlâk ve Fazîletleri, ss 209 -219 Celâleddin Karakılıç  Hicret’in sekizinci yılına kadar Mescid -i Nebî’ de husûsî bir minber yokdu Bunun yerine mihrâbın sağ tarafına konulmuş olan bir hurma kütüğü v ardı ki Rasûlü’llâh sallâ’llâhü aleyhi ve sellem , hutbe okuduğu zaman, bu hurma kütüğüne dayanarak (veyâ üzerine çıkarak ) okurdu Hicret’in sekizinci yılında üç basamaklı bir minber yaptırarak bu kütüğün yerine koydurdu ve onun üzerine çıkarak hutbelerini okumaya başladı Bu minber üzerinde hutbelerini okumaya başlayan Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem , bir Cum’a günü hutbe okumak üzere minbbere çıkdı Bu sırada bir mescid dolusu Ashâb -ı Kirâm’ın huzûrunda bu hurma kütüğünün, -bir ananın kendisinden ayrılan evlâdına hüzün ve kederinden dolayı şiddetli bir arzû ve iştiyâk ile ağlayıp inlediği gibi - inleyip feryâd etdiği görüldü O’nun bu hâlini gören Rasûlü’llâh sallâ’llâhü aleyhi ve sellem , minberden inip O’nu kucakladı ve “İstersen seni esk iden yetişip büyüdüğün yere götürüp yeniden dikeyim Sen de yeni başdan olduğun gibi yetiş İstersen cennet’de dikeyim de cennet ırmaklarından, pınarlarından kana kana iç, güzelce yetiş, meyve ver ve meyveni Allâh’ın sevgili kulları yesin Nasıl istersen öyle yapayım” dedi O da, ( kendi lisânı ile ) âhireti ve cenneti, dünyâ’ya tercîh etdiğini ifâde edip -susturulan bir çocuk gibi - hafîf hafîf inleyerek susdu Bunun üzerine Rasûlü’llâh sallâ’llâhü aleyhi ve sellem de, “Eğer ben O’nu kucaklamamış olsayd ım, kıyâmet gününe kadar hep böyle inleyip duracakdı Siz O’nu ayıplamayınız Zîrâ Allâh’ın Rasûlü hangi şey’den ayrı düşerse, o şey’ mutlakâ mahzûn olur” buyurdu Bu hâdise, Mescid -i Nebî’de bir Cum’a günü bir mescid dolusu Ashâb -ı Kirâm’ın huzûrunda cereyan etmişdir ki Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in nübüvvetine delâlet eden ap -açık mu’cizelerden birisidir Bu hâdiseyi bildiren Hadîs -i şerîf’e, “Hanîn -i Ciz’: Hurma kütüğünün feryâd -ı iştiyâk ı” hadîsi denir ki mütevâtir' dir Bu ibretli hâdiseden sonra bu hurma kütüğü, Rasûlü’llâh sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in emri ile, yerinden alınıp üç basamaklı minberin altına defn olundu Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 14 Kalem’in (Akl’ın) ve Levh -i Mahfuz’un yaratılışı ve Kelime -i Tevhîd’in Levh -i Mahfûz’a yazılışı Allâhü Teâlâ, b undan sonra önce Kalem ’i (A kl’ı), sonra Levh -i M ahfûz ’u yaratdı da kalem’e ( ْ ب ُت ْ ك ُا :Yaz) dedi Kalem, bu emrin heybetinden, dehşetinden titredi ve “Yâ Rabb, ne yazayım?” dedi Allâhü Teâlâ da, “( ِ للها ُ لو ُ س َ ر ٌ د � م َ ح ُ م ُللها � لاِ إ َه َلِ إ َلا :Lâ ilâhe illâ’llâh, Muhammedü’r -Rasûlü’llâh : Allâh’dan başka hiç bir ilâh -hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd - yokdur, ancak O vardır ; Muhammed -aleyhi’s -selâm - Allâh’ın (kulu ve) Rasûlü’dür ” diye yaz, buyurdu Bu konuda fazla bilgi için bak: Hazret i Muhammed aleyhi's -selâm'ın Hayâtı, Eşsiz Ahlâk ve Fazîletleri, ss 503 -504 Celâleddin Karakılıç Âdem aleyhi’s -selâm da, Cennet’den çıkarılıp Serendib’e indirildikden sonra, afv ve mağfiret edilmesi için ikiyüz sene ağlayarak tevbe ve istiğfâr etmişdir Bir cevab alamayınca “Yâ Rabb, âhir zaman peygamberi Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm hürmetine beni afv ve mağfiret et ” diye duâ edince, Cenâb -ı Hakk “Sen O’nu nereden biliyorsun?” demiş, O da, “Yâ Rabb, beni halk edib yaratdığın zaman başımı kardırırken Levh’ı Mahfûz’da -Lâ ilâhe İllâ’llâh, Muhammedü’r - Rasûlü’llâh - yazılı olduğunu gördüm de ondan biliyorum” cevâbını veri nce, “Eğer O olmasaydı seni yaratmazdım” denilerek afv ve mağfiret edildiği müjdelenmişdir ki böyle bir rivâyet, bu konuyu te’yîd etmektedir Ayrıca diğer bir rivâyetde de, Allâhü Teâlâ tarafından şu âyet -i kerîme telkin edilince bu âyet -i kerîme ile duâ etdi ve duâsı kabul olundu َ نيِ رِ سا َْ لْا َ نِ م � ن َنو ُ ك َن َل ا َن َْ حْ ْ ر َ ت َ و ا َن َل ْ رِ ف ْ غ َ ت ْ� لَّ ْ نِ إ َ و ا َن َ س ُ فنَأ ا َن ْ م َل َظ ا َن �ب َ ر “Ey Rabb’imiz, biz kendimize yazık etdik Eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen her halde (maddî ve ma’nevî en büyük) zarara uğrayanlardan olacağız” A’râf, 23 Tefsîr -i Mevâkib, Osmanlıca ss 5 Ed-Dürrü’l -Mensur C 1 s 142 Aynı şekilde, yukarıda zikri geçen “Hanîn -i Ciz’: Hurma kütüğünün feryâd -ı iştiy âkı ” hadîs -i şerîf'i de, her mahlûkun, Rasûlü’llâh aleyhi’s -selâm ’a karşı olan inancını , sevgisini ve O’ndan ayrı düşmenin üzüntüsünü ifâde eder : Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 15 Ve tekrar Kalem’e ( ْ ب ُت ْ ك ُا :Yaz) dedi O da “Yâ rabb, ne yazayım? Dedi O da Kaderi yaz dedi İ şte o saatde kalem, (sonsuza kadar) olmuş ve olacak şey’ i (her türlü vasıfları ile) yazdı” 19 Bunun için Kâinatta en büyük hâdise , hiç şüphe yok ki, âlemlerin efendisi Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in, “ َل ْ و َلا َ ك َ ك َلا ْ و َل َل َ م َ خ ا َل ْ ق ُ ت َ ْ لْا ْف َلا َ ك : (Habîbim)! Sen olmasaydın, sen olmasaydın ef lâki (yerleri, gökleri, âlemleri ) yaratmazdım Ya’nî bilinmek için seni yaratmasaydım, bilinmek için seni yaratmasaydım yerleri , gökleri , âlemleri yaratmazdım ” 20 Hadis -i Kudsî’sinde belirtildiği üzere, rûhunun yaratılıp âlemlere rahmet vesilesi olarak Levh -ı mahfûz’a ilk defâ “ َلا ِ للها ُ لو ُ س َ ر ٌ د � م َ ح ُ م ُللها � لاِ إ َه َلِ إ : Lâ ilâhe illâ’llâh, Muhammedü’r -Rasûlü’llâh” olarak yazılması hâdisesi ’dir 19 -Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr,C 8 ss 5262 -5263 Elmalılı M H Yazır Tirmizî , (ğarîbün isnâden), Kader, 17 Ahmed bin Hanbel, V 317 Keşfü’l -Hafâ ’,1 309 El -Hâkim El -Müstedrek, 2/498 Beyhakî, Es-Sünenü’l - Kübrâ’ , III 9 X, 204 Kâinât’da olmuş ve olacak şey’lerin yazılması Allâhü Teâlâ’nın bu emri ile Kalem tarafından yazılmış, bundan sonra da aşağıdaki âyet -i kerîme’de bildirildiği gibi, inasanların amellerini ve fiillerini yazmaya me’mûr melekler tarafında n yazılmaya başlanmışdır َ ن ُ ول َ ع ْ ف َ ت ا َ م َ نو ُ م َل ْ ع َ ي َ ينِ بِ تا َ ك ًاما َ رِ ك َ ينِ ظِ فا َ ح َل ْ م ُ ك ْ ي َل َ ع � نِ إ َ و “Muhakkak ki sizin üstünüzde hakîkî bekçiler (amel ve hareketlerinizi dâimâ murakabe eden melekler) ” “(Allâh ındinde) çok şerefli yazıcılar vardır” “ki onlar , ne yapıyorsanız hepsini bilirler” İnfitar, 10 -11-12 20 -Hak Dîni Kur’ân Türkçe Tefsîr,C 7 ss 4937 Elmalılı M H Yazır Ed-Dürrü’l -Mensur C 1 s 142 Müstedrek C 2 s 671 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 16 Çünkü, “Hilkat ağacı” nın çekirdeği O’dur Eğer Kâdir -i Zü’l -celâl, bilinmek için, “Ma’rifetü’llâh için ”, O’nun yaratılışını, âlemlere rahmet, inse ve cinne en son peygamber olarak gönderilmesini takdîr etmemiş olsaydı, kâinatda, hiçbir şey’ olmadığı gibi halifelik vasfına namzet insan da olmayacaktı D olayısıyla imtihan dünyasının kapısı da açılmayacak, bunun neticesi olarak Cennet ve Cehennem hayâtı da olmayacakdı Bunun için, Allâhü Teâlâ, Tevhîd ’in aslı, esâsı ve kaynağı olan, “ � لاِ إ َه َلِ إ َلا ِ للها ُ لو ُ س َ ر ٌ د � م َ ح ُ م ُللها :Lâ ilâhe illâ’llâh , Muhammedü’r - Rasûlü’llâh : All âh’dan başka hiç bir ilâh, -hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd - yokdur, ancak O vardır ; Muhammed -aleyhi’s - selâm - Allâh’ın ( kulu ve ) Rasûlü’dür ” Kelime -i Tevhîd ’ini, Levh -ı mahfûz ’a yazdı kdan sonra yarattığı her mahlûku bu esâsa göre inanıp yaşamakla, ( kendisini tesbîh ve tenzih etmekle ) görevlendirerek bu e sâsın gereklerini yerine getiri p kulluk yapmaları ile sorumlu tut muşdur Bunun için her mahluk , Kelime -i Tevhîd’in esâsları dâhilinde kendisini yaratan Allâhü Teâlâ’yı kendi lis ânı il e zikr eder ki şu âyet -i kerîme ve benzerleri bunun apaçık bir delilidir ُ ميِ ك َْ لْا ُ زيِ ز َ ع ْلا َ و ُ ه َ و ِ ْ ر َ ْ لْا َ و ِ تا َ وا َ م � سلا ِ فِ ا َ م ُه َل ُ ح ِّب َ س ُي “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nu tesbîh (ve tenzih) ed er O, Azîz'dir, Hakîm'dir ” 21 � نَأ َ ر َ ت َْ لََّأ ْ ن َ م ُه َل ُ ح ِّب َ س ُي َه� للا ٍ تا� فا َ ص ُ ر ْ ي� طلا َ و ِ ْ ر َ ْ لْا َ و ِ تا َ وا َ م � سلا ِ فِط َ مِ ل َ ع ْ د َق �ل ُ ك ُه َ حيِ ب ْ س َت َ و ُه َت َ لا َ صط َ نو ُل َ ع ْ ف َي ا َِ بِ ٌ ميِ ل َ ع ُه� للا َ و “Görmedin mi? Göklerdekiler, yerdekiler ve havada kanatlarını çarpa çarpa uçan kuşlar hep Allâh’ı tesbîh (ve 21 -Haşr, 24 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 17 tenzih) ediyor Her biri duâsını da, tesbîhini de muhakkak bilmişdir Allâh, ne yaparlarsa hakkıyle bilendir” 22 İlk defâ Levh -i Mahfûz ’a yazılan bu mübârek cümleye “Kelime -i Tevhîd”, bunu söylemeye de “Tehlîl” denir ki îmân’ın ve İslâm’ın aslı, esâsı ve temeli olan bu cümle, iki ana esâsı (iki farzı ) ifâde eder Bunlardan birisi ( ُللها � لاِ إ َه َلِ إ َلا ), diğeri de ( ا ُ لو ُ س َ ر ٌ د � م َ ح ُ م ِ لله ) dır Bunlardan birisini n eksik olması hâlinde o Kelime -i Tevhid ’in bir değeri kalmaz ve sâhibini Müslüman yapmaz 23  Âdem aleyhi’s -selâm ’ın rû hunun yaratılışı ve O’ nun zahrından tüm insanların rû hunun yaratılışı ve ruhlar âlemindeki tüm insanların ilâhî imtihâ nı Allâhü Teâlâ, böyle büyük bir İmtihân -ı ilâhî’yi kazanan Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in mübârek nûrundan (rûhundan ) Âdem aleyhi’s -selâm ’ın nûrunu (rûhunu ) yaratdı Âdem aleyhi’s -selâm ’ın zahrından (sulbünden ) de Kıyâmet’e kadar gelip geçecek bütün insanları, insan timsâli zerrecikler hâlinde yaratdı 24 Sonra da O’n lara , Ma’rifetü’llâh’a namzet mükellef bir insan olabilmesi için -hayat, akıl, şuur, idrak ve beyân gibi - her insanın ihtiyâcı olan bütün özellikleri verdi Rabb , Rahmân ve Rahîm isimler inin bir muktezâsı olarak da Ma’rifetü’llâh ’ı, (ya’nî kendisinin 22 -Nûr, 41 23 -Levh -ı mahfuz : Korunmuş levha anlamınadır ki kazâ ve kaderin yazıldığı ezelî ve ebedî ilm -i ilâhî’dir Allâhü Teâlâ’dan başka hiçbir kimse bunu bilemez ve bilmesi de mümkün değildir 24 -Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr,C 4 ss 2324 ve 2329 Elmalılı M H Yazır S B M Tecrîd -i Sarîh Tercemesi,C 12 ss 333 Kâmil Miras Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 18 varlığını, birliğini, noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf olduğunu ), anlayıp idrak edebilecek Ma’rifetü’llâh ’a ve halifeliğe namzet , işiten, gören, idrâk eden , anladığını anlatan gönüller sâhibi mükellef bir insan hâline getirdi Bundan sonra da ilâhî teklifini yapıp “ ْ م ُ ك ِّب َ رِ ب ُ ت ْ س َلأط : Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” süâlini sordu ve “ َ ىل َبج َان ْ دِ ه َ ش ج :Evet, Rabb’imizsin, şâhid olduk” cevâbını alınca da , rubûbiyyetini (yegâne Rabb ve Ma’bûd olduğun u) ikrâr et tir di ve kesin söz aldı ki bu hâle "Ahd -i Mî sâk" denir Bunun için de Îmânın , rû hlar âlemindeki aslı ve es âsı bu olduğundan, buna "Aslî îmân " veyâ "Fıtrî îmân " denir Bunun için ezeldeki bu şâhidlendirme netîcesinde bütün insanlar, daha rûhlar âleminde iken, kendi leri kendilerinin şâhidi olarak Allâhü Teâlâ’nın varlığını , birliğini ve noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğunu kabûl ve tasdîk edip O’nun terbiye ve emânetini kabul etmiş, buna şâhid olduğunu teahhüd edip kabullenmiş, Rubûbiyyet ’ine ( Yegâne Rabb ve ma'bûd olduğuna ) îmân edip ikrâr etmiş, bu sûretle de ezelî bir ahd ve zimmet altına girmiş ve bir i’tirazda bulunmamışdır İşte, rûhlar âlemindeki tüm insanlar ile yapılan böyle bir mukâveleye (andlaşmaya) “Ahd -i mîsâ k” denir ki her insan , dünyâ hayâtına gelişinde bu îmân ve bu fıtrat ile yaratılır Bunun için de böyle bir vasfa, “Aslî îmân ” veyâ “Fıtrî îmân ” denir ki şu âyet -i kerîme ve Hadîs -i şerîf, bunun en açık bir ifâdesidir: ًافيِ ن َ ح ِ ني ِّ دلِ ل َ ك َ ه ْ ج َ و ْ مِ ق َا َفط َاه ْ ي َل َ ع َ س� انلا َ ر َط َف ِ تى� لا ِ للها َ ت َ ر ْطِ فط Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 19 "O halde (Habîbim) yüzünü bir muvahhid olarak dîne, Allâh'ın o fıtratına (yaratışına) çevir ki O, insanları bu fıtrat üzerine (bu ahd ve zimmet inancı ile) yaratmışdır" 25 ي � لاِ إ ٍ د ُ ول ْ و َ م ْ نِ م ا َ م ِ هِ نا َ س ِّ ج َُ يم ْ وأ ِ هِ ن َار ِّ ص َن ُي ْ وأ ِ هِ ن َاد ِّ و َ ه ُي ُه َاو َب َا َف ِ ة َ ر ْطِ ف ْلا َ ىل َ ع ُ د َل ُ و "Her çocuk ancak İslâm fıtratı üzere dünyâya gelir Bundan sonra anası babası onu, (Yahûdî ise) Yahûdî, (Nasrânî ise) Nasrânî, (Mecûsî ise) Mecûsî yaparlar" 26 Bunun için, dünyâya gelen her insan, bu vasıf ile (bu Aslî veyâ F ıtrî îmân ile ) yaratılmış olduğundan bu vasıf bülüğ çağına kadar devam eder Bülüğ çağına geldikden sonra ölünceye kadarki zaman içerisinde ezeldeki ahdini yenileyip yenilememek konusund a serbestdir Eğer ezelî ahdini yeniden tâzeleyip gereğini yerine getirirse Mü’min ve Müslümân olur ki buna, "Kesbî îmân " denir Eğer ezelî ahdini yerine getirmeyip ver diği sözü ve yaptığı mukâveleyi inkâr edip kabul etmezse, o zaman da müşrik veyâ kâfir veyâ fâsık olur Bülûğ çağına gelmeden ölen çocuklar ise, bu ezelî ahd üzre ölmüş olduklarından cennetlik olur Bunun için de Yevm -i mîsâk ’da ( sözleşme, andlaşma günü'nde ) zuhûr eden ve Ahd -i mîsâk ’da ( söz vermede, andlaşmada ) bulunan zürriyyetin tamâmı dünyâya gelip bu ahdinde -samîmî olup olmadığı husûsunda imtihân olmadıkca - ölmiyeceği gibi kıyâmet’in kopması da vukû’ bulmaz 27 Ahd -i mîsâ k’da , kendimiz kendimize şâhid tutularak yapılan böyle bir andlaşmanın sebebi ise , dünyâ hayâtında 25 -Rûm, 30 26 -Buhârî, cenâiz, ss 120 27 -Hulâsatü'l -Beyân fî Tefsîri'l -Kur'ân, C 5 ss 1801 Mehmed Vehbi Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 20 (Halîfelik vasfını kazanabilmemiz için, hangim izin ameli daha güzel olduğu husûsunda imtihana çek ildiğimiz zaman “Senin varlığından, birliğinden, noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf olduğun dan bizim haberimiz yokdu veyâ bizden önce ki atalarımız ve bizleri yöneten büyüklerimiz sana şirk koşmuşlardı Biz de onların ardından gelince onlara uyduk , bizim suçumuz yok, bunun için bizi cezâlandırma ”, diye bir ma’ zeret beyan etmemem iz için dir ki şu â yet -i ke rîme’ler bunun en açık birer delilidir: ْ مِ هِ س ُ ف ْ نأ َ ىل َ ع ْ م ُ ه َ د َ ه ْ شأ َ و ْ م ُ ه َ ت �ي � ر ُذ ْ مِ هِ ر ُ وه ُظ ْ نِ م َ م َ دآ ِ نِ َب ْ نِ م َ ك �ب َ ر َ ذ َ خأ ْ ذِ إ َ وج ْ م ُ ك ِّب َ رِ ب ُ ت ْ س َلأط َ ىل َب ا ُ ول َاقج َن ْ دِ ه َ شاج او ُلو ُ ق َ ت نَأ َ م ْ و َي ا َ ذ َ ه ْ ن َ ع ا�ن ُ ك ا� نِ إ ِ ة َ ما َيِ ق ْلا َ ينِ لِ فا َ غلا ا َ� نَِّ إ او ُلو ُ ق َ ت ْ وَأ َ ك َ ر ْ شَأ ْ نِ م ا َن ُ ؤا َبآ ُ ل ْ ب َ ق ِ م ًة �ي ِّ ر ُذ ا�ن ُ ك َ و ْ ن ْ مِ هِ د ْ ع َبج ا َِ بِ ا َن ُ كِ ل ْ ه ُ ت َ فَأ َ ل َ ع َ ف َ نو ُلِ ط ْ ب ُ م ْلا “Hani Rabb’in Âdem oğullarından, onların sırtlarından (sulblerinden ) zürriyyetlerini çıkarıp kendi lerini kendilerine şâhid tutmuş, -Ben sizin Rabb’iniz değil miyim? - demişdi Onlar da -Evet, (Rabb’imizsin ), şâhid olduk - demişlerd i" “( İşte bu şâhidlendirme) kıyâmet günü -Bizim bundan haberimiz yokdu - dememeniz içindi” “Yahud -Daha evvel ancak atalarımız (Allâh’a) şirk koşmuşdu Biz de onların ardından (gelen) bir nes iliz (Biz onlara uyduk) Şimdi o bâtılı kuranların işlediği (günahlar) yü zünden bizi helâk mı edeceksin? - dememeniz iç indi” 28  28 -A’raf, 172 -173 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 21 Rû hlar âleminde Emânet Duygusu’nun kalblerin derinliğine indirilmesi Rû hlar âleminde, “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” süâline karşı “Evet, (Rabb’imizsin) , şâhid olduk” diyerek Yüce Rabb’imiz Allâhü Teâlâ ile bir mukâvele yapıp ilâhî bir zimmet (sorumluluk) altına giren tüm insanlar , acebâ bu sözlerini samîmî olarak mı söylediler; yoksa kerhen mi söylediler Bö yle bir durumu çok iyi bilen Allâhü Teâlâ , herkesin kendi ameline kendisini n şâhid olup bir i’tiraz hakkının olmaması için , yapılmasında sevab, terk edilmesinde günah olan Emâne Duygusu ’nu onların kalbler inin derinliğine indirdi ve şöyle buyurdu: َ ْ لْا َ و ِ تا َ وا َ م � سلا َ ب ْ ي َ غ ُ م َل ْ عَأ ِّ نِِّ إ ا َ م ُ م َل ْ عَأ َ و ِ ْ ر ْ ن ُ ك ا َ م َ و َ نو ُ د ْ ب ُ ت َ نو ُ م ُت ْ ك َت ْ م ُت “Göklerin ve yerin gaybini şübhesiz ben bilirim Neyi açıkla rsanız, neyi de gizlemişseniz be n bilirim” 29 ُِ لَّا َ ع َه� للا � نِ إ ِ ْ ر َ ْ لْا َ و ِ تا َ وا َ م � سلا ِ ب ْ ي َ غط ِ رو ُ د � صلا ِ تا َ ذِ ب ٌ ميِ ل َ ع ُه� نِ إ "Şübhesiz ki Allâh göklerin ve yerin ğ aybını bilendir Muhakkak O, göğüslerin özünde ne varsa onu da hakkıyle bilicidir" 30 ا َ م َ و َ ر ْ ه َ ج ْلا ُ م َل ْ ع َي ُه� نِ إ ى َ ف ْ خ َيط “O, âşikârı da bilir, gizliyi de” 31 ُه ُ س ْ ف َن ِ هِ ب ُ سِ و ْ س َ و ُ ت ا َ م ُ م َل ْ عن َ و َ ن َاس ْنِ لإ ْا َان ْ ق َل َ خ ْ د َ ق َل َ وج ِ ل ْ ب َ ح ْ نِ م ِ ه ْ ي َلِ إ ُ ب َ ر ْ ق َا ُ ن َْ نَ َ و ِ ديِ ر َ و ْلا “And olsun, insanı biz yaratdık Nefsinin ona ne vesveseler vermekde olduğunu da biz biliriz (Çünkü) biz ona şah damarından daha yakınız” 32 29 -Bakara, 33 30 -Fâtır, 38 31 -A’lâ, 7 32 -Kâf, 16 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 22 � ُ ثُ ِ ل َاج ِّ رلا ِ ب ُ ول ُق ِ ر ْ ذِ ج ِ فِ ْ ت َل َ ز َن َة َن َام َلْ ْا � نِ إ ِ نآ ْ ر ُ ق ْلا َ نِ م ا ُ ومِ ل َ ع َ ف ُ نآ ْ ر ُ ق ْلا َ ل َ ز َن ِ ة�ن � سلا َ نِ م ا ُ ومِ ل َ ع َ و “Emânet, (yaratılıştan i’tibâren) insanların kalblerinin derinliğine indirildi Sonra Kur’ân inzâl edildi (Bu sûretle ahdinde sâdık kalanlar) Kur’ân’dan ve Sünnet’den (o emânetlerin nasıl yerine getirileceğini) öğrendil er” 33 Bu âyet -i kerîme’ler e ve benzer i âyet -i kerîme'ler e göre, rûhlar âlemindeki bu insanların içlerinde gizledikleri veyâ gizlemeyip söyledikleri her şey’i en iyi bilen Allâhü Teâlâ, “Evet, (Rabb’imizsin) , şâhid olduk” sözünde samîm î olanlar ile samîmî olmayanları en iyi bildiği halde, rûhlar âlemindeki bu Ahd -i mîsâk ’dan sonra , onları imtihân etmek için, işlenmesinde sevâb, terk edilmesinde günah olan "Emânet duygusunu ”, aşağıdaki âyet -i kerîme ’ler de belirtildiği gibi , daha rûhlar âleminde iken, Kur’ân -ı Kerîm’in ta’lîminden ve teblîğinden sonra, insanların kalblerinin derinliğine indirdi Bu suretle de İşlenmesinde sevab, terk edilmesinde günah olan şey’ler belirtilmiş oldu ْ ر َلا ْا َ و ِ تا َ و َ م � سلا َ ىل َ ع َة َنا َ م َلا ْا َان ْ ض َ ر َ ع � انِ إ ِ َ ن ْ ق َ ف ْ ش َا َ و ا َ ه َ ن ْ لِ م َْ يَ ْ نَأ َْ ين َب َا َف ِ ل َابِ ْ لْا َ و ا َ ه ْ نِ م ُ نا َ س ْنِ لإ ْا َاه َل ََ حْ َ وط ً لا ُ وه َ ج ًام ُ ول َظ َ ن َاك ُه� نِ إلا ِ ت َاقِ ف َان ُ م ْلا َ و َ ينِ قِ ف َان ُ م ْلا ُ للها َ بِّ ذ َ ع ُ يِ ل َ ىل َ ع ُ للها َ ب ُ وت َي َ و ِ ت َاكِ ر ْ ش ُ م ْلا َ و َ ينِ كِ ر ْ ش ُ م ْلا َ و َ ينِ نِ م ْ ؤ ُ م ْلا ِ ت َانِ م ْ ؤ ُ م ْلا َ وط ً اميِ ح َ ر ًار ُ وف َ غُ للها َ ن َاك َ و “Biz emâneti (işlenmesinde sevâb, terkinde azâb olan îmân, namaz, oruç v s gibi şey’leri), göklere, yere ve dağlara arz (ve teklîf) etdik de onlar bunu yüklenmekden çekindiler Bundan endîşeye düştüler İnsan (a gelince, o) 33 -Sahîh -i Müslim Terceme ve Şerhi,C 2 ss 524 (230 nolu h ş ) Ahmed Davudoğlu Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 23 bunu (kabullenib) sırtına yüklendi (Bununla berâber) o, (rûhlar âleminde iken herhangi bir muhâlefetde ve bir i’tirâzda bulunmadan kabul etmiş olduğu bu emânetleri, sözünde durub gereği gibi yerine getirmediği için de) çok zulümkâr, çok câhildir” “Bunun, (böyle bir emânetin verilmesinin) sebebi şudur: All âh, (bu emâneti, kerhen yüklenib kabul etmiş gibi görünen, bu suretle de emânetin hakkını yerine getirmeyib zâyi’ eden) erkek münâfık’lar ile kadın münâfık’ları, erkek müşrik’ler ile kadın müşrik’leri azâba uğratacak; (yüklenmiş oldukları emânetin hakkını samîmiyyetle yerine getirmeye çalışan) erkek mü’min’ler ile kadın mü’min’lerin de (kusur ve günahlarını afv ve mağfiret edib) tevbelerini kabûl edecektir Allâh, Ğafûr ve Rahîm’dir, (çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir) ” 34 Rû hlar âleminde Ahd -i misâ k’d a bulunan tüm insanların İmtihân edilmesi için yerlerin, göklerin, ölümün ve hayâtın yaratılması Allâhü Teâlâ, ruhlar âleminde, Hazreti Âdem aleyhi’s - selâm ’ın sulbünden (zahrından) Kıyâmet’e kad ar gelip geçecek bütün insanlar ı, insan timsâli zerrecikler hâlinde yarat ıp mükellef bir insan hâline getirdikden sonra “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” süâlini sorup “Evet, (Rabb’imizsin) , şâhid olduk” cev âbını aldıkdan ; işlenmesinde sevâb, terk edilmesinde günah olan "Emânet duygusunu kalblerinin derinliğine i ndirdik den ve Kur’ân’ın M üttekî 34 -Ahzâb, 72 -73 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 24 kulları için bir hidâyet rehberi olduğunu hatırlattıkdan sonra, Ahd -i mîsâk ’da bulunan bu kullarını , sözlerinde samimi olup olmadıklarını imtihan etmek için melekleri, cinleri, yerleri, gö kleri, hayâtı ve ölümü yaratdı ve şöyle buyurdu: َ و ُ ه َ و َ ن َاك َ و ٍ ما �ي َا ِ ة �تِ س ِ فِ َ ْ ر َلا ْا َ و ِ ت َاو َ م � سلا َ ق َل َ خ يِ ذ� لا ِ ء َام ْلا َ ىل َ ع ُه ُ ش ْ ر َ ع ْ م ُ ك َ و ُل ْ ب َيِ ل ًلا َ م َ ع ُ ن َ س ْ ح َا ْ م ُ ك �ي َاط “(Halîfelik vasfını kazanabilmeniz için) hanginizin ameli daha güzel olduğu (husûsunda) sizi imtihana çekmek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur (Bundan evvel ise) Arş’ı, su üstünde idi” 35 َة َ وي َْ لْا َ و َ ت ْ و َ م ْلا َ ق َل َ خ يِ ذ� ل َا ًلا َ م َ ع ُ ن َ س ْ ح َا ْ م ُ ك �ي َا ْ م ُ ك َ و ُل ْ ب َيِ ل ط َ ع ْلا َ و ُ ه َ و ُ ر ُ وف َغ ْلا ُ زيِ زلا “O, (halîfelik vasfını kazanabilmeniz için) hanginizin daha güzel amel (ve hareket) de bulunacağını imtihân etmek için ölümü de, dirimi de takdîr eden ve yaratandır O, Azîz’dir, (kendisine isyân edenlerden intikam almakda Gâlib -i mutlak’dır) Ğafûr’dur, (Kendisine tevbe ile yönelip emir ve nehiy’lerine , ruhlar âlemindeki Ahd -i mîsak’arına , sâdık kalıp emâneti hakkıyle yerine getirmeye çalışanlar hakkında da bağışlayıcıdır) ” 36 ْ م ُ ك� ن َ و ُل ْ ب َن َل َ و َ م َل ْ ع َن � تى َ ح َ نيِ دِ ها َ ج ُ م ْلا ْ نِ م َ نيِ رِ با � صلا َ و ْ م ُ كلا ْ م ُ ك َ را َب ْ خَأ َ و ُل ْ ب َن َ و “Andolsun sizi imtihan edeceğiz Tâki içinizden mücâhidleri ve sabr -u sebât edenleri belirtelim ve haberlerinizi (tâat ve isyanlarınızı) açıklıyalım” 37 ْ م ُ ك� ن َ و ُل ْ ب َن َل َ و ِ م ٍ ء ْ ي َ شِ ب ْ فو َْ لْا َ ن ِ عو ُْ لْا َ و ِ م ٍ ص ْ ق َن َ و َ ْ لْا َ ن ْ لْا َ و ِ لا َ و َ م ْ ن ِ تا َ ر َ م �ثلا َ و ِ س ُ ف َ نيِ رِ با � صلا ِ ر ِّ ش َب َ و َا ُ م م ُ ه ْ ت َبا َ صَأ ا َ ذِ إ َ نيِ ذ� ل ٌة َبيِ صلا ِ ه ْ ي َلِ إ ا � نِ إ َ و ِ ه لِ ل ا� نِ إ ْاو ُلا َق َ نوعِ جا َ رط 35 -Hûd, 7 36 -Mülk, 2 37 -Muhammed, 31 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 25 وُأ ِ م ٌ تا َ و َل َ ص ْ مِ ه ْ ي َل َ ع َ كِ ئ َل ْ ن َ ر ِّب ٌة َْ حْ َ ر َ و ْ مِ ه َ كِ ئ َلوُأ َ و َ نو ُ د َت ْ ه ُ م ْلا ُ م ُ ه “Andolsun, sizi biraz korku, (biraz) açlık, (biraz da) mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksi ltme ile imtihan edeceğiz Sabredenlere (lûtf -ü keremimi) müjdelele” “Ki onlar kendilerine bir belâ ' geldiği zaman -Biz (dünyâda) Allâh’ın (teslim olmuş kulları) yız ve biz (âhiretde de) ancak O’na dönücüleriz - diyenlerdir ” “Onlar (o teslîmiyyet ve istircâı gösterenler yok mu) Rabb’lerinden mağfiretler ve rahmet , hep onların üzerindedir ve onlar doğru yola erdirilenlerin ta kendileridir” 38  Yerlerin, Gükle rin ve ikisi arasında bulunanlar ın İmtihân edilmesi َ ق َل َ خ يِ ذ� لاِ ب َ نو ُ ر ُ ف ْ ك َت َل ْ م ُ ك�نِ ئَأ ْ ل ُق ا ً دا َ دنَأ ُه َل َ نو ُل َ ع َْ تَ َ و ِ ْ ين َ م ْ و َي ِ فِ َ ْ ر َ ْ لْاط � ب َ ر َ كِ ل َ ذ َ ينِ م َلا َ ع ْلاج َ ل َ ع َ ج َ و ْ نِ م َ يِ سا َ و َ ر ا َ هيِ ف ِ فِ ا َ ه َ تا َ و ْ قَأ ا َ هيِ ف َ ر� د َق َ و ا َ هيِ ف َ ك َ را َب َ و ا َ هِ ق ْ و َ ف ِ ة َ ع َب ْ رَأ ٍ ما �يَأط ًءا َ و َ س ِ ل َ ينِ لِ ئا � سل ِ ءا َ م � سلا َ لىِ إ ى َ و َ ت ْ سا � ُ ثُ ٌ نا َ خ ُ د َ يِ ه َ و ا َيِ ت ْئِ ا ِ ْ ر َ ْ لِْ ل َ و ا ََ لَ َ لا َ ق َ ف ا ً ه ْ ر َ ك ْ وَأ ا ً ع ْ و َطط َ ينِ عِ ئا َط ا َن ْ ي َ تَأ ا َت َلا َق ِ فِ ى َ ح ْ وَأ َ و ِ ْ ين َ م ْ و َي ِ فِ ٍ تا َ وا ََ سَ َ ْ ب َ س � ن ُ ها َ ض َ ق َ ف 38 -Bakara, 155 -156 -157 İstircâ’ :Geri dönme ma’nasına olup bir musîbet zamânında ( َ ن ُ وعِ ج َار ِ ه ْ ي َلِ إ ا � نِ إ َ و ِ ه لِ ل ا� نِ إ : İnnâ li’llâhi ve innâ ileyhi râciûn :-Biz (dünyâda) Allâh’ın (teslim olmuş kulları) yız ve biz (âhiretde) O’na dönücüleriz -) cümlesini söyleyerek yüce Rabb'ine karşı büyük bir teslîmiyyet gösterip İstircâ' da bulunmakdır Saîd ibn -i Cebeyr radıyâ’llâhü anhümâ şöyle der: “Bu ümmete verilen bu güzel haslet, eğer Ya’kûb aleyhi’s -selâm ’a verilmiş olsaydı gâib etdiği oğlu Yûsüf aleyhi’s - selâm hakkında esef etmezdi” Yûs üf, 84 Kur’ân -ı Hakîm ve Meâl -i Kerîm,C 1 ss 44 Hasan Basri Çantay Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 26 ََ سَ ِّ ل ُ ك ٍ ءا ا َ ه َ ر ْ مَأط َءا َ م � سلا ا�ن �ي َ ز َ و َ حيِ با َ ص َِ بِ ا َي ْ ن� دلا ا ًظ ْ فِ ح َ وط ِ زيِ ز َ ع ْلا ُ ريِ د ْ ق َ ت َ كِ ل َذ َ ع ْلا ِ ميِ ل ْنَأ ْ ل ُ ق َ ف او ُ ض َ ر ْ عَأ ْ نِ إ َف ْ م ُ ك ُت ْ ر َ ذ ِ م ًة َ قِ عا َ ص ِ ة َ قِ عا َ ص َ ل ْث َ دو َُ ثَ َ و ٍ دا َ عط "De ki: Gerçek, siz mi o arzı iki günde (iki devirde) yaradana (ısrâr ile) küfrediyor, 39 O'na ortaklar katıyorsunuz? (Arzı iki günde yaratan) O (Allâh), âlemlerin Rabb'idir" "(Allâh) orada (arzda, sâbit dağlar ile) üstünden baskılar yaptı Onda (ihtiyâcınız olan su, ekin, ağaç, mahsul ve hayvan gibi) bereketler yarattı Onda, (rızkını) arayanlar için dört günde müsâvî gıdâlar takdir etdi" "Sonra (irâdesi) göğe -ki, o bir buhâr hâlinde idi - doğ ruldu da , ona ve arza -İkiniz de ister istemez gelin (vazifelerinizi yapın) - buyurdu Onlar da -İsteye isteye geldik (itâat etdik , seni tesbîh ve tenzîh ederiz )- dediler " "Bu suretle onları yedi gök olmak üzere iki günde vücûde getirdi Her gökde ona âid emri vahyetdi Dünyâ göğünü de kandillerle donatdık (Onu âfetlerden) koruduk 39 -Burada ifâde buyurulan gün (devir) ifâdesi, âyet -i kerîme'lerde şöyle ifâde buyurulmaktadır: ا ً م ْ و َي � نِ إ َ و ْ نِ ع َ نو� د ُ ع َ ت ا�ِّ مَ ٍ ة َن َ س ِ ف ْلَ أ َ ك َ ك ِّب َ ر َ د "Hakîkat, Rabb'inin ındinde bir gün , sizin sayacaklarınızdan bin yıl gibidir ) Hacc, 47 ِ ءا َ م � سلا َ نِ م َ ر ْ م َ ْ لْا ُ ر ِّب َ د ُي ُ ج ُ ر ْ ع َي � ُ ثُ ِ ْ ر َ ْ لْا َ لىِ إ َ نو� د ُ ع َ ت ا�ِّ مَ ٍ ة َن َ س َ ف ْلَأ ُه ُ را َ د ْ قِ م َ نا َ ك ٍ م ْ و َي ِ فِ ِ ه ْ ي َلِ إ "Gökden yere kadar her işi (tüm dünyâ işlerini) O tedbîr eder Sonra (o işi) sizin sayageldiğinizce bin sene mikdârında olan (mesâfeye) bir günde yine O'nayükselir" Secde, 5 ِ م َ ن ِ جِ را َ ع َ م ْلا يِ ذ ِ ه� للاط ٍ م ْ و َي ِ فِ ِ ه ْ ي َلِ إ ُ حو � رلا َ و ُة َ كِ ئ َ لا َ م ْلا ُ ج ُ ر ْ ع َ ت ُه ُ را َ د ْ قِ م َ نا َ ك ٍ ة َن َ س َ ف ْلَأ َ ينِ س َْ خَج "(O), derecelerin sâhibi Allâh'dandır" "Melekler de, Rûh da oraya (o derecelerin her birine) bir günde (bir anda) yükselib çıkar ki mesâfesi (dünyâ seneleriyle) elli bin yıldır" Meâric, 3 -4 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 27 İşte (bütün) bu (nlar), O mutlak Kâdir, O herşey'i hakkıyle bilen (Allâh) ın takdiridir" "Eğer onlar (bu beyandan sonra yine îmândan) yüz çevirirlerse de ki: -Âd ve Semûd (u çarpan) yıldırım gibi size de bir azâbı (n gelib çatabileceğini) hatırlatırım -" 40 Bunun için de yerler in, g ükle rin ve ikisi arasında bulunan tüm yaratılmışların itâati ve görevi ha kkında şöyle buyurulmuşdur: ُ ميِ ك َْ لْا ُ زيِ ز َ ع ْلا َ و ُ ه َ و ِ ْ ر َ ْ لْا َ و ِ تا َ وا َ م � سلا ِ فِ ا َ م ُه َل ُ ح ِّب َ س ُي “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nu tesbîh (ve tenzih) eder O, Azîz'dir, Hakîm'dir ” 41 � نَأ َ ر َ ت َْ لََّأ ْ ن َ م ُه َل ُ ح ِّب َ س ُي َه� للا ٍ تا� فا َ ص ُ ر ْ ي� طلا َ و ِ ْ ر َ ْ لْا َ و ِ تا َ وا َ م � سلا ِ فِط َ مِ ل َ ع ْ د َق �ل ُ ك ُه َ حيِ ب ْ س َت َ و ُه َت َ لا َ صط َ نو ُل َ ع ْ ف َي ا َِ بِ ٌ ميِ ل َ ع ُه� للا َ و “Görmedin mi? Göklerdekiler, yerdekiler ve havada kanatlarını çarpa çarpa uçan kuşlar hep Allâh’ı tesbîh (ve tenzih) ediyor Her biri duâsını da, tesbîhini de muhakkak bilmişdir Allâh, ne yaparlarsa hakkıyle bilendir” 42 ِ يمِ ر َ ك ْلا َ ك ِّب َ رِ ب َ ك � ر َ غ ا َ م ُ نا َ سنِ ْ لإا ا َ ه �يَأ ا َي يِ ذ� لا َ ك َل َ د َ ع َ ف َ كا � و َ س َف َ ك َ ق َل َ خ “(Şu halde), Ey insan, (gurur , kibir ve isyânı yüzünden ebedî la'nete uğrayan İblîs 'den başka her şey', Yaratan Rabb'in i tesbî h ve tenzih edip dururken) O ( lûtf -ü) keremi bol (nihâyetsiz kerem sâhibi) olan Rabb’ine karşı seni aldatan ne ( ki O'na kulluk yapmıyorsun da, İblîs gibi, O’na isyan edip duruyorsun?) ” “(Halbuki O , en güzel bir sûretde ), seni yaratan, sana sâlim uzuvlar veren, sana şu nizâm ve i’tidâli verendir” 43 40 -Fussılet, 9 -13 41 -Haşr, 24 42 -Nûr, 41 43 -İnfitâr, 6 -7 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 28 َا ُ ولِ م َْ يَ َ نيِ ذ� ل َ نو ُ رِ ف ْ غ َ ت ْ س َي َ و ِ هِ ب َ نو ُنِ م ْ ؤ ُي َ و ْ مِ ِّ بِّ َ ر ِ د ْ م َِ بِ َ نو ُ ح ِّب َ س ُي ُه َل ْ و َ ح ْ ن َ م َ و َ ش ْ ر َ ع ْلا َ ن او ُن َ مآ َ نيِ ذ� لِ لج َان �ب َ ر او ُع َ ب� تا َ و او ُبا َت َ نيِ ذ� لِ ل ْ رِ ف ْ غا َف ًام ْ لِ ع َ و ًة َْ حْ َ ر ٍ ء ْ ي َ ش � ل ُ ك َ ت ْ عِ س َ و َاذ َ ع ْ مِ هِ ق َ و َ ك َليِ ب َ س ِ ميِ ح َْ لْا َ ب “Arşı yüklenen, bir de onun etrâfında bulunan (melekler), Rabb’lerini hamd ile (tenzîh ve) tesbîh ederler , (Sübhâne'llâhi ve bi -hamdihî derler) Ona îmân ederler Mü’minlerin de bağışlanmasını isteyerek (şöyle derler): -Ey Rabb’imiz, Senin rahmetin ve ilmin her şey’i kuşatmışdır O halde tevbe edenleri, senin yoluna uyup gidenleri bağışla Onları cehen nem azâbından koru -” 44  Meleklerin ve İblî s’in imtihâ n edilmesi Allâhü Teâlâ, melekleri, İblîs’i, cinleri, yerleri, gökleri, hayâtı, ölümü, cennet ve cehennemi yaratıp Rabb isminin bir muktezâsı olarak eğitim ve öğretimlerini yaptıktan sonra onları da imtihan etmek için meleklere ve İblîs’e hitâben, ًة َ فيِ ل َ خ ِ ْ ر َلْا ِ فِ ٌ لِ عا َ ج ِّ نِِّ إ ِ ة َ كِ ئ َلا َ م ْ لِ ل َ ك �ب َ ر َ لا َق ْ ذِ إ َ وط “Rabb’in meleklere: -Ben,Yer yüzünde (benim emirlerimi teblîğ edecek ve infaza me’mûr olacak , asâleten değil vekâleten ) bir halîfe (bir insan) yaratacağım - demişdi” 45 âyet -i kerî me’sinde ifâde buyurulduğu gibi “Ben, Yer yüzünde (benim emirlerimi teblîğ edecek ve infaza me’mûr olacak , asâleten değil vekâleten ) bir halîfe (bir insan) yaratacağım ” deyince, melekler de, “Biz seni hamdinle tesbîh ve takdis edib dururken , orada (yer yüzünde) , bozg unculuk yapacak, kanlar dökecek, kimse mi 44 -Mü'min (Ğâfir), 7 45 -Bakara, 30 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 29 yaratacaksın? " diyerek sınırlı bilgileri ile kendilerine göre bir fikir beyân etmek istemişlerdi 46 Allâh ü Teâlâ da , "Sizin bilemeyeceğinizi her halde ben birim” demişdi Allâhü Teâlâ da , Âdem aleyhi’s -selâm ’a bütün (eşyâ nın) isimlerini öğrettikden s onra onları meleklere gösterip “Doğrucular iseniz (her şey’in iç yüzünü biliyorsanız) bunları isimleriyle bana haber verin” dedi Bunun üzerine hatâ etdiklerini anlayan melekler de , او ُلا َق ُ ميِ ل َ ع ْلا َ تنَأ َ ك� نِ إ ا َن َ ت ْ م� ل َ ع ا َ م � لاِ إ ا َن َل َ م ْ لِ ع َلا َ ك َنا َ ح ْ ب ُ س ُ ميِ ك َْ لْا “Seni (tesbîh ve) tenzih ederiz, (noksan sıfatlardan münezzeh kılar , kemâl sıfatları ile muttasıf kılarız) Senin bize öğretdiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok Çünkü (her şey’i) hakkıyle bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olan şübhesiz ki sensin Sen , dediler ”47 ve böylece birinci 46 -Meleklerin böyle bir fikir beyân etmeleri, Hazreti Ali r a şu sözüne benziyor: Bir gece, Rasûlü'llâh sallâ'llâhü aleyhi ve sellem , Hazreti Ali radıyâ'llâhü anh ile kızı Fâtıma radıyâ'llâhü anhâ 'yı ziyâret için geldiği zaman "Siz namaz kılmaz mısınız? Diyerek teheccüd namâzına teşvik etdiği (veyâ Sabah namazının vaktinin geldiğine işâret etdiği) bir sırada, Hazreti Ali radıyâ'llâhü anh , O'nun isteğini yerine geti rmesi veyâ sükût ile karşılaması gerekirken, "Yâ Rasûlâ'llâh, ( ا َن َ ث َ ع َ ب ا َن َ ث َ ع ْ ب َ ي ْ نأ َ ءا َ ش َاذِ ا َف ِ للها ِ د َيِ ب ا َنِ س ُ ف ْ نأ :Hayatımız Allâh'ın yed -i kudretindedir, uyandırmak isterse uyandırır ) dedi " Rasûlü'llâh aleyhi's -selâm da bir cevab vermed en geri dönüp elini dizine vurarak ( َ نا َ ك َ و ْنِ ْ لإا ًلا َ د َ ج ٍ ء ْ ي َ ش َ ر َ ث ْ كَأ ُ نا َ س : İnsanlar, ne de çok cidalci oluyor ) deyip gitdi Hazreti Ali radıyâ'llâhü anh, bu sözünü, َا ْ ن َ ْ لْا � فِ َ و َ ت َ ي ُه� لل ِ ت� لا َ و ا َِ تِ ْ و َ م َ ينِ ح َ س ُ ف ِ فِ ْ ت َُ تَ َْ لَّ ا َ هِ ما َ ن َ مج ا َ ه ْ ي َل َ ع ى َ ض َق ِ ت� لا ُ كِ س ْ م ُي َ ف َ ت ْ و َ م ْلا ى � م َ س ُ م ٍ ل َ جَأ َ لىِ إ ى َ ر ْ خ ُ ْ لْا ُ لِ س ْ ر ُي َ وط "Allâh (ölenin) ölümü zamânında, ölmeyenin de uykusunda rûhlarını alır Bu suretle hakkında ölüm hukmetdiği (ruhu) tutar, diğerini (uykudakini) de m uayyen bir vakte (eceli gelinceye) kadar bırakır, (ki bu bırakılma, şuurun iâdesi ve uykudan uyanma keyfiyetidir)" (Zümer, 42) âyet-i kerîme'sinden iktibâs ederek söylemişdir Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarîh Tercem esi, C 4 ss 38 -39 Kâmil Miras Bu hâdiselerden anlaşıldığı üzere, bir kimsenin, Allâhü Teâlâ'nın ve Rasûlü Hazreti Muhammed aleyhi's -selâm' ın emir ve nehiyleri üzerinde, kendi bilgisine göre herhangi bir yorumda bulunması câiz değldir 47 -Bakara, 32 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 30 imtihâ n-ı ilâhî 'yi kazanmış oldular ki böyle bir sözü söyleyenlerin ve imtihanı kazananların içinde İblîs de vardı O da, aynı şekilde “Seni tenzih ederiz, (noksan sıfatlardan münezzeh kılar , kemâl sıfatları ile muttasıf kılarız) Senin bize öğretdiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok Çünkü (her şey’i) hakkıyle bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olan şübhesiz ki sensin Sen” de miş ve bir i'tirazda bulunmamışdı Bundan sonra Allâhü Teâlâ, “Ey Âdem, onları isimleriyle kendilerine (meleklere ve İblîs’se) haber” dedi O da, onları isimleriyle haber verip söyleyi nce,“Size demedim mi ? göklerin ve yerin gaybini ben bilirim Neyi açıklarsanız, neyi de gizlerseniz hepsini ben bilirim” 48 dedi Burada en önemli hus us olan konu şudur ki acebâ melekler ve İblî s, “Seni (tesbîh ve) tenzih ederi z (Noksan sıfatlardan münezzeh kılar, kemâl sıfatları ile muttasıf kılarız) Senin bize öğretdiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok Çünkü (her şey’i) hakkıyle bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olan şübhesiz ki sensin Sen” sözlerini , samîmî olarak mı söylediler; yoksa kerhen mi söylediler , burası belli değildi Bunun için Allâhü Teâlâ, َ ْ لْا َ و ِ تا َ وا َ م � سلا َ ب ْ ي َ غ ُ م َل ْ عَأ ِّ نِِّ إ ا َ م ُ م َل ْ عَأ َ و ِ ْ ر ْ ن ُ ك ا َ م َ و َ نو ُ د ْ ب ُ ت َ نو ُ م ُت ْ ك َت ْ م ُت “Göklerin ve yerin gaybini şübhesiz ben bilirim Neyi açıklarsanız, neyi de gizlemişseniz ben bilirim” 49 buyurarak bu konuyu açıklığa kavuşturmak için meleklere ve İblîs’e hitâben, “Ben, kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıkdan bir beşer (bir halîfe) yaratacağım” 50, “Ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim (can 48 -Bakara, 33 49 -Bakara, 33 50 -Hıcr, 28 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 31 verdiğim) zaman siz onun için (onu kıble edinerek bana) secde edin, (veyâ O’nun ve evlâtlarının hizmetin e girin )”51 emrini verince İblîs’den başka bütün melekler derhal secde etdil er ve ikinci imtihâ n-ı ilâhî ’yi kazan mış oldu lar Fakat İblîs, kibirlenerek , büyüklük taslayarak secde etmedi Cenâb -ı Hakk da , "Sen niçin secde edenlerle berâber olmadın" deyince "Ben kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıkdan yaratdığın insan için secde edeyim diye (var) olmadım" 52 diyerek içindeki küfrü ve ısyânı açığa vur du ve "Ben O’ndan hayırlıyım (Çünkü) beni ateşden yaratdın, O’nu bir çamurdan yaratdın " diyerek gururlanıp kibirlendi ve Allâhü Teâlâ’ nın emrini yerine getirmedi “Seni (tesbîh ve) tenzih ederi z" dediği halde Allâhü Teâlâ'yı noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfa tları ile muttasıf kılarak tenzî h etmedi Bu suretle de İlâhî imtihâ nı kaybederek ebedî lâ 'nete uğradı ve cennetden çıkarıldı Bütün bu hâdiseler, Kur’ân -ı Kerîm’de şöyle ifâde ed ilip dile getirilir ve tüm insanların aklını başına alıp ruhlar âlemindeki Ahd -i mîsâk 'larına sâdık kalıp buna göre amel etmeleri tavsıye edilir: ْ ذِ إ َ و َ ْ لْا ِ فِ ٌ لِ عا َ ج ِّ نِِّ إ ِ ة َ كِ ئ َلا َ م ْ لِ ل َ ك �ب َ ر َ لا َق ًة َ فيِ ل َ خ ِ ْ ر ط ْ ن َ م ا َ هيِ ف ُ ل َ ع َْ تََأ ْاو ُلا َق َءا َ م ِّ دلا ُ كِ ف ْ س َي َ و ا َ هيِ ف ُ دِ س ْ ف ُيج ُ ن َْ نَ َ و َ ك َل ُ س ِّ د َ ق ُن َ و َ كِ د ْ م َِ بِ ُ ح ِّب َ س ُنط ا َ م ُ م َل ْ عَأ ِّ نِِّ إ َ لا َق َ نو ُ م َل ْ ع َ ت َلا َ ْ لْا َ م َ دآ َ م� ل َ ع َ و َ ءا َْ سَ ِ ة َ كِ ئ َلا َ م ْلا ى َل َ ع ْ م ُ ه َ ض َ ر َ ع � ُ ثُ ا َ ه� ل ُ ك ْنَأ َ لا َ ق َ ف ِ ءا َْ سََ أِ ب ِ نِّو ُئِ ب ِ ءلا ُ ؤ َ ه نِ إ َ ينِ قِ دا َ ص ْ م ُتن ُ ك او ُلا َق ا َن َ ت ْ م� ل َ ع ا َ م � لاِ إ ا َن َل َ م ْ لِ ع َلا َ ك َنا َ ح ْ ب ُ سط ْنَأ َ ك� نِ إ َ ت ُ ميِ ك َْ لْا ُ ميِ ل َ ع ْلا ْنَأ ُ م َ دآ ا َي َ لا َق ْ م ُ ه ْ ئِ ب ْ مِ هِ ئآ َْ سََ أِ بج ْ نَأ ا � م َل َ ف ْ مِ هِ ئآ َْ سََ أِ ب ْ م ُ هَ أ َبلا َ لا َق ْ ل ُقَأ َْ لََّأ 51 -Hıcr, 29 52 -Hıcr, 32 -33-34 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 32 َل َ ْ لْا َ و ِ تا َ وا َ م � سلا َ ب ْ ي َ غ ُ م َل ْ عَأ ِّ نِِّ إ ْ م ُ ك ا َ م ُ م َل ْ عَأ َ و ِ ْ ر ْ ن ُ ك ا َ م َ و َ نو ُ د ْ ب ُ ت َ نو ُ م ُت ْ ك َت ْ م ُت ْ ذِ إ َ و ُ ق او ُ د ُ ج ْ سا ِ ة َ كِ ئ َلا َ م ْ لِ ل ا َن ْ ل ِ لآ ُ د َ ج َ س َف َ م َ داو ِ إ � لاِ إ َ سيِ ل ْبط َ نِ م َ نا َ ك َ و َ ر َ ب ْ ك َت ْ سا َ و َ بََأ َ نيِ رِ فا َ ك ْلا “Hani Rabb’in meleklere: -Ben,Yer yüzünde (benim emirlerimi teblîğ edecek ve infaza me’mûr olacak , asâleten değil vekâleten ) bir halîfe (bir insan) yaratacağım - demişdi” (Melekler) de : Biz seni hamdinle tesbîh ve takdis edib dururken -Orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek - kimse mi yaratacaksın? - demişlerdi (Allâh) da: Sizin bilemeyeceğinizi her halde ben bilirim, demişdi” “Âdem’e bütün isimleri öğretmişdi Sonra onları meleklere gösterip: Doğrucular iseniz (her şey’in iç yüzünü biliyorsanız) bunları adlarıyle haber verin, demişdi” “(Melekler) de: Seni tenzih ederiz Senin bize öğretdiğinden başka bizim hiçbir b ilgimiz yok Çünkü (her şey’i) hakkıyle bilen, hüküm ve hikmet s âhibi olan şübhe siz ki sensin Sen, demişlerdi” “(Allâh) : Ey Âdem, onları adlarıyle kendilerine haber ver, deyib de o da onları isimleriyle söyleyiverince (şöyle) dedi: Size demedim mi ki göklerin ve yerin ğ aybını şübhesiz ben bilirim Neyi açıklarsanız, neyi de gizlemişseniz ben bilirim” “Hani meleklere: Âdem’e (yahud Âdem için Allâh’a) secde edin, demişdik de (şeytanların reisi olan) İblîs’den başkası hemen secde etmişlerdi O i se dayatmış, kibirlenmek istemişdi (Zâten ) o kâfirlerdendi” 53 53 -Bakara, 30 -34 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 33 َ ك �ب َ ر َ لا َق ْ ذِ إ ٌ قِ لا َ خ ِّ نِِّ إ ِ ة َ كِ ئ َ لا َ م ْ لِ ل ْ نِ م ا ً ر َ ش َب ٍ ينِ ط ا َ ذِ إ َف ِ هيِ ف ُ ت ْ خ َ ف َن َ و ُه ُت ْ ي � و َ س ْ نِ م ُ ر ِ حو َ نيِ دِ جا َ س ُه َل او ُ ع َ ق َ ف ي ْ م ُ ه� ل ُ ك ُة َ كِ ئ َ لا َ م ْلا َ د َ ج َ س َف َ نو ُ ع َْ جَْألا َ سيِ ل ْبِ إ � لاِ إط ِ ا َ ر َ ب ْ ك َت ْ س َ نيِ رِ فا َ ك ْلا ْ نِ م َ نا َ ك َ و َ لا َق َي � ي َ د َيِ ب ُ ت ْ ق َل َ خ ا َ مِ ل َ د ُ ج ْ س َت نَأ َ ك َ ع َ ن َ م ا َ م ُ سيِ ل ْبِ إ اط ْ ن ُ ك ْ مَأ َ ت ْ ر َ ب ْ ك َت ْ سَأ َ ت َ ينِ لا َ ع ْلا َ نِ م ِ م ٌ ر ْ ي َ خ ا َنَأ َ لا َق ُه ْ نط ْ نِ م ِ نِ َت ْ ق َل َ خ َن ْ نِ م ُه َت ْ ق َل َ خ َ و ٍ را ٍ ينِ ط ٌ ميِ ج َ ر َ ك� نِ إ َف ا َ ه ْ نِ م ْ ج ُ ر ْ خا َف َ لا َقج ِ م ْ و َي َ لىِ إ ِ ت َن ْ ع َل َ ك ْ ي َل َ ع � نِ إ َ و ِ ني ِّ دلا ِّ ب َ ر َ لا َق َ نو ُث َ ع ْ ب ُي ِ م ْ و َي َ لىِ إ ِ نِّ ْ رِ ظنَ أ َف َ نِ م َ ك� نِ إ َف َ لا َق ْ ن ُ م ْلا َ نيِ ر َظ ِ مو ُل ْ ع َ م ْلا ِ ت ْق َ و ْلا ِ م ْ و َي َ لىِ إ َ لا َق َ كِ ت � زِ عِ ب َف ْ م ُ ه� ن َيِ و ْ غ ُ َ لْ َ ينِ ع َْ جَْألا َ ينِ ص َل ْ خ ُ م ْلا ُ م ُ ه ْ نِ م َ ك َ دا َبِ ع � لاِ إ � ق َْ لْا َف َ لا َقز � ق َْ لْا َ و ُ لو ُقَأج ْ نِ م َ م�ن َ ه َ ج � ن َ َ لْ ْ م َ َ لْ ْ ن�ِ مَ َ و َ ك َ ك َ عِ ب َت ِ م َ ينِ ع َْ جَْأ ْ م ُ ه ْ ن "Rabb'in o zaman meleklere demişdi ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım" “Onu (un hi lkatini) tamamlayıb içerisine de ruhumdan üfürdüğüm (can verdiğim) zaman siz onun için (onu kıble edinerek bana) derhal secdeye kapanın , (veyâ O’nun ve evlâtlarının hizmetine girin )” "Bunun üzerine bütün melekler topdan secde etmiş" "yalnız (melekler arasında bulunan) İblîs, kibirlenmeye yeltenmişdi (Zâten) o, (ilm -i ilâhî'de ) kâfirlerdendi" "Buyurdu: Ey İblîs, iki elimle (bi'z -zât anasız babasız) yaratdığıma secde etmenden seni hangi şey' men' etdi? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi oldun ?" "(İblîs) dedi: Ben ondan hayırlıyım Beni ateşden, onu ise çamurdan yaratdın" "Buyurdu: Hemen buradan (cennetden) çık Zîrâ artık sen taşlanan (rahmet -i ilâhiyyeden koğulan bir mel'un) sun" Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 34 "Ve şübhesiz ki cezâ gününe kadar lâ'netim senin üstündedir" "Dedi: Ey Rabb'im, o halde (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver" "Buyurdu: Haydi sen mühlet verilenlerdensin" "(Bence) ma'lûm olan zam anın (bir) gününe kadar, (Birinci nefha zamanına kadar) " "Dedi: Senin izzetine (mutlak kudretine, kahrına) andederim ki ben de artık onların hepsini muhakkak azdıracağım" "İçlerinden ihlâsa erdirilmiş (mü'min , muhlâs ) kulların müstesnâ" "Buyurdu: İşte bu doğru Ben (de) şu hakikati söyleyeyim" "Andolsun, cehennemi senden (senin cinsinden) ve onların (insanların) içinden sana tâbi' olanların hepsi ile dolduracağım" 54 ِ ْ لإا ا َن ْ ق َل َ خ ْ د َ ق َل َ و ْن َ نا َ س ْ نِ م ِ م ٍ لا َ ص ْ ل َ ص ٍ نو ُن ْ س � م ٍ إ ََ حْ ْ نج ْ نِ م ُها َن ْ ق َل َ خ � نآ َْ لْا َ و ْ نِ م ُ ل ْ ب َ ق ِ را� ن ِ مو ُ م � سلا ِ ئ َلا َ م ْ لِ ل َ ك �ب َ ر َ لا َق ْ ذِ إ َ و ِ م ا ً ر َ ش َب ٌ قِ لا َ خ ِّ نِِّ إ ِ ة َ ك ْ ن ِ م ٍ لا َ ص ْ ل َ ص ٍ إ ََ حْ ْ ن ٍ نو ُن ْ س � م ا َ ذِ إ َف ْ نِ م ِ هيِ ف ُ ت ْ خ َ ف َن َ و ُه ُت ْ ي � و َ س ُ ر او ُع َ ق َ ف يِ حو َ نيِ دِ جا َ س ُه َل َ د َ ج َ س َف ْ م ُ ه� ل ُ ك ُة َ كِ ئلآ َ م ْلا َ نو ُ ع َْ جَْألا َ سيِ ل ْبِ إ � لاِ إط ْ نَأ َ بََأ َ نيِ دِ جا � سلا َ َ م َ نو ُ ك َي ا َي َ لا َق َ نيِ دِ جا � سلا َ َ م َ نو ُ ك َت � لاَأ َ ك َل ا َ م ُ سيِ ل ْبِ إ ْ ن ُ كَأ َْ لَّ َ لا َق َِ لْ ْ نِ م ُه َت ْ ق َل َ خ ٍ ر َ ش َبِ ل َ د ُ ج ْ س ِ م ٍ لا َ ص ْ ل َ ص ٍ نو ُن ْ س � م ٍ إ ََ حْ ْ ن َ لا َق ٌ ميِ ج َ ر َ ك� نِ إ َف ا َ ه ْ نِ م ْ ج ُ ر ْ خا َف َ لىِ إ َة َن ْ ع� للا َ ك ْ ي َل َ ع � نِ إ َ و ِ م ْ و َي ِ ني ِّ دلا ْنَ أ َف ِّ ب َ ر َ لا َق َ نو ُث َ ع ْ ب ُي ِ م ْ و َي َ لىِ إ ِ نِّ ْ رِ ظ َ ك� نِ إ َف َ لا َق ْ ن ُ م ْلا َ نِ م َ نيِ ر َظلا ِ مو َي َ لىِ إ 54 -Sâd, 71 -85 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 35 ِ مو ُل ْ ع َ م ْلا ِ ت ْق َ و ْلا ا َِ بِ ِّ ب َ ر َ لا َق ُ َ لْ ِ نِ َت ْ ي َ و ْ غَأ َ ْ لْا ِ فِ ْ م َُ لَ � ن َن ِّي َ ز ُ َ لْ َ و ِ ْ ر َ ينِ ع َْ جَْأ ْ م ُ ه� ن َيِ و ْ غلا َ ينِ ص َل ْ خ ُ م ْلا ُ م ُ ه ْ نِ م َ ك َ دا َبِ ع � لاِ إ � ي َل َ ع ٌ طا َ رِ ص ا َ ذ َ ه َ لا َق ٌ ميِ ق َت ْ س ُ م � نِ إ َ س ْ ي َل يِ دا َبِ ع َ ك َل ِ ن َ م � لاِ إ ٌ نا َط ْ ل ُ س ْ مِ ه ْ ي َل َ ع َ نيِ وا َغ ْلا َ نِ م َ ك َ ع َ ب� تا َ ينِ ع َْ جَْأ ْ م ُ ه ُ دِ ع ْ و َ م َل َ م�ن َ ه َ ج � نِ إ َ ولا ََ لَ ٍ با َ و ْ بَأ ُة َ ع ْ ب َ س اط ِ م ٍ با َب ِّ ل ُ كِّ ل َ م ٌء ْ ز ُ ج ْ م ُ ه ْ ن ٌ مو ُ س ْ ق ع "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıkdan yaratdık" "Cânn'ı da (Cinnin babası İblîs'i de) , daha önce çok zehirleyici ateşden (mesâmâta kadar işleyen dumansız bir ateşden ) yaratdık" "Hatırla o vakti ki Rabb'in m eleklere: Ben, kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıkdan bir beşer yaratacağım, demişdi" "O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim (can verdiğim) zaman siz onun içi n (onu kıble edinerek bana) secdeye kapanın , (veyâ O’nun ve evlâtlarının hizmetine girin )” "Bunun üzerine meleklerin hepsi topdan secde etdi" "Ancak İblîs bu secde edenlerle berâber olmakda n (çekinerek) dayatdı" "(Cenâb -ı Hakk): Ey İblîs, sen neye secde edenlerle berâber olmadın? Dedi" "Ben dedi, kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıkdan yaratdığın beşer için secde edeyim diye (var) olmadım" "(Cenâb -ı Hakk) şöyle buyurdu: O halde çık buradan, (cennetden) Çünkü sen artık koğulmuşsundur" Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 36 "Hiç şübhesiz cezâ gününe kadar lâ'net senin tependedir" "Ey Rabb'im, dedi, öyleyse bana (insanların) kabirlerinden kalkacakları güne kadar mühlet ver" "Buyurdu: O halde sen (ında'll âh ) ma'lûm olan (bir) zamânın gününe kadar (Birinci ne fhaya kadar) gecikdirilenlerdensin" "Ey Rabb'im, dedi, beni azdırdığın şey'e (rahmetinden tard etmene) mukâbil ben de andolsun yer (yüzün) de onlar (ın ma'sıyetlerini) her halde süsleyeceğim (onları kendilerine hoş göstereceğim) Onların hepsini topdan, muhakkak ki, azdıracağım , (diyerek azgınlığını ve isyânını Allâh'a nisbet etdi " "Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş (muhlâs) kulların müstesnâ (dedi) " "(Allâhü Teâlâ da) Buyurdu ki: İşte bu, bana göre (hak k ve l âyık olan) doğru bir yol dur" "Benim kullarım üzerinde senin hiçbir tahakküm (ün) yokdur Meğer ki azıb sapanlardan sana tâbi' olanlar olsun" "Şeksiz şübhesiz onların topuna va'd olunan yer cehennemdir" "Onun yedi kapısı, onlardan her kapının (onlara) ayrılmış birer nasibi vardır" 55  55 -Hıcr, 26 -44 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 37 İblîs’in , Âdem aleyhi’s -selâm 'a ve O’nun nesli olan tüm insanlara düşmanlığı Allâhü Teâlâ, insanların babası olan Âdem aleyhi’s - selâm ’ın maddî varlığını bardak gibi çınlayan kupkuru bir balçıkdan (çamurdan ); cinlerin babası olan İblîs’i de yalın bir ateşden yaratdı da onlara can verdi İblîs, Allâhü Teâlâ’n ın secde emrini y erine getirmediği için lâ ’nete uğrayıp cennetden çıkarılınca, "Ey Rabb'im, öyleyse bana (insanların) kabirlerinden kaldırılacakları güne kadar mühlet ver" dedi Cenâb -ı Hakk da "Sen (ındallâh) ma'lum olan (bir) zamânın gününe kadar geciktirilenlerdensin" 56 buyurdu İbl is de, “Ey Rabb’im, beni azdırdığın şey’e (rahmetinden tard etmene) karşın ben de andolsun , yer (yüzün) de onlar ın ma’siyetlerini , ısyanlarını ) her halde süsleyeceğim Onların hepsini, muhakkak azdıracağım” diye yemin etdi ve ş öyle dedi: 1-Kullarından bir nasîb (bir pay) edineceğim, 2-Onları mutlakâ saptıracağ ım, 3-Muhakkak onları boş kuruntulara (olmayacak şey’lere) boğacağım, 4-Kesin olarak onlara emr edeceğim de davarların (hayvanların) kulaklarnı (ibâdet ediyoruz zannı ile) yaracaklar (putlar için nişanlıyacaklar), 5-Onlara muhakkak emr edeceğim de Allâh’ın hilkâtini (yaratdığını) değiştirecekler , dedi” 56 -Hıcr, 36 -37-38 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 38 Allâh Teâlâ da, (H er yönden) zem me ve tahkî re uğramış ve (rahmetimden) koğulmuş olarak çık oradan Yemin ederim ki, onlardan kim sana uyarsa cehennemi bütün sizden dolduracağım” 57 buyurdu İblîs’in bu isyankâr halleri ve yeminle söylediği sözler, şu âyet -i kerîme’lerde daha açık bir şekilde ifâde buyurulmuşdur: ِ ْ لإا ا َن ْ ق َل َ خ ْ د َ ق َل َ و ْن َ نا َ س ْ نِ م ِ م ٍ لا َ ص ْ ل َ ص ٍ إ ََ حْ ْ ن َ م ٍ نو ُن ْ سج ْ نِ م ُها َن ْ ق َل َ خ � نآ َْ لْا َ و ْ نِ م ُ ل ْ ب َ ق ِ را� ن ِ مو ُ م � سلا ِ ئ َلا َ م ْ لِ ل َ ك �ب َ ر َ لا َق ْ ذِ إ َ و ِ م ا ً ر َ ش َب ٌ قِ لا َ خ ِّ نِِّ إ ِ ة َ ك ْ ن ِ م ٍ لا َ ص ْ ل َ ص َ م ٍ إ ََ حْ ْ ن ٍ نو ُن ْ س ْ نِ م ِ هيِ ف ُ ت ْ خ َ ف َن َ و ُه ُت ْ ي � و َ س ا َ ذِ إ َف او ُ ع َ ق َ ف يِ حو � ر َ نيِ دِ جا َ س ُه َل ْ م ُ ه� ل ُ ك ُة َ كِ ئلآ َ م ْلا َ د َ ج َ س َف َ نو ُع َْ جَْألا َ سيِ ل ْبِ إ � لاِ إط ْ نَأ َ بََأ َ نيِ دِ جا � سلا َ َ م َ نو ُ ك َي َ نيِ دِ جا � سلا َ َ م َ نو ُ ك َت � لاَأ َ ك َل ا َ م ُ سيِ ل ْبِ إ ا َي َ لا َق ْ ن ُ كَأ َْ لَّ َ لا َق َِ لْ ْ نِ م ُه َت ْ ق َل َ خ ٍ ر َ ش َبِ ل َ د ُ ج ْ س ِ م ٍ لا َ ص ْ ل َ ص ٍ إ ََ حْ ْ ن ٍ نو ُن ْ س � م َ لا َق ٌ ميِ ج َ ر َ ك� نِ إ َف ا َ ه ْ نِ م ْ ج ُ ر ْ خا َف ِ م ْ و َي َ لىِ إ َة َن ْ ع� للا َ ك ْ ي َل َ ع � نِ إ َ و ِ ني ِّ دلا ْنَ أ َف ِّ ب َ ر َ لا َق َ نو ُث َ ع ْ ب ُي ِ م ْ و َي َ لىِ إ ِ نِّ ْ رِ ظ َ ك� نِ إ َف َ لا َق ْ ن ُ م ْلا َ نِ م َ نيِ ر َظلا ِ مو ُل ْ ع َ م ْلا ِ ت ْق َ و ْلا ِ مو َي َ لىِ إ ا َِ بِ ِّ ب َ ر َ لا َق ُ َ لْ ِ نِ َت ْ ي َ و ْ غَأ َ ْ لْا ِ فِ ْ م َُ لَ � ن َن ِّي َ ز ُ َ لْ َ و ِ ْ ر َ ينِ ع َْ جَْأ ْ م ُ ه� ن َيِ و ْ غلا َ ينِ ص َل ْ خ ُ م ْلا ُ م ُ ه ْ نِ م َ ك َ دا َبِ ع � لاِ إ 57 -A’râf, 16 -17-18 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 39 � ي َل َ ع ٌ طا َ رِ ص ا َ ذ َ ه َ لا َق ٌ ميِ ق َت ْ س ُ م ِ ن َ م � لاِ إ ٌ نا َط ْ ل ُ س ْ مِ ه ْ ي َل َ ع َ ك َل َ س ْ ي َل يِ دا َبِ ع � نِ إ َ نيِ وا َغ ْلا َ نِ م َ ك َ ع َ ب� تا َ ينِ ع َْ جَْأ ْ م ُ ه ُ دِ ع ْ و َ م َل َ م�ن َ ه َ ج � نِ إ َ ولا ٍ با َ و ْ بَأ ُة َ ع ْ ب َ س ا ََ لَط ِ ل ِ م ٍ با َب ِّ ل ُ ك َ م ٌء ْ ز ُ ج ْ م ُ ه ْ ن ٌ مو ُ س ْ قع � نِ إ ٍ نو ُي ُع َ و ٍ تا�ن َ ج ِ فِ َ ينِ ق �ت ُ م ْلاط ُا َ ينِ نِ مآ ٍ م َلا َ سِ ب ا َ هو ُل ُ خ ْ د َ و ِ فِ ا َ م ا َن ْ ع َ ز َن ِ م مِ هِ رو ُ د ُ ص َ ينِ لِ با َ ق َ ت � م ٍ ر ُ ر ُ س ى َل َ ع ا ًنا َ و ْ خِ إ ٍّ لِ غ ْ ن � س ََ يم َلا ِ م م ُ ه ا َ م َ و ٌ ب َ ص َن ا َ هيِ ف ْ م ُ ه َ ينِ ج َ ر ْ خ ُِ بِ ا َ ه ْ ن ُ ميِ ح � رلا ُ رو ُ ف َغ ْلا ا َنَأ ِّ نَِّأ يِ دا َبِ ع ْ ئ ِّب َنلا ِ بّا َ ذ َ ع � نَأ َ و َ ْ لْا ُ با َ ذ َ ع ْلا َ و ُ ه َ ميِ ل “Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan; sûretlenmiş bir balçıkdan yaratdık” “Cânn’ı da (Cinnin babası İblîs'i de) , daha önce çok zehirleyici ateşden (mesâmâta kadar işleyen dumansız bir ateşden) yaratdık” “Hatırla o vakti ki Rabb’in meleklere: Ben, demişdi, kuru bir çamurdan sûretlenmiş bir balçıkdan bir beşer yaratacağım” “O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim (can verdiğim) zaman siz derhal onun için secdeye kapanın ” “Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde etdi” “Ancak İblîs bu secde edenlerle berâber olmakdan (çekinerek) dayatdı” Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 40 “(Cenâb -ı Hakk) : Ey İblîs, sen neye secde edenlerle berâber olmadın? Dedi” “Ben, dedi, kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıkdan yaratdığın beşer için secde edeyim diye (var) olmadım” “(Cenâb -ı Hakk da ) şöyle buyurdu: O halde çık buradan Çünkü sen artık kuğulmuşlardansın” “Hiç şübhesiz cezâ gününe kadar lâ ’net senin tependedir” “Ey Rabb’im, dedi, öyleyse bana (insanların) kabirlerinden kaldırılacak ları güne kadar mühlet ver” “Buyurdu: O halde sen (Allâh ındinde ) ma’ lum olan (bir) zam ânın gününe kadar gecikdirilenlerdensin” “Ey Rabb’im, dedi, beni azdırdığın şey’e (rahmetinden tard etmene) karşı n ben de andolsun yer (yüzün) de onlar (ın ma’siyetlerini) her halde süsleyeceğim Onların hepsini, topdan, muhakkak ki azdıracağım” "Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş (Mu hlas) kulların müstesnâ” “Buyurdu ki: İşte bu, bana göre (hak ve lâyık) olan doğru bir yoldur” “Benim kullarımın üzerinde senin hiçbir tahakküm (ün) yokdur Meğer ki azıb sapanlardan sana tâbi’ olanlar olsun” “Şeksiz şübhesiz onların topuna va’d olunan yer cehennemdir” Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 41 “Onun yedi kapısı, onlardan her kapının (onlara) ayrılmış birer nasibi vardır” “Takvâ sâhibleri (ise) muhakkak cennetlerde, pınar (baş) larındadır” “Selâmetle; korkusuz girin oraya (denilecek) ” “Biz o nların göğ üslerindeki kini söküb atdık (atacağız Onlar) kardeşler hâlinde, karşı karşıya tahtları üzeridedirler” 58 “Orada bunlara hiçbir y orgunluk ve zahmet değmeyecek Bunlar, o radan çıkarılacak da değildirler” “(Habîbim) kullarıma haber ver ki: hakikaten ben, (evet) ben Ğafûr ’um (çok yarlığayıcı yım ) ve Rahîm ’im (kemâliyle esirgeyiciyim )” “(Bununla berâber) benim azâbım da , (isyankâr kullarım hakkında), elbette , o en acıklı azâbın ta kendisidir” 59 َ َ لْ ِ نِ َت ْ ي َ و ْ غَأ ا َ مِ ب َف َ لا َق ْ م َُ لَ � ن َ د ُ ع ْ ق َ ميِ ق َت ْ س ُ م ْلا َ ك َطا َ رِ ص َ لآ � ُ ثُ ْ م ُ ه� ن َ يِ ت ِ م ْ ن ْ مِ هيِ د ْيَأ ِ ْ ين َب ْ مِ هِ ف ْ ل َ خ ْ نِ م َ و ْ ن َ ع َ و ْ مِِ نِا َْ يمَأ ْ ن َ ع َ و ْ مِ هِ لِ ئآ ََ شَط َ نيِ رِ كا َ ش ْ م ُ ه َ ر َ ث ْ كَأ ُ دِ َ تَ َلا َ و َ لا َق ْ ج ُ ر ْ خا َ م ا ً مو ُ ؤ ْ ذ َ م ا َ ه ْ نِ م ا ً رو ُ ح ْ دط َل ْ ن َ م َ َ لْ ْ م ُ ه ْ نِ م َ ك َ عِ ب َت ْ نِ م َ م�ن َ ه َ ج � نلْ ْ م ْ م ُ ك َ ينِ ع َْ جَْأ “(İblîs), öyleyse, dedi, (madem ki) Sen beni azgınlığa mahkum etdin, ben de bu sebeble, andolsun ki, onlar (ı saptırmak) için senin doğru yolunda (pusu kurup) oturacağım” “Sonra, andolsun, onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından kendilerine geleceğim (musallat 58 -A’râf, 43 59 -Hıcr, 26 -50 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 42 olacağım) Sen de onların çoğunu şükredici (kimse) ler bulmayacaksın” “(Allâh) ded i ki: (Her yönden) zem me ve tahkî re uğramış ve (rahmetimden) koğulmuş olarak çık oradan (cennetden) Yemin ederim ki, onlardan kim sana uyarsa cehennemi bütün sizden dolduracağım” 60 ُءا َ ش َي ْ ن َ مِ ل َ كِ ل َ ذ َ نو ُ دا َ م ُ رِ ف ْ غ َي َ و ِ هِ ب َ ك َ ر ْ ش ُي ْ نَأ ُ رِ ف ْ غ َي لآ َ للها َ نِ إط ِ للهاِ ب ْ كِ ر ْ ش ُي ْ ن َ م َ و ًاديِ ع َب ًلالآ َ ض � ل َ ض ْ د َ ق َ ف ًاثا َنِ ا � لاِ إ ِ هِ نو ُ د ْ نِ م َ نو ُ ع ْ د َي ْ نِ إج ًاديِ ر َ م ًانا َط ْ ي َ ش � لاِ إ َ نو ُ ع ْ د َي ْ نِ إ َ و لا ُ للها ُه َن َ ع َلم َ و ًاضو ُ ر ْ ف َ م ًابيِ ص َن َ كِ دا َبِ ع ْ نِ م � ن َ ذِ � تَّ َلاَ َ لا َق لا َُ لاَ َ و َُ لا َ و ْ م ُ ه� ن� لِ ض َ و ْ م ُ ه� ن َ ي ِّ ن َ م َ لآ ِ ما َ ع ْ ن َلا ْا َ نا َ ذآ � ن ُ ك ِّت َب ُي َل َ ف ْ م ُ ه� ن َ ر ُ م َ لآ َ و َ ق ْ ل َ خ � ن ُ ر ِّ ي َغ ُ ي َل َ ف ْ م ُ ه� ن َ ر ُ م ِ للهاط ًانيِ ب ُ م ًانا َ ر ْ س ُ خ َ رِ س َ خ ْ د َ ق َ ف ِ للها ِ نو ُ د ْ نِ م ًا يِ ل َ و َ ن َاط ْ ي َ شلا ِ ذِ خ �ت َي ْ ن َ م َ وط ُي َ و ْ م ُ ه ُ دِ ع َي ْ مِ هي ِّن َ مط ًارو ُ ر ُ غ � لاِ إ ُ ن َاط ْ ي � شلا ُ م ُ ه ُ دِ ع َي ا َ م َ و ًاصيِ َ مُ ا َ ه ْ ن َ ع َ نو ُ دِ َ يَ لآ َ و ُ م�ن َ ه َ ج ْ م ُ هي َ و ْا َ م َ كِ ئ َلؤ ُا َ و او ُن َ مآ َ نيِ ذ� لا َ و ْ م ُ ه ُلِ خ ْ د ُن َ س ِ تا َِ لْا � صلا او ُلِ م َ ع ْ نِ م يِ ر َْ تَ ٍ تا�ن َ ج َ ْ لْا ا َ هِ ت َْ تَ ُ را َ ه ْ ن ا ً د َبَأ ا َ هيِ ف َ نيِ دِ لا َ خط َ د ْ ع َ و ا� ق َ ح ِ ه للاط ًلايِ ق ِ ه للا َ نِ م ُ َ د ْ صَأ ْ ن َ م َ و “Şübhesiz ki Allâh, kendisine eş (ortak) koşulmasını elbetde bağışlamaz Ondan başkasını (ondan başka günahları) dilediği kimse için (tevbe eden kimse için) bağışlar Kim Allâh’a ortak koşarsa o, muhakkak (doğru yoldan) uzak bir sapıklık ile sapmışdır” “Onlar (müşrik’ler) , Allâh’ı bırakırl ar da yalnız dişilere (dişi kabûl etdikleri putlara ve meleklere) taparlar (Böylece) o çok inadcı şeytan’dan başkasına tapmış olmazlar” 60 -A’râf, 16 -17-18 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 43 “Allâhü Teâlâ da, ona (İblîs’e) lâ’net etdi (ve rahmet’inden kovdu) O da (İblîs de) -Celâl’in hakkı için yemîn ederim ki: 1-Kullarından bir nasîb (bir pay) edineceğim, 2-Onları mutlakâ saptıracağım, 3-Muhakkak onları boş kuruntulara (olmayacak şey’lere) boğacağım, 4-Kesin olarak onlara emr edeceğim de davarların (hayvanların) kulaklarnı (ibâdet ediyoruz zannı ile) yaracaklar (putlar için nişanlıyacaklar), 5-Onlara muhakkak emr edeceğim de Allâh’ın hilkâtini (yaratdığını) değiştirecekler -, dedi ” “(Allâhü Teâlâ da), -Kim Allâh’ı bırakarak şeytanı yâr (dost) edinirse, şübhesiz o , açıkdan açığa büyük bir hüsrâna (ziyana) düşmüşdür -” buyurdu “(Şeytan) onlara (insanlara) va’d eder (söz verir), onları ümîdlendirir (olmayacak kuruntulara düşürür) Halbuki şeytan’ın onlara va’d etdiği (söz verdiği ) bütün şey’ler, bir gurûr’dan (bir aldatmadan) başka bir şey’ değildir ” “İşte onlar (böyle) Onların yurtları Cehennem’dir Onlar, oradan kaçacak bir yer de bulamayacaklardır” “îman edib de iyi iyi işler yapanlar (a gelince), Biz onları altlar ından ırmaklar akan cennetlere -içlerinde temelli kalıcı oldukları halde - sokacağız İşte Allâh’ın dosdoğru bir va’di! Allâh’dan daha doğru sözlü kim olabilir?” 61 61 -Nisâ’, 116 -122 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 44 Bu âyet -i kerîme 'lerde belirtildiği üzere, kâinât içinde insanların en büyük düşmanı o lan ve insanların kalbine (zihnine ) nüfûz ederek onların aklını şaşırtan, onları hakk ve hayır yollarından saptıran ve Allâh’ın emrine ilk isyân eden İblîs ’in, hâlen ve kâlen yeminle söylediği ve insanlar üzerinde gerçekleştirmeye çalıştığı beş söz, insanl ık için “ şirk” in ve “dalâlet” in kaynağı olmuşdur Merhûm ve mağfûr büyük müfessir Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, İblîs’in yeminle söylediği beş sözünden, “Onlara muhakkak emr edeceğim de Allâh’ın hilkât’ini (yaratdığını) değiştirecekler”, sözünü, şöyle tefsîr etmektedir ki, zamânımızda büyük bir ibretle okunması tavsiye olunur: “İblîs’in iğvâ’sına kapılan ve onun telkin etdiği şey’leri doğru bir davranış zann eden insanlar, yaratılışın sûretini veyâ sıfatını değiştirerek şeklini bozacaklar , yaratılışı kemâline götürecekleri yerde bozup çığırından çıkaracaklar , tefsîr’lerde anlatılan misallere nazaran kadını erkek erkeği kadın yapmaya çalışacaklar, bıyıklarını sakallarını yolacaklar, kılıklarını değiştirecekler, suratlarını boyayacaklar, kulak burun kesip göz çıkaracaklar, erkekleri iğdiş edip hadım ağası yapacaklar, organlarını yaratılış gâyelerinin dışında kullanmaya başlayacaklar, nikâh yerine sifah yapacaklar (nikâhsız yaşayacaklar), temiz olan şey’leri bırakıp pis olan şey’lere koşacaklar, faydalı olanları bırakıp zararlı olanları tercîh edecekler, vazîfeden kaçıp oyuna gidecekler, doğruluğu budalalık sayıp eğriliği hüner sayacaklar, harama helâl, helâle haram, iy iye kötü, kötüye iyi diyecekler Hayır yerine şerr işleyecekler, i’mâr edilmesi lâzım gelen yerleri tahrîb edip tahrîb edilmesi lâzım gelen yerleri de i’mâr edecekler Rûhlarının fıtratındaki selâmet ve safvet Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 45 duygularını bozacaklar; yaratılışlarındaki din duygusunu , hakk anlayışını, sırât -ı müstekîm inancını bırakacaklar, mahlûk’u H âlik yerine koyacaklar, Tevhîd ’den çıkıp bâtıl dinler, inançlar, fikirler arkasında koşacaklar, şuna buna kulluk etmeye başlayacaklar, Allâh’ın yaratdığını (yeni bir başarı elde etdik zannı ile) değiştirdiklerini bilmeyece kler, bilseler de tanımayacaklar dır” 62 Not -1: İçinde bulunduğumuz şu zamanda organ nakli , tüp bebek , taşıyıcı, kılonlama , genler ile oynayıp yaratılışın şeklini değiştirmek gibi konularda , İblîs’in telkinleri ve öğretmesi ile başarı elde edilmesi, Allâhü Teâlâ'nın, sonsuz kudreti karşısında bizleri imtihân etmek için müsâade buyurduğu ba’zı başarılardı r ki bu şekildeki başarılar, İblîs’in, “Onlara emr edeceğim de yaratılışın sûretni ve vasfını değiştirecekler - sözü karşısında, bizi, inancımıza göre, ya îmâna veyâ küfre yöneltir Çünkü Allâhü Teâlâ’nın, bu şekildeki yanlış başarıları , İblîs’in telkinleri ile bize vermesi, -O’nun ilâhî kânunları karşısında şukür mü edeceğiz yoksa nankörlük yapıp her konudaki başarılarımızı kendimizden bilip küfür ve şirk yoluna mı sapacağız kon usunda - bizi imtihan etmek içindir Not -2: Bir zamanlar melekler ile berâber Allâhü Teâlâ’ya kulluk yapmaya çalışan İblîs , ilim sâhibi olduğu için, onlara hocalık yapmış ve onlardan da üstün bir dereceye kadar ulaşmıştı Fakat Allâhü Teâlâ’nın “S ecde edin” emrine uymadı ve “Ben Ondan hayır lıyım Çünkü beni ateşden, onu sûretlenmiş bir balçıkdan (toprakdan) yaratdın” dedi ve Allâhü Teâlâ’yı tenzî h ederek O’ndan afv -ü mağfiret 62 -Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir C 3 ss 1473 Elmalılı M Hamdi Yazır Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 46 dileyeceği yerde ısyânın da ısrar etdi Allâhü Teâlâ da ona lâ'net edip rahmetinden uzaklaştırdı O da, insanları her an şaşırtıp Allâhü Teâlâ’ya ısyan hâlinde bulunmaları için, insanların kabirlerinden kalkacağı güne kadar ömür istedi Allâhü Teâlâ da istediği ömrü verdi, fakat ilmini elinde n almadı Bunun için de İblîs, insanların en büyük bir düşmanı, insan lar üzerinde hakîkî bir nüfûz ve saltanatı olmayan bir hasmı, ancak Allâhü Teâlâ' nın -insanları imtihân etmek için - ona ba’zı imkânlar verdiği ve kendisinin yalan yanlış va’d ve telkinlerine inanıp peşinden gidenlerin velîsi yaptığı , bir mel’ûn’dur Bunun için de , organ nakli , tüp bebek , taşıyıcı, kılonlama , genler ile oynayıp yaratılışın şeklini değiştirmek gibi başarılar, “Onlara muhakkak emr edeceğim (telkin edib öğreteceğim) de Allâh’ın hilkâtini (yaratılışın şeklini ve vasfını ) değiştirecekler ” sözünün gerçekleş tirilmiş bir şeklinden başka bir şey’ değildir Son yılların büyük âlimlerinden ve Fıkıh üstadlarından merhûm ve mağfûr Ömer Nasûhi Bilmen, “Büyük İslâm İlmihâli” adlı eserinde şu hakîkatleri dile getiriyor: “İnsanların zatları ve uzuvları ( organları ) hayatda olduğu gibi, öldükden sonra da tecâvüzden masûn ( korunmuş ), ihtirâma ( saygı ve hurmete ) lâyıkdır Bunun için her hangi bir insanın hayâtına haksız yere k asd edilmesi Haram ’dır, bir Cinâyet’ dir Aynı şekilde bir insanın her hangi bir uzvunu (organını ), kendi hayâtına âit bir zarûret bulunmaksızın haksız yere kesmek, yarmak da haram ’dır, bir cürüm ’dür Aynı şekilde bir insanı hadım yapmak, haksız yere döğmek de câiz değildir” Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 47 “İnsan, muhterem bir mahlûk olduğundan onun a’zâsından (organlarından ) hiç biriyle koparılarak intifâ’ olunamaz (faydalanılamaz ) O’nun her hangi bir cüz’ü; meselâ; saçları, tırnakları veyâ çıkmış dişleri satılamaz, bunları defn et mek lâzım gelir Bunun için bir kadının saçları alınıp başka bir kadının saçlarına ilâve edilemez Böyle bir hareket insanın şerefine bir tecâvüzdür, bir nev’î tezvîr’den ( yalan -dolandan ) ibâretdir ve ademî’nin ( kendisine âit olmayan bir şey’in ) cüz’iyle i ntifa’ ( faydalanma ) mâhiyetindedir Hattâ bir kadın kendi saçlarına kendisinin dökülmüş olan saçlarını da ilâve edemez, bu kerâhetden hâli değildir Fakat başka temiz bir mahlûkun saçlarını ilâve edebilir” “Yiyecek bir şey’ bulamayıp muztarr bir hâle (çâresiz kalmış bir hâle ) gelen bir insan, kendi vücûdünden bir parça et koparıp yiyemez Başka birisinin uzuvlarından birini de müsâadesi ile kesip yiyemez Böyle bir emir ve müsâade sahîh değildir Fakat böyle muzdar bir kimse, bulacağı bir ölü hayvan e tinden ( meyteden ), hayâtını kurtarabilecek miktarda yer, eğer yemez de ölürse günâha girmiş olur Çünkü bu husûsda ruhsat vardır” Bunun için , “Karnında canlı bir halde bulunan bir çocuğun kurtarılması için, ölen annenin karnının yarılarak canlı çocuğ un kurtarılması nın câiz olması” na kıyasla, yanlış bir yorum ve yanlış bir kıyâs ile , “Bir hayat sâhibini kurtarmak için, diğer bir hayat sâhibini parçalamak câiz dir", fetvâsı doğru değildir” 63 Çünkü , ( ا َي ْ حَأ ا َ� نََّ أ َ ك َف ا َ ها َي ْ حَأ ْ ن َ م َ و َ سا�نلا ا ً عيِ َ جْ :Kim bir canı kurtarırsa bütün insanları diriltmiş gibi olur” âyet -i 63 -Büyük İslâm İlmihâli,ss 455 -456 Ömer Nasûhi Bilmen Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 48 kerîme'sinde ifâde buyurulan diril tme ifâdesi, -Allâhü a’lem -, ferdlerin, ailelerin ve toplumların dünyevî ve uhrevî huzurunu te’mîn edip Allâh’a yöneltmek; yer yüzündeki bütün insanları Allâhü Teâlâ’ya kullukdan uzaklaştırıp küfür, şirk, anarşi, fitne, fesâd, terör, fuhuş ve akla -hayâle gelmedik hayâsızlık ve ahlâksızlıkda tek bir ümmet hâline getirmeye yönelik çalışmaları bertaraf etmek , içindir Yoksa henü z öldüğü kat’î olarak belli olmayan bir kimseyi, -kalbi çalıştığı halde, beyin ölümü gerçekleşmişdir - diyerek parçalayıp başka bir kimsenin hastalığına devâ’ etmek değildir Çünkü, Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve selem, Hayber’in fethi esnâsında kumandayı Hazreti Ali radıye’llâhü anh ’a verince, Yâ Ali, Evvelâ onları İslâm Dîni’ne da’vet et ve üzerine vâcib olan İslâm Dîni esâslarını haber ver Yâ Ali tek bir kişinin senin irşâdın ile Müslümân olması, iyi bil ki sana kızıl develer bahş edilmesinden, senin de onları yoksullara tasadduk etmenden hayırlıdır” buyurması, -birkaç günlük geçici dünyâ hayâtı ve rahatlığı için değil - İslâm’ı tavsıye edip Sırât -ı müstekîm ’e yönelterek dünyevî ve uhrevî hayâtını garant i altına alıp canlar kurtarmanın en önemli, en büyük ve en mutlu bir örneğidir 64 “Karnında canlı bir halde bulunan bir çocuğun kurtarılması için, ölen annenin karnının yarılarak canlı çocuğun kurtarılması nın câiz olması” ise, ayrı bir konudur Organ nakli konusu ile ilgili değildir Çünkü bu halde bir organ nakli yapılmıyor Sâdece ölen annenin karnı yarılıp canlı 64 -Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarîh Tercemesi,C 8 ss 345 (1236 nolu Hadîs -i şerîf) ve C 10 ss 280 Kâmil Miras Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 49 olan çocuk kurtarıldıkdan sonra tekrar kesilen yer dikilip eski hâline getiriliyor ve ölü, yıkanıp techîz ve tekfîni yapılarak defn ediliyor Bunun için böyle bir konuya kıyas yapılarak "Organ nakli câizdir" demek, yanlış bir fetvadır Çünkü, İslâm Dîni'ne göre, hiç bir kimse kendini öldürme, kendini veyâ ırzını başkasına satma hakkına sâhip olmadığı gibi, bu ben im organımdır, dilediğim gibi kullanırım , dilediğim gibi bağışlarım da diyemez 65  Âdem aleyhi’s -selâm ’ın maddî vücûdünün yaratılması Alâhü Teâlâ, âdem aleyhi’s -selâm ’ın maddî vücûdünü (cennetde ) topra kdan (balçıkdan) halk etdi de şöyle buyurdu: َ ق َل َ خ ِ را � خ َ ف ْلا َ ك ٍ لا َ ص ْ ل َ ص نِ م َ نا َ سنِ ْ لإا “O , insanı (Âdem’i) bardak gibi (çınlayan) kupkuru bir balçıkdan yaratdı” 66 َا َ ن َ س ْ حَأ يِ ذ� ل ٍ ينِ ط نِ م ِ نا َ سنِ ْ لإا َ ق ْ ل َ خ َأ َ د َب َ و ُه َ ق َل َ خ ٍ ء ْ ي َ ش � ل ُ كج َ ل َ ع َ ج � ُ ثُ ْ نِ م ُه َل ْ س َن ِ م ٍ ة َل َ لا ُ س ْ ن ٍ ءا � م َ م ٍ ينِ هج ِ هيِ ف َ خ َ ف َن َ و ُها � و َ س � ُ ثُ ْ نِ م ُ ر َ ْ م � سلا ُ م ُ ك َل َ ل َ ع َ ج َ و ِ هِ حو َ ة َ دِ ئ ْف َ ْ لْا َ و َ را َ ص ْب َ ْ لْا َ وط ً لايِ ل َق َ نو ُ ر ُ ك ْ ش َت ا � م “O (Allâh), yaratdığı her şey’i güzel yapan, insanı (Âdem’i) de yaratmaya çamurdan başlayandır” “Sonra O, bunun zürriyyetini hakir bir sudan meydana gelen nutfeden (meniden, bir kan parçasından) yapmışdır” “Sonra onu düzeltip tamamladı İçine rû hundan üfürdü (can verdi) Sizin için kulaklar, gözler, gönüller yaratdı Ne az şükredersiniz!” 67 65 -Bu k onuda fazla bilgi için bak: "Organ nakli câiz midir?" A Celâleddin Karakılıç 66 -Rahmân, 14 67 -Secde, 7 -8-9 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 50 ِ ْ لإا ا َن ْ ق َل َ خ ْ د َ ق َل َ و ْن َ نا َ س ْ نِ م َ ص ِ م ٍ لا َ ص ْ ل ٍ نو ُن ْ س � م ٍ إ ََ حْ ْ نلا ْ نِ م ُها َن ْ ق َل َ خ � نآ َْ لْا َ و ْ نِ م ُ ل ْ ب َ ق ِ را� ن ِ مو ُ م � سلا َ لا َق ْ ذِ إ َ و ِ ئ َلا َ م ْ لِ ل َ ك �ب َ ر ٌ قِ لا َ خ ِّ نِِّ إ ِ ة َ ك ِ م ا ً ر َ ش َب ْ ن ِ م ٍ لا َ ص ْ ل َ ص ٍ إ ََ حْ ْ ن ٍ نو ُن ْ س � م نِ م ِ هيِ ف ُ ت ْ خ َ ف َن َ و ُه ُت ْ ي � و َ س ا َ ذِ إ َف او ُع َ ق َ ف يِ حو � ر ُه َل َ نيِ دِ جا َ س َ د َ ج َ س َف ْ م ُ ه� ل ُ ك ُة َ كِ ئلآ َ م ْلا َ نو ُ ع َْ جَْألا ِ إ � لاِ إ َ سيِ ل ْبط َ َ م َ نو ُ ك َي نَأ َ بََأ َ نيِ دِ جا � سلا "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıkdan yaratdık" "Cânn'ı da daha önce çok zehirleyici (mesâmâta kadar işleyen dumansız, harâreti müthiş bir) ateşden yaratdık " "Hatırla o vakti ki Rabb'in meleklere: Ben, kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıkdan bir beşer yaratacağım , demişdi " "O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim (can verdiğim) zaman siz derhal onun için (onu kıble edinerek bana) secdeye kapanın , (veyâ O’nun ve evlâtl arının hizmetine girin )” "Bunun üzerine meleklerin hepsi topdan secde etdi" "Ancak İblîs, bu secde edenlerle rf berâber olmakdan (çekinerek) dayatdı" 68  Âdem aleyhi’s -selâm ’ın eşi Hav vâ radıya’llâhü anhâ ’nın yaratılışı ْ م ُ ك َ ق َل َ خ ِ م ْ ن َن ٍ س ْ ف ُث ٍ ة َ دِ حا َ و ا َ ه ْ نِ م َ ل َ ع َ ج � م “O, sizi bir kişiden (Âdem’den) yaratdı Sonra ondan da eşini (zevcesi Havvâ’yı) meydana getirdi…” 69 Burada rûhun Allâhü Teâlâ’ya izâfeti, onun şerefini beyan etmek içindir Ka’be’ye, “Beytü’llâh” denilmesi gibi 68 -Hıcr, 26 -31 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 51 ْ م ُ ك َ ق َل َ خ يِ ذ� لا ُ م ُ ك �ب َ ر او ُ ق� تا ُ سا�نلا ا َ ه �يَأ ا َي ِ م ْ ن َن ا َ ه ْ نِ م َ ق َل َ خ َ و ٍ ة َ دِ حا َ و ٍ س ْ ف ا َ ه َ ج ْ و َ ز ًءا َ سِ ن َ و ًايِْ ث َ ك ًلاا َ جِ ر ا َ م ُ ه ْ نِ م � ث َب َ وج َءا َ س َت يِ ذ� لا َه للا او ُ ق� تا َ و َ نو ُل َ ْ لْا َ و ِ هِ ب َ ما َ ح ْ رط َه للا � نِ إ ا ًبيِ ق َ ر ْ م ُ ك ْ ي َل َ ع َ نا َ ك "Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vucûde getiren ve ikisinden de bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabb’iniz den korkun" "(Ayrıca) kendisi (nin adını öne sürmek suretiy) le birbirinize dileklerde bulunduğunuz Allâh’dan ve (rahim sâhibesi kadınların haklarını ve onlar sebebi ile meydana getirdiğiniz) akrabalık (bağlarını) kırmakdan , korkun (sakının) Çünkü Allâh sizin üzerinizde tam bir gözeticidir” 70 ْ م ُ ك َل َ ق َل َ خ ْ نَأ ِ هِ تا َيآ ْ نِ م َ و ِ م ْ م ُ كِ س ُ فنَأ ْ ن ِ ل ا ً جا َ و ْ زَأ ْ م ُ ك َن ْ ي َب َ ل َ ع َ ج َ و ا َ ه ْ ي َلِ إ او ُن ُ ك ْ س َت َ م ًة � د َ و ًة َْ حْ َ ر َ و ط “Size, nefislerinizden, kendilerine ısınasınız diye, zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da O’nun âyetlerindendir” 71 Hadîs -i şerîf'lerde de şöyle buyurulmuşdur: 69 -Zümer, 6 70 -Nisâ’, 1 Rasûlü'llâh aleyhi's -selâm , "Sırât üzerinden Ümmetini en evvel geçirecek olan ben olacağım" buyurduğu hadisi şer îf'inin so nunda , "Sırâtın her iki yanında ellerinde ateşden çengeller olan bir takım melekler durup o çengeller ile, ( yakalanması istenilen) insanları kapıp çekerler" "Emânet ile sıla -i rahm de oraya gönderilip Sırât'ın sağlı sollu iki yanına dururlar Hâin ile emîn , sıla -i rahmi (kadın haklarını ve kadınlar sebebi ile meydana getidiğiniz akrabalık haklarını ) yerine getirenler ile getirmeyenler arasında , şâhidlik yapıp hakkı yerine getirenleri müdâfaa edecekler, bâtılı kabûl edip onunla uğraşanlar ın da aleyhinde bulunacaklardır" buyurmuşdur S B M Tecrîd -i Sarîh Tercemesi,C 2 ss 829 -836 Ahmed Naim 71 -Rûm, 21 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 52 “Şüphe yok ki, kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır Eğer onu siz düzeltmeye kalkışırsanız kırarsınız Ve eğer ondan yararlanırsanız yararlanabilirsiniz Ve onu kendi hâline bırakırsanız eğri kalır" 72 "Kadınlara hayırhah olun, zira kadı n bir eğe kemiğinden (kaburga kemiğinden) yaratılmıştır Eğe kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın Kendi hâline bırakırsan eğri kalır Öyleyse kadınlara hayırhah olun " 73 Bu âyet -i kerîme ve Hadîs -i şerîf'lerde de belirtildiği gibi, İslâm Dîni'nin kadınlara verdiği değeri ve yüksek şerefi, hiçbir beşerî siste mde bulmak mümkün olmadığı gibi; Doğunun, Kuzeyin Komünizm 'inde ; Batının , insanları , Müslümanları ve bi'l -hâssa Müslüman Türk Milletini felâkete sürükleyen her türlü fitne ve fesâd kaynağı Demokrasî sinde, Lâikliğinde, Özgürlüğünde , Sınırsız hoş görü şünde , Fullbright anlaşm ası 'nda ve İstanbul Sözleşmesi ' gibi gayr -i ahlâkî beşeri ve şeytânî sistemle rinde de , bulmak mümkün değildir  Âdem aleyhi’s -selâm ile eşi Havâ radıya’llâhü anhâ ’nın cennetde imtihâ n edilişi Allâhü Teâlâ, Âdem aleyhi's -selâm ile eşi Havvâ radıye'llâhü anhâ 'ı cennetde halk etd ikden sonra onlara şöyle dedi : 72 -İbni Hıbban, Sahih, 9/486 73 -Ebû Hurayra r a dan Buharî, Nikâh 79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikâk 23; Müslim, Radâ 65, (1468); Tirmizî, Talâk 12, (1188) Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 53 ْنَأ ْ ن ُ ك ْ سا ُ م َ دآ ا َي ا َن ْ ل ُ ق َ و ًاد َ غ َ ر ا َ ه ْ نِ م َلا ُ ك َ و َة�ن َْ لْا َ ك ُ ج ْ و َ ز َ و َ ت ا َ م ُت ْ ئِ ش ُ ث ْ ي َ ح ا َب َ ر ْ ق َ ت َلا َ و َ ينِ مِ لا� ظ ْلا َ نِ م ا َنو ُ ك َت َ ف َة َ ر َ ج � شلا ِ هِ ذ َ ه “Ve demişdik ki: Ey Âdem, sen eşinle berâber Cennet’de yerl eş Ondan (C ennet ’in yiyeceklerinden), neresinden isterseniz, ikiniz de bol bol yeyin (Fakat) şu ağaca yaklaşmayın Yoksa ikiniz de (nefsine) zulm eden (zâlim) ler den olursunuz” 74 ْنَأ ْ ن ُ ك ْ سا ُ م َ دآ ا َي َ و ُ ث ْ ي َ ح ْ نِ م َلا ُ ك َف َة�ن َْ لْا َ ك ُ ج ْ و َ ز َ و َ ت َة َ ر َ ج � شلا ِ هِ ذ َ ه ا َب َ ر ْ ق َ ت َلا َ و ا َ م ُت ْ ئِ ش َ ينِ مِ لا� ظلا َ نِ م ا َنو ُ ك َت َ ف َ س َ و ْ س َ و َ ف ا َ م َُ لَ ْ نِ م ا َ م ُ ه ْ ن َ ع َ يِ رو ُ و ا َ م ا َ م َُ لَ َ يِ د ْ ب ُيِ ل ُ نا َط ْ ي � شلا َ لا َق َ و ا َ مِِ تِا َء ْ و َ س ا َ م ْ نَأ � لاِ إ ِ ة َ ر َ ج � شلا ِ هِ ذ َ ه ْ ن َ ع ا َ م ُ ك �ب َ ر ا َ م ُ كا َ ه َن ا َنو ُ ك َت ْ وَأ ِ ْ ين َ ك َل َ م ا َنو ُ ك َت َ نيِ دِ لا َْ لْا َ نِ م َ ينِ حِ صا�نلا َ نِ م َل ا َ م ُ ك َل ِّ نِِّ إ ا َ م ُ ه ََ سَا َق َ و لا َ د َف ٍ رو ُ ر ُغِ ب ا َُ هُ� لاج ا َ قِ ف َط َ و ا َ م ُ ه ُ تا َء ْ و َ س ا َ م َُ لَ ْ ت َ د َب َة َ ر َ ج � شلا ا َقا َ ذ ا � م َل َ ف ا َ مِ ه ْ ي َل َ ع ِ نا َ فِ ص َْ يَ ِ ة�ن َْ لْا ِ َ ر َ و نِ مط ا َ م ُ ك َ ه ْ نَأ َْ لََّأ ا َ م ُ ه �ب َ ر ا َُ هُا َ دا َن َ و � نِ إ ا َ م ُ ك� ل ل ُقَأ َ و ِ ة َ ر َ ج � شلا ا َ م ُ ك ْ لِ ت ن َ ع ا َ م ُ ك َل َ نآ َط ْ ي � شلا ٌ ينِ ب � م � و ُ د َ ع “Ey Âdem, sen, zevcenle birlikde, cennetde yerleş (in) de ikiniz de dilediğiniz yerden yeyin (için, gezin dolaşın) (Ancak) şu ağaca yaklaşmayın Sonra (kendilerine) yazık edenlerden olursunuz” “(Onların bu durumu nu görüp kıskanan şeytan , bir yolunu bulup cennete girerek yanlarına yaklaştı ve ) onlardan gizli bırakılmış o çirkin yerlerini (avret mahallerini) kendilerine açıklamak (göstermek) için ikisine de vesvese verdi: Rabb’iniz size bu ağacı başka bir şey’ için de ğil, ancak iki melek olacağınız, yahud (cennetde) ebedî kalıcılardan 74 -Bakara, 35 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 54 olacağınız için , (iki melek olmayasınız veyâ cennetde ebedî kalmayasanız diye ), yasak etdi, dedi” “Bir de onlara: Şübhesiz ki ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim, diye yemin etdi ” “İşte bu suretle ikisini de aldatarak (o ağaçdan yemiye) tenezzül ettirdi Ağac (ın meyvesin) i tatdıkları anda o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine cennet yaprağından üst üste yamayıp örtmeye başladılar Rableri de -Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size muhakkak apaçık bir düşmandır , demedim mi? - Diye nidâ etdi” "Dediler: Ey Rabb'imiz, kendimize yazık etdik Eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen her halde (maddî ve ma'nevî en büyük) zarara uğrayanlardan olacağız" 75 Bu suretle Âdem aleyhi’s -selâm ile eşi Havvâ radıya’llâhü anhâ, İblîs'in bu sözlerine inanarak , Allâhü Teâlâ'nın emrini unutup cennete fazlaca muhabbet etdiler ve yasak edilen ağacın mevesini ta dınca cennet elbiseleri üzerlerinden soyuldu, avret mahalleri açıldı ve imti hân -ı ilâhî’yi kaybebederek cennet eller inden gi tdi 76 Çünkü Kul, Allâhü Teâlâ’nın gayri her neye muhabbet ederse muhabbeti , o şey’in bir musîbet olmasına sebeb olur Bunun için muhabbet -i ilâhîyye ’nin gayri hiçbir şey’ bâkî olmadığından her şey’ zevâl bulur, ancak muhabbet -i ilâhiyye (zikru’llâh) bâki kalır” 75 -A'râf, 19 -23 76 -Böyle bir hâdise, "Tosya'ya pirince giderken evdeki bulgurdan oldu" Atasözlü ile ifâde edilen kanaatsizliğin veyâ daha iyisine muhabbetin bir netîcesi gibidir ki bir kimse , dünyâ hayâtına fazlaca muhabbet edip âhiret hayâtının ebedî güzelliğini elde etmek için çalışmayı unutursa veyâ ihmâl ederse aynı âkıbete dûçâr o lur Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 55  Âdem aleyhi’s -selâm ile eşi Havâ radıya’llâhü anhâ ’nın pişmanlık duâları Cennetin güzelliğine ve ebedî oluşuna fazlaca muhabbet eden Hazreti Âdem aleyhi's -selâm ile eşi Havvâ radıye'llâhü anhâ , ( َ ينِ مِ لا� ظلا َ نِ م ا َنو ُ ك َت َ ف َ ة َ ر َ ج � شلا ِ هِ ذ َ ه ا َب َ ر ْ ق َ ت َلا َ و :Şu ağaca yaklaşmayın Sonra (kendilerine) yazık edenlerden olursun uz) emrini unutarak İblîs'in sözlerine inanıp i mtihân -ı ilâhî 'yi kaybeddiler ve hemen pişman olup şu âyet -i kerîme'de ifâde buyurulduğu gibi duâ etmeye başladılar : ْ نَأ ا َن ْ م َل َظ ا َن �ب َ ر َلاا َق ْ نِ إ َ و ا َن َ س ُ ف َْ لَّ تِ َ و ا َن َل ْ رِ ف ْ غ َ ت َ هه ا َن َْ حْ ْ ر َ نِ م � ن َنو ُ ك َن َل َ نيِ رِ سا َْ لْا “Dediler: Ey Rabb’imiz, kendimize yazık etdik Eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen her halde (maddî ve ma’nevî en büyük) zarara uğrayanlardan olacağız” 77 Fakat, artık iş işden geçmiş olduğundan ; kendilerini aldatıp bu güzel ni'metlerin ellerinden gitmesine sebeb olan İblîs ile birlikde, şu âyet -i kerîme'lerde ifâde buyurulan netîceler ile karşı karşıya kaldılar: او ُطِ ب ْ ها َ لا َق � و ُ د َ ع ٍ ض ْ ع َ بِ ل ْ م ُ ك ُ ض ْ ع َبج ِ فِ ْ م ُ ك َل َ و َ ْ لْا � ر َ ق َ ت ْ س ُ م ِ ْ ر ٍ ينِ ح َ لىِ إ ٌعا َت َ م َ و ا َ هيِ ف َ و َ ن ْ و َ ي َْ تَ ا َ هيِ ف َ لا َق َ نو ُ ج َ ر ُْ تَّ ا َ ه ْ نِ م َ و َ نو ُتو َُ تَ ْ نَأ ْ د َق َ م َ دآ ِ نِ َب ا َي ا ً سا َبِ ل ْ م ُ ك ْ ي َل َ ع ا َن ْل َ ز ا ً شيِ ر َ و ْ م ُ كِ تا َء ْ و َ س يِ را َ و ُيفق َ كِ ل َذ َ ى َ و ْ ق � تلا ُ سا َبِ ل َ و ٌ ر ْ ي َ خط ْ نِ م َ كِ ل َ ذ � ذ َي ْ م ُ ه� ل َ ع َل ِ ه للا ِ تا َيآ َ نو ُ ر� ك ُ م ُ ك�ن َ نِ ت ْ ف َي َلا َ م َ دآ ِ نِ َب ا َي ْ م ُ ك ْي َ و َبَأ َ ج َ ر ْ خَأ ا َ م َ ك ُ نا َط ْ ي � شلا ِ م ْ ن َي ِ ة�ن َْ لْا َ ن ا َ م ُ ه ْ ن َ ع ُ عِ ز ا َ م ُ ه َ سا َبِ ل ا َ مِِ تِا َء ْ و َ س ا َ م ُ ه َيِ ُ يِْ لط 77 -A'râf, 23 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 56 ْ م ُ ه َن ْ و َ ر َ ت َلا ُ ث ْ ي َ ح ْ نِ م ُه ُليِ ب َق َ و َ و ُ ه ْ م ُ كا َ ر َي ُه� نِ إط ا َن ْ ل َ ع َ ج ا� نِ إ َءا َيِ ل ْ وَأ َ ينِ طا َي � شلا َلا َ نيِ ذ� لِ ل َ نو ُنِ م ْ ؤ ُي “(Allâh) dedi ki: Kiminiz kiminize düşman olarak inin Yer (yüzün) de sizin için bir zamana kadar yerleşip kalmak ve geçinmek (mukadderdir) ” “Dedi ki: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz, yine oradan (dirilib) çıka rıla caksınız” “Ey âdem oğulları, size (şeytanın açmak istediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir libas, bir de giyip süsleneceğiniz bir libas indirdik Takvâ libâsı ise, o daha hayırlıdır Bu (libasların indirilmesi) Allâh’ın (fazl -u rahmetine delâlet eden) âyetlerindendir Tâki (insanlar) iyice düşünsünler (ni'metlerin kadrinim bilsinler) ” “Ey âdem oğulları, şeytan ana ve babanızı, fenâ yerlerini kendilerine g östermek için, elbiselerini soyarak nasıl cennetden çıkardıysa sakın size de bir fitne (belâ ') yapmasın Çünkü o da, kabilesinden olan (lar) da sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yer (ler) den muhakkak görür (ler) Biz şeytanları îman etmeyeceklere ve lîler yapdık” 78 َ ك ا�ِ مَ ا َ م ُ ه َ ج َ ر ْ خَ أ َف ا َ ه ْ ن َ ع ُ نا َط ْ ي � شلا ا َ م ُ� لَ َ زَ أ َف او ُطِ ب ْ ها ا َن ْ ل ُ ق َ و ِ هيِ ف ا َنا ٍ ض ْ ع َ بِ ل ْ م ُ ك ُ ض ْ ع َب � و ُ د َ عج َ ْ لْا ِ فِ ْ م ُ ك َل َ و ٍ ينِ ح َ لىِ إ ٌ عا َت َ م َ و � ر َ ق َ ت ْ س ُ م ِ ْ ر ِ ه ْ ي َل َ ع َ با َت َ ف ٍ تا َ مِ ل َ ك ِ ه ِّب � ر نِ م ُ م َ دآ ى� ق َل َ ت َ فط ُ ميِ ح � رلا ُ با � و � تلا َ و ُ ه ُه� نِ إ “Bunun üzerine Şeytan , onları (n ayağını) oradan kaydırıp içinde bulunduklarından (cennetden, cennetin ni’metlerinden) onları çıkarıvermiş (mahrum edivermiş) di Biz de: Kiminiz kiminize düşman olarak inin Yer yüzünde 78 -A’râf, 24 -27 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 57 sizin için bir vakta (ömrünüzün sonuna) kadar dur mak ve fâidelenecek şey’ var dır, demişdik” “Derken âdem Rabb’inden kelimeler belleyip aldı , (O’na yalvardı) O da Tevbesini kabul etdi Çünkü tevbeyi en çok kabul eden, asıl esirgeyen O’dur” 79  Yer yüzüne gönderilen Hidâyetci 'nin gösterdiği yola gidip gitmemek Kullarının bu isyankâr hallerine rağmen kulları hakkında sonsuz rahmet ve mağfiret sâhibi olan Yüce Rabb'imiz Allâhü Teâlâ, yaptığı hatâlara pişman olup Yüce Rabb'inden afv -ü 79-Bakara, 36 -37 Âdem aleyhi’s -selâm , Cennet’den çıkarılıp Serendib’e indirildikden sonra, afv ve mağfiret edilmesi için ikiyüz sene ağlayarak tevbe ve istiğfâr etmişdir Bir cevab alamayınca “Yâ Rabb, âhir zaman peygamberi Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm hürmetine beni afv ve mağfiret et” diye duâ edince, Cenâb -ı Hakk “Sen O’nu nereden biliyorsun?” demiş, O da, “Yâ Rabb, beni halk edib yaratdığın zaman başımı kardırırken Levh’ı Mahfûz’da -Lâ i lâhe İllâ’llâh, Muhammedü’r - Rasûlü’llâh - yazılı olduğunu gördüm de ondan biliyorum” cevâbını verince, “Eğer O olmasaydı seni yaratmazdım” denilerek afv ve mağfiret edildiği müjdelenmişdir ki böyle bir rivâyet, bu konuyu te’yîd etmektedir Ayrıca diğer bir rivâyetde de, Allâhü Teâlâ tarafından şu âyet -i kerîme telkin edilince bu âyet -i kerîme ile duâ etdi ve duâsı kabul olundu َ نيِ رِ سا َْ لْا َ نِ م � ن َنو ُ ك َن َل ا َن َْ حْ ْ ر َ ت َ و ا َن َل ْ رِ ف ْ غ َ ت ْ� لَّ ْ نِ إ َ و ا َن َ س ُ فنَأ ا َن ْ م َل َظ ا َن �ب َ ر “Ey Rabb’imiz, b iz kendimize yazık etdik Eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen her halde (maddî ve ma’nevî en büyük) zarara uğrayanlardan olacağız” A’râf, 23 Tefsîr -i Mevâkib, Osmanlıca ss 5 Ed-Dürrü’l -Mensur C 1 s 142 Bu imtihân -ı ilâhî'ler neticesinde, Âdem aleyhi's -selâm, beş şey' ile bahtiyar oldu İblîs ise, beş şey' ile bedbaht oldu Şöyleki: 1-Âdem a s günâhını i'tiraf etdi İblîs ise, günâhını i'tiraf etmedi 2-Âdem a s yaptığına pişman oldu, nedâmet duydu İblîs ise, yaptığına pişman olmadı 3-Âdem a s nefsini levm etdi, (niçin yaptın diye hesaba çekdi) İblîs ise, böyle yapmadı 4-Âdem a s tevbeye acele etdi İblîs ise, tevbe etmeyip azgınlı ğını Allâh'a nisbet etdi 5-Âdem a s Allâhü Teâlâ'nın rahmetinden ümidini kesmedi İblîs ise, bunu yapmadı Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 58 mağfret dileyen ve pişman olmayıp afv -ü mağfiret dilemeyen kulla rı hakkında da şöyle buyurmaktadır : او ُطِ ب ْ ها ا َن ْ ل ُ ق ًاعيِ َ جْ ا َ ه ْ نِ مج ْ م ُ ك�ن َ يِ تْ أ َي ا � مِ إ َف ِ م ْ ن َ م َف ى ً د ُ ه ِّ نِ َ ِ ب َت ٌ ف ْ و َ خ َلا َف َ يا َ د ُ ه َ نو ُن َ ز َْ يَ ْ م ُ ه َلا َ و ْ مِ ه ْ ي َل َ ع َ نيِ ذ� لا َ و اور َ ف َ ك او ُب� ذ َ ك َ و ِ را�نلا ُ با َ ح ْ صَأ َ كِ ئ َلوُأ ا َنِ تا َيآِ بج َ نو ُ دِ لا َ خ ا َ هيِ ف ْ م ُ ه “(Evet, öyle) dedik: Hepiniz oradan inin Sonra size benden bir hidâyet (ci rehber , kitâb ve peygamber ) gelir de kim benim Hidayetci min (rehberimin) izince giderse artık onlara hiçbir korku (ve tehlike) yokdur Onlar mahzun da olacak değil (Çünkü onlar bu halleri ile ilâhî imtihânımızı kazanmışlardır ” “(Hidâyetcimin, rehberimin izince gitmeyen) O küfr edenler (yok mu?) , âyetlerimizi yalan sayan lar (yok mu?) onlar o ateşin (cehennemin) arkadaşlarıdır Onlar orada bir daha çıkmamak üzere (ebedî ol arak) kalıcıdırlar” 80 ْ م ُ ك َل َ ع َ ج يِ ذ� لا َ و ُ ه َ و َ ْ لْا َ فِ ئ َلا َ خ ِ ل ٍ تا َ ج َ ر َ د ٍ ض ْ ع َب َ ْ و َ ف ْ م ُ ك َ ض ْ ع َب َ َف َ ر َ و ِ ْ ر ْ م ُ ك َ و ُل ْ ب َي ْ م ُ كا َتآ ا َ م ِ فِط ميِ ح � ر ٌ رو ُ ف َغ َل ُه� نِ إ َ و ِ با َ قِ ع ْلا ُ يِ ر َ س َ ك �ب َ ر � نِ إ “O, sizi yer yüzünün halîfeleri yapan, sizi, size verdiği şey’lerde, imtihana çekmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır” 81 ا َ م َ و ُهو ُ ذ ُ خ َف ُ لو ُ س � رلا ُ م ُ كي َتآ ا َ م َ و او ُ ه َ ت ْ نا َف ُه ْ ن َ ع ْ م ُ كا َ ه َنج ُ وق� تا َ و َللها اط ُ ديِ د َ ش َ للها � نِ إ ِ با َ قِ ع ْلا م “(Bunun için) Rasûl size ne verdi ise onu alın, size ne yasak etdi ise ondan da sakının Allâh’dan korkun Çünkü, Allâh (ın) azâbı çetindir” 82 80 -Bakara, 38 -39 81 -En’âm,165 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 59 َ ن َ س ْ ح َا او ُ عِ ب� تا َ و َلا ْ م ُت ْ ن َا َ و ًة َت ْ غ َب ُ با َ ذ َ ع ْلا ُ م ُ ك َيِ ت ْا َي ْ نَأ ِ ل ْ ب َ ق ْ نِ م ْ م ُ ك ِّب َ ر ْ نِ م ْ م ُ ك ْ ي َلِ إ َ لِ ز ْن ُا ا َ م َ نو ُ ر ُ ع ْ ش َتلا “Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azâb gelmezden önce Rabb’inizden size indirilen (ni'metler) in en güzeli (olan Kur’ân -ı Kerîm’e ve peygamberlerin en hayırlısı olan Hazreti Muammed) e uyun” 83  Âdem aleyhi’s -selâm 'ın sulbünden dünyâ ya gelen tüm insanların imtihâ n olunması Yaratılışımızın amacı , Âdem aleyhi’s -selâm ’ın fizîkî (maddî) varlığını toprakdan yaratdıkdan sonra tüm insanları O’nun sulbünden çıkan zürriyyetler hâlinde yazıp takdir eden; sayamayacağımız kadar sayısız ni’metler verip Halîfe ’lik vasfına namzet olma vasfı ile şereflendiren; İblîs’den başka tüm varlıkları hizmetim ize âmâde kılıb “ Rabb” ism -i şerîfinin muktezâsı olarak eğitim ve öğretimimizi en güzel bir şekilde yapdıkdan sonra Kur’ân -ı Kerîm ’in ve Emânet Duygusu ’nun bütün özelliklerini -daha rûhlar âleminde iken - kalblerimizin derinliklerine indirib mükellef bir in san hâle getiren; “Ben cinleri de, insanları da (başka bir hıkmetle değil) ancak bana kulluk etsinler, (benim varlığımı ve birliğimi bilsinler, beni noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak bana kulluk etsinler), diye yaratdım ” 84 buyuran ; Yüce Rabb’imiz Alâhü Teâlâ ’nın var olduğunu, bir olduğunu, noksan sıfatlardan münezzeh olup 82 -Haşr, 7 83 -Zümer, 55 84 -Zâriyât, 56 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 60 kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğunu idrâk edib bilmek ve O’na kulluk etmekdir ki bu yüce hakikate “Ma’rifetü’llâh ” denir Bunun için Hazreti âdem aleyhi’s -selâm ’ın sulbünden nesilden nesile devam ederek dünyaya gelen her insan, rû hlar âlemindeki Aslî (Fıtrî) imânı ile doğar ve bu îmânı bülûğ çağına gelince ye kadar devam eder Bu müdded içerisinde ölen bir kimse, bu îm ânı ile ölmüş olacağından cennetlik olur Bülûğ çağına gelip mükelef olan her insan Aslî îmân ’ını (fıtrî îmân ’ını), kendi hür irâdesi ile Kesbî îmân ile doğrulayıp tasdîk ederek , "Evet yâ Rabb , Sen benim Rabb'imsin, ben de senin kulunum Ezeldeki îmânıma sâdık kalarak Senin varlığını ve birliğini tasdîk eder, seni noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarım" diyerek yaratan ına teslîmiyyetini bildirip Aslî îmân 'ını kendi hür irâdesi ile Kesbî îmân ’a çevirerek tasd îk ederse , o kimseye Mü’min ve Müslüman denir Böyle bir kimse artık bu îmânını ölünceye kadar muhâfaza etmek ve bu îmânı n gerektirdiği emir ve nehiyleri aynen yerine getirmek mecburiyetindedir Bunun için Yüce Rabb’imiz Allâhü Teâlâ’nın sonsuz rahm etinin ve mağfiretinin bir gereği olarak, bülûğ çağına gelip mükelef olan her insan a, gönderdiği peygamberler ve kitâblar ile, rûhlar âlemindeki Ahd -i mîsâk ’ı, ya’nî “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” süâline karşı “Evet, Rabb’imizsin, şâhid olduk” 85 sözü, mukâvelesi , Fıtrî veyâ Aslî îmânı, Kitâb ve Peygamberler ile kendisine hatırlatılır Bu suretle de bu ahdinde samîmî olup olmadığını tescil etmek için rûhlar âleminde kalb inin derinliğine indirilen Emânet Duygusu ’nun 85 -A’raf, 172 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 61 gereğini yerine getirmek üzere teblîğ edilen Kur’ân Kerîm ’in muhâtabı olur Bundan sonra da , bülûğ çağından ölünceye kadarki yaşamında, Yüce Rabb’inin emir ve nehiylerini yerine getiri b getirmemek veyâ îmân edib etmemek konusunda serbest bırakıla rak İlâhî imtihana tâbi’ tutulur Bu suretle de kendi ameline kandisinin şâhid olup bir i’tiraz hakkının bulunmayacağı husûsu, bunun neticesi olarak da Ce nnet’lik veyâ Cehennem’lik olacağı konus u, önemle hatırlatı lıp uyarılır Bunun için de Allâhü Teâlâ , َ و ُ ق ْ لا َن او ُطِ ب ْ ها � و ُ د َ ع ٍ ض ْ ع َ بِ ل ْ م ُ ك ُ ض ْ ع َبج ِ فِ ْ م ُ ك َل َ و َ ْ لْا ٍ ينِ ح َ لىِ إ ٌ عا َت َ م َ و � ر َ ق َ ت ْ س ُ م ِ ْ ر “Ve dedi k ki: Kiminiz kiminize düşman olarak oradan (cennetden) inin Yer (yüzün) de sizin için bir zamana kadar yerleşip kalmak ve geçinmek (mukadderdir) ” 86 emrinden sonra , aşağıdaki âyet -i kerîme'de ifâde buyurulan üç önemli husûsu önemle beli rterek dünyevî ve uhrev î hayatımızın mutlu vey â mutsuz olmasına yön verecek uyarı da bulunmuşdur ki aklını, iz'ânını ve îmânını iyi kullanmasını bilen bir kimse, bunlardan Takvâ Libâsı 'nı tercih eder “Ey âdem oğulları, (yer yüzün e), size (şeytanın açmak istediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir libas , bir de giyip süsleneceğiniz bir libas indirdik Takvâ libâsı ise, o daha hayırlıdır" 87 “S ize benden bir hidâyet (ci rehber , bir peygamber ve bir Kitâb ) gelir de kim benim hidayetimin izince giderse artık onlara hiçbir korku (ve tehlike) yokdur Onlar mahzun da olacak değil lerdir ” 86 -Bakara,36 ve A'râf, 24 87 -A'râf,26 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 62 “(Hidâyetcimin, rehberimin gösterdiği o doğru yoldan gitmeyen) O küfr edenler, âyetlerimizi yalan sayanlar (yok mu?) onlar ateşin (cehennemin) arkadaşlarıdır Onlar orada bir daha çıkmamak üzere (ebedî olarak) kalıcıdırlar” 88 ْ م َُ لَ ِ ه للا ِ تا َيآِ ب او ُ ر َ ف َ ك َ نيِ ذ� لا � نِ إ ٌ ديِ د َ ش ٌ با َ ذ َ عط ْنا و ُذ ٌ زيِ ز َ ع ُه للا َ و ٍ ما َ قِ ت “Allâh’ın âyet’lerini (Kitâblarını ve peygamberlerini) tanımayanlar için pek şiddetli bir azâb vardır Allâh Azîz’dir (güçlüdür, kuvvetlidir) ve (ni’metlerine karşı nankörlük edip küfür, şirk, fitne ve fesâd peşinde koşup da nefsine zulm edenler hakkı nda da ) intikam sâhibidir” 89 ِ ا َه للا � نَأ َ و ِ با َ قِ ع ْلا ُ ديِ د َ ش َه للا � نَأ او ُ م َل ْ ع ٌ ميِ ح � ر ٌ رو ُ ف َ غط “(Şunu da iyi) bilin ki Allâh, muhakkak cezâsı pek çetindir (Bununla berâber) Allâh, (Kitaplarını ve peygamberlerini tanıyıp îmân edenler hakkında da) hakikaten Ğafûr ve Rahîm’dir , ((çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir Sonsuz rahmet ve merhamet sâhibidir )” 90  Hazreti Muhammed aleyhi's -selâm 'ın Sabah namâzında okuduğu Kur'ân -ı Kerîm 'i dinlem eye gelen Cin topluluğunun imtihânı ُ ك ْ ن ُ ت َ ك ْ ن َ م ًاز ْ خ ِ ف ي َف ًا َ أ ْ ح َب ْ ب ُ ت َأ ْ ن ُأ ْ ع ِ ر َ ف َف َ خ َل ْ ق ُ ت ْلا َ خ ْ ل َ ق، “Ben gizli bir hazîne idim, bilinmek istedim, bilinmek için de mahlûkâtı yaratdım” 91 88 -Bakara, 38 -39 89 -Âl-i İmrân, 4 90 -Mâide, 98 91 -Keşfü’l -Hafâ,II,173 Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr, C 8 ss 183 Elmalılı M Hamdi Yazır (Sadeleştirilmiş Mülk suresi tefsirinden) Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 63 � لاِ إ َ س ْنِ لا ْا َ و � نِ ْ لْا ُ ت ْ ق َل َ خ ا َ م َ و ِ نو ُ د ُب ْ ع َ يِ ل “Ben cinleri de, insanları da (başka bir hıkmetle değil) ancak bana kulluk etsinler, (benim varlığımı ve birliğimi bilsinler, beni noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak bana kulluk etsinler), diye yarat dım” 92 ِ ْ لإا ا َن ْ ق َل َ خ ْ د َ ق َل َ و ْن َ نا َ س ْ نِ م ِ م ٍ لا َ ص ْ ل َ ص ٍ نو ُن ْ س � م ٍ إ ََ حْ ْ نج ْ نِ م ُها َن ْ ق َل َ خ � نآ َْ لْا َ و ْ نِ م ُ ل ْ ب َ ق ِ را� ن ِ مو ُ م � سلا "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıkdan yaratdık" "Cânn'ı da (Cinnin babası İblîs'i de) , daha önce çok zehirleyici ateşden (mesâmâta kadar işleyen dumansız bir ateşden) yaratdık" 93 َ ق َل َ خ ْنِ ْ لإا ْ نِ م َ نا َ س ِ را � خ َ ف ْلا َ ك ٍ لا َ ص ْ ل َ صلا � نا َْ لْا َ ق َل َ خ َ و ْ نِ م َ م ِ م ٍ جِ را ْ ن ٍ را� نج "O, İnsanı bardak gibi (çınlayan) kupkuru bir balçıkdan yaratdı" "Cânnı da yalın bir ateşden yaratdı" 94 Hadîs -i Kudsî’ sinin ve âyet -i kerîme'lerinin ifâdesine göre yaratılışın amacı , “Ma’rifetü’llâh: ya’nî Allâhü Teâlâ’nın varlığını, birliğini bilib O’na inanma; O’nu noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak “O’na kulluk etme” olduğuna göre, dumansız bir ateşden yaratılmış olan cinler de, Allâhü Teâlâ'nın emir ve Bu Hadîs -i kudsî hakkında ba’zı kimseler senedi zayıf demişlerse de, Aliyyü’l - Kârî gibi bir kısım büyük muhaddis’ler de, bu Hadîs -i Kudsî hakkında, “Senedi olmasa da ma’nâsı sahîhdir, hakk ve hakikate uygundur” demişlerdir 92 -Zâriyât, 56 93 -Hıcr, 26 -27 94 -Er-Rahmân, 14 -15 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 64 nehiylerine itâat edip etmemek konusunda ilâhî imtihana tâbi' tutulmuş lardır ki onlardan , Allâhü Teâlâ'nı n secde emrini yerine getirmediği için ebedî lâ'nete uğrayan babaları İblîs ve İbl îs'e tâbi' olup onun gibi dînî esâsları kabul etmeyen azgın şeytanlar, Allâhü Teâlâ'nın rahmetinden koğulmuş Kâfir 'lerdir ki bunlar , ( ا� نِ إ َءا َيِ ل ْ وَأ َ ينِ طا َي � شلا ا َن ْ ل َ ع َ ج َ نو ُنِ م ْ ؤ ُي َلا َ نيِ ذ� لِ ل : Biz şeytanları îmân etmeyeceklerin velîleri yapdık) 95 âyet -i kerîme'sine göre, îm ân etmemekde israr eden ve küfr içinde yaşamayı tercih ederek ışyan hâlinde bulunan insanların ve cinlerin velîleri olmuşlardır Bunun aksine Rabb'lerinin gönderdiği kitablara ve peygamberlere it âat eden cinler de , Mü'min ve Müslüman olmuşlardır 96 Şöyleki: Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem , Tâif halkını İslâm' a da'vet etmek için gitmiş oldu ğu Tâif 'den Mekke'ye gelirken yol üzerinde bulunan ve Rasûlü'llâh aleyhi's -selâm 'ın uzakdan akrabâ sı olan Rabîa Oğulları 'ndan Utbe ile kardeşi Şeybe 'ni n bağları na girip sığındı ve da'vetini kabul etmeyen ve kendisini taşlayıp yaralayan Tâif 'lilerin ta'kîbi nden kurtuldu Bağa girince bir asmanın altına oturdu Biraz nefes alarak dinle ndi ve ellerini kaldırarak Allâhü Teâlâ'ya şöyle duâ etdi: "İlâhî, kuvvetimin za'fa uğradığını, çâresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arz ederim 95 -A’râf, 26 -27 96 -"Kitâb ve sünnetden hâsıl olan kat'î ilme nazaran cin vardır Müslüman olan kısmı yaratılışlarına ve hallerine uyar bir tarzda şeriat hükümlerine göre ibâdet ederler Rasûlü'llâh sallâ'llâhü aleyhi ve sellem, Rasûlü's -sakaleyn 'dir Ya'nî hem insanların, hem de cinlerin peygamberidir O'nun da'vetine icâbet edib O'nun dînine girenler, mü'minlerdendir Dünyâda da, âhiretde de, cennetde de, mü'minlerle berâber olacaklardır" Kur'ân -ı Hakîm ve Meâl -i Kerîm, C 3 ss 1099 Hasan Basri Çantay Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 65 Ancak sana şekvâ ederim Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin hor gürüb de dalına bindiği bî - çârelerin Rabb'i, ancak Sen'sin İlâhî, huysuz, yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek, hattâ hayâtımın dizginlerini eline verdiğin akrabâmdan bir dosta bile bırakmayacak kadar beni esirgersin İlâhî, gazâbına uğramayayım da çekdiğim mihnetlere, belâlara aldırmam Fakat sanin afüv ve sıyânetin (koruman) bana bunları da göstemeyecek kadar genişdir İlâhî, gazâbına uğramakdan, rızâsızlığ a dûçâr olmakdan, Sanin o karanlıkları parıl parıl parlatan, dünyâ ve âhirete âit işlerin medâr -ı salâhı olan, yüzünün nûruna sığınırım İlâhî, Sen râzı oluncaya kadar işte affımı diliyorum Her kuvvet, her kudret, ancak Senin ile kâimdir" Bağ sâhibi Rabîa Oğulları, Hazreti Muhammed sallâ'llahü aleyhi ve sellem 'in bütün bu hareketlerini dikkâtle ta'kîb etdiler O'nun acıklı hâlini görünce, akrabâlık ve hemşehrilik gayretleri ile müteessir oldular Kendilerinde bir merhamet duygusu uya ndı Addâs isminde Hristiyan bir köleleri vardı Onunla Rasûlü'llâh aleyhi's -selâm 'a bir salkım üzüm gönderdiler O da aldı ve "Bi'smi'llâh" diyerek yemeye başladı Addâs, hayret ederek "Bu sözü bu diyar halkı söylemezler Onlar Allâh'ın adını bile bilib a nmazlar" dedi Rasûlü'llâh aleyhi's -selâm da Addâs 'ın nereli olduğunu ve hangi dîne mensûb bulunduğunu sordu O da Ninova 'lı olduğunu ve Hristiyan dînine mensûb bulunduğunu söyledi Bunun üzerine Hazreti Muhammed aleyhi's -selâm "Demek sen Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 66 sâlih bir adam o lan Mettâ oğlu Yûnus Peygamberin diyârındansın" dedi Addâs da "Sen Yûnus'u nereden biliyorsun?" dedi Rasûlü'llâh aleyhi's -selâm da "O benim kardeşim demekdir O, Peygamber idi Ben de Peygamberim" dedi Bunun üzerine Addâs, Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem 'in ayağına sarılarak O'nu öpdü, O'na hurmet etdi Bu durumu seyr eden Rabîa Oğulları, hayret etdiler Addâs yanlarına dönünce "Bu adam seni dîninden ayırmasın Senin dînin O'nun dîninden hayırlıdır" dediler Addâs da hiç bir cevâb vermeyerek sükût etdi  Hazreti Muhammed aleyhi's -selâm orada bir miktar daha dinlendikden sonra Mekke'ye bir konak mesâfede bulunan Batn -ı Nahle mevkîine geldi Burası bir vâdî idi Orada bir kaç gün kaldı B u vâdîde bir sabah namazı kıldırırken "Er - Rahmân" Sûre -i celîlesini okudu Bu sırada Cin tâifesinden yedi veyâ dokuz kişilik bir gurup gelerek okunan Kur'ân -ı Kerîm'i dinlemişler, imtihân -ı ilâhî'yi kazanıp îmân ederek Müslümân olmuşlar, kendi kavimlerine dönünce de onları İslâm Dîni'ne da'vet etmişler ve Müslümân yapmaya çalışmışlardır ki bu husûs, Kur'ân -ı Kerîm'de şöyle ifâde buyurulur: ِ إ َ و ِ م ا ً ر َ ف َن َ ك ْ ي َلِ إ ا َن ْ ف َ ر َ ص ْ ذ َ نآ ْ ر ُ ق ْلا َ نو ُ عِ م َت ْ س َي ِّ نِ ْ لْا َ نط ا � م َل َ ف ْنَأ او ُلا َق ُهو ُ ر َ ض َ ح او ُتِ صج ا � م َل َ ف ِ ض ُق ُ م مِ هِ م ْ و َ ق َ لىِ إ ا ْ و� ل َ و َ ي ْ ن َ نيِ رِ ذ ْنُأ ا ًبا َتِ ك ا َن ْ عِ َ سَ ا� نِ إ ا َن َ م ْ و َ ق ا َي او ُلا َق ْ نِ م َ لِ ز ى َ سو ُ م ِ د ْ ع َب ِ ل ا ًق ِّ د َ ص ُ م يِ د ْ ه َي ِ ه ْي َ د َي َْ ين َب ا َ م َط َ لىِ إ َ و ِّ ق َْ لْا َ لىِ إ ُ م ٍ قيِ ر ٍ ميِ ق َت ْ س Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 67 َ و ِ ه� للا َ يِ عا َ د او ُبيِ جَأ ا َن َ م ْ و َ ق ا َي ْ م ُ ك َل ْ رِ ف ْ غ َي ِ هِ ب او ُنِ مآ ِ م ْ ن ْ م ُ ك ْ رِ ُ يَ َ و ْ م ُ كِ بو ُن ُذ ِ م ٍ با َ ذ َ ع ْ ن ٍ ميِ لَأ ْ ن َ م َ و َ لا ِ ه� للا َ يِ عا َ د ْ بِ ُ يَ ُءا َيِ لوَأ ِ هِ نو ُ د نِ م ُه َل َ س ْ ي َل َ و ِ ْ ر َ ْ لْا ِ فِ ٍ زِ ج ْ ع ُِ بِ َ س ْ ي َل َ فط َ كِ ئ َل ْ وُأ ُ م ٍ ل َ لا َ ض ِ فِ ٍ ينِ ب "Yâdet o zamânı ki cinlerden bir tâifeyi Kur'ân dinlemeleri için sana (doğru) çevirmişdik İşte bunlar O'nun huzûruna gelince (birbirine ) -Susun (dinleyin) - demişler, (okunması) bitirilince de (kendilerini , Allâh'ın azâbı ile ) korkutmaya me'mûr (bir görevl i) olarak kavimlerine dönmüşlerdi" "Ey kavmimiz, dediler, hakîkat biz Mûsâ'dan sonra indirilmiş olan, kendinden öncekileri tasdîk eden, Hakk'ı ve doğru yolu gösteren bir kitâb (Kur'ân) dinledik" "Ey kavmimiz, Allâh'ın da'vetcisine (Hz Muh ammed'e) icâbet edin O'na îmân edin ki (Allâh) sizin günahlarınızdan bir kısmını mağfiret etsin ve sizi acıklı bir azâbdan korusun" "Kim Allâh'ın da'vetcisine icâbet etmezse o, yer yüzünde (Allâh'ı) âciz bırakacak değildir Onun, Allâh'dan başka hiç bir yardımcıları da yokdur Onlar ap -açık bir sapıklık içindedirlar" 97 �َ لِ إ َ يِ حوُأ ْ ل ُق ِ م ٌ ر َ ف َن َ َ م َت ْ سا ُه� نَأ ا ًنآ ْ ر ُ ق ا َن ْ عِ َ سَ ا� نِ إ او ُلا َ ق َ ف ِّ نِ ْ لْا َ ن ا ًب َ ج َ علا َ لىِ إ يِ د ْ ه َي ِ د ْ ش � رلا ِ هِ ب ا�ن َ مآ َفط ْ ن َل َ و ُن ا ً د َ حَأ ا َن ِّب َ رِ ب َ كِ ر ْ شلا "(Habîbim) de ki: Bana şu hakîkat (ler) vahy olunmuşdur: Cin'den bir zümre (benim Kur'ân okuyuşumu) dinlemiş de (kavimlerine dönünce, şöyle) söylemişler: -Biz hakîkî hayranlık veren bir Kur'ân di nledik -" 97 -Ahkâf , 29 -30-31-32 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 68 "ki O, Hakk'a ve doğruya götürüyor Bundan dolayı biz de O'na îmân etdik Rabb'imize (bundan sonra) hiç bi r şey'i aslâ ortak tutmayacağız " 98 ى َ د ُْ لَا ا َن ْ عِ َ سَ ا � م َل ا� نَأ َ و ِ هِ ب ا�ن َ مآط ْ ن َ م َف ْ نِ م ْ ؤ ُي ا ً ق َ ه َ ر َ لا َ و ا ً س َْ بَ ُ فا ََ يَ َ لا َف ِ ه ِّب َ رِ بلا "Doğrusu, biz O hidâyeti (Kur'ân'ı) dinleyince O'na îmân etdik Kim de Rabb'ine îmân ederse o, ne bir (ecrinin) eksileceğinden, ne de bir haksızlığa uğrayacağından korkmaz" 99 Bu âyet -i kerîme'lerden anlaşıldığına göre, Allâhü Teâlâ'nın yedi veyâ dokuz kişilik bir cin tâifesini , Rasûlü'llâh aleyhi's -selâm 'ın sabah namazında okuduğu Kur'ân -ı Kerîm'i dinlemeleri için göndermesi ve onların okunan bu Ku'ân -ı Kerîm'i dinlemeleri sonu cunda, kendi hür irâdeleri ile îmân ve küfür yollarından birini tercih etmeleri de, apaçık bir ilâhî imtihan şeklidir ki böyle bir imtihanda, bu taifenin hepsi de hayır yolunu tercih edib îmân etmişler ve kavimlerine, Benî İsrâi peygamberleri gibi , Allâh'ın azâbı ile korkutmaya me'mûr bir görevli olarak dönmüşler ; bunun için de kendilerini , diğer cinleri , Kur'ân'ın ifâde buyu duğu İslâm Dîni'ne da'vet etmeye me'mûr bir görev li olduklarını bilmişlerdir Bu sûretle Allâhü Tealâ, Rasûlü Hazreti Mu hammed aleyhi's -selâm 'ı, Benî Sakif kabîlesinin ve diğer insanların me'yus etmelerine karşı, Batn -ı Nahle vâdîsinde cinleri gönderip îmân etdirmek sûretiyle mesrûr etmiş ve "Rasûlü's -sekaleyn: Hem insanların, hem de cinlerin peygamberi" olduğunu bildirmişd ir Bunun netîcesi olarak da 98 -Cin, 1 -2 99 -Cin, 13 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 69 her darlığın bir bolluğu, her kederin bir ferahlığı olduğu hakîkati, bir kere daha hatırlatılmışdır Böyle bir gönül darlığı netîcesinde iki kolaylık olduğu husûsu ise, şu âyet -i kerîme'de, açık bir şekilde ifâde buyurulmuşdur: ا ً ر ْ س ُي ِ ر ْ س ُ ع ْلا َ َ م � نِ إ َفلا � نِ إ ا ً ر ْ س ُي ِ ر ْ س ُ ع ْلا َ َ مط "Muhakkak zorlukla berâber bir kolayık var Muhakkak zorl ukla berâber bir kolaylık var" 100  Batn -ı Nahle Vâdîsi 'nde vukû' bulan bu mühim hâdise, Kur'ân -ı K erîm'in Cin Sûresi 'nde , şöyle anlatılıp ifâde buyurulur: "(Habîbim) de ki: Bana şu hakikat (ler) vahy olunmuşdur: Cin'den bir zümre (benim Kur'ân okuyuşumu) dinlemiş de (kavimlerine döndükleri zaman şöyle) söylemişler: Biz, hakîkî hayranlık veren bir Kur'ân dinledik" "ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor Bundan dolayı biz de ona îmân etdik Rabb'imize (bundan sonra) hiçbir (şey') i aslâ ortak tutmayacağız" "Hakîkat şudur ki: Rabb'imizin büyüklüğü (her büyüklükden) yücedir O, ne bir zevce, ne de bir evlât edinmemişdir" "Hakîkat şudur ki: Bizim avanak (câhil) imiz, Allâh'a karşı (meğer) pek aşırı yalanlar söylüyormuş " "Gerçek , biz de insan (olsun), cin (olsun) Allâh'a karşı (hiçbiri) aslâ yalan söylemez, sanmışdık" 100 -İnşirah, -5-6 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 70 "Fi'l -hakîka şu da var: İnsanlardan ba'zı kimseler cinden ba'zı kişilere sığınırlar da (Şu mahallin azgın cinlerinden bu mahallin ulusu olan ci nnî'ye sığınırız ) diyerek onların azgınlıklarını (şımarıklıklarını) artırmışlar" "Hakîkaten onlar da, sizin zannetdiğiniz gibi, Allâh'ın hiçbir kimseyi kat'iyyen diriltemeyeceğini sanmışlar" "(Cin devamla): Biz ciddî bir sûretde (kulak hırsızlığı yapmak için) göğe erişmek istedik Fakat onu s ert bekçilerle (meleklerle) ve (Rasûlü'llâh sallâ'llâhü aleyhi ve sellem 'in peygamber olarak gönderilmesinden sonra yakıcı) şihablarla doldurulmuş bulduk" "Halbuki hakikaten biz , (Bi'set -i seniyye'den evvel haber ) dinlemek için onun ba'zı kısımlarında oturacak yerler (bulup) oturuyorduk Fakat Şimdi kim dinleyecek olursa kendisini gözetip duran bir şihab (karşısında) bulunuyor" "Doğrusu biz yerdeki kişilere şerr mi ediliyor, yoksa Rabb'leri onlar için bir hayır mı irâde ediyor, bilmiyormuşuz" "Hakîkaten biz, kimimiz salâha ermiş (iyi kişi) leriz, kimimiz de bunlardan aşağıdır Çeşit çeşit yollar (a sâhib) olmuşuz" "Şu hakikati de şübhesiz anladık ki: yer (yüzün) de (bulunsak) da Allâh'ı âciz bıra kamayız, (göğe) kaçmakla da O'nu aslâ âciz kılamayız" "Doğrusu, biz o hidâyeti (Kur'ân'ı) dinleyince ona îmân etdik Kim de Rabb'ine îmân ederse o, ne bir (ecrinin) Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 71 eksileceğinden, ne de bir haksızlığa uğrayacağından korkmaz" "Gerçek, kimimiz Müslümanlar, kimimiz ise zulmedenlerdir Müslüman olan kişiler (yok mu?), işte onlar doğru yolu ara (yıb bul) muşlardır" "Zulmedenlere gelince: Onlar da c ehenneme odun oldular " 101 (Cinnin sözü burada bitdi)  "(Bana) şu hakikat de (vahyedildi) : Eğ er onlar (o zâlim cinler ve insanlar) o yol üzerinde (İslâm yolu üzerinde) dosdoğru gitselerdi elbette onlara bol su içirirdik , (bol bol rızık verir şükr etmelerini teklif ederdik) " "Bu hususda onları imtihana çekelim (şükeredib etmediklerini kendilerine gösterelim) diye Kim Rabb'inin zikrinden yüz çevirirse (Rabb'i) onu (üstüne çıkıp yükselecek ve mağlub edecek) çetin bir azâba sokar" "Hakîkatde mescidler (nama z kılmak içi n binâ edilmiş yerler) Allâh'ındır Onun için Allâh ile birlikde hiçbir (şey'e, hiçbir kimseye) tapmayın (O'na ortak koşmayın) " "(Bana ) şu hakikat de (vahyedilmişdir ): Allâh'ın kulu (Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem ) O'na ibâdet için (Batn -ı Nahle'de, sabah namazında Kur'ân okumak için namaza) kalkdığı zaman nered eyse onun etrâfında (Kur'ân dinlemek için) keçeler (gibi dertop) oluyorlardı" 102  101 -Cin, 1 -15 102 -Cin, 16 -19 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 72 Kur'ân -ı Kerîm'in Saffât , Er-Rahmân , Mülk ve Hıcr Sûre'lerinde de, şu bilgiler verilir ki mühimdir: َءا َ م � سلا ا�ن �ي َ ز ا� نِ إ ٍ ة َنيِ زِ ب ا َي ْ ن� دلا ِ ن ا ِ بِ كا َ و َ ك ْللا ا ًظ ْ فِ ح َ و ِ م ْ ن َ م ٍ نا َط ْ ي َ ش ِّ ل ُ ك ٍ دِ راج َ لا َ نو ُف َ ذ ْ ق ُي َ و ى َل ْ ع َ ْ لْا ِ َ لإ َ م ْلا َ لىِ إ َ نو ُ ع � م � س َي ْ نِ م ٍ بِ نا َ ج ِّ ل ُ ك ٌ با َ ذ َ ع ْ م َُ لَ َ و ا ً رو ُ ح ُ د ٌ بِ صا َ ولا َ فِ ط َ خ ْ ن َ م � لاِ إ ٌ بِ قا َث ٌ با َ هِ ش ُه َ ع َ ب ْ تَ أ َف َة َ ف ْط َْ لْا "Hakîkat, biz (size) en yakın göğü zînetle, yıldızlarla (donatıp) süsledik" "(Onu itâatden çıkan) her mütemerrid (inatçı ) şeytandan koruduk" "(8-9) Ki o (şeytan) lar -Mele -i a'lâ' - ya kulak verib dinleyemezler Her yandan koğularak atılırlar Onlar için (âhiretde de) ardı arası kesilmez bir azâb vardır" "Ancak (içlerinden) bir çalıp çarpan (ı) olsun Fakat Onu da delip geçen bir alev ta'kîb etmişdir" 103 ْ ن َ م ُه ُلَ أ ْ س َي ِ ْ ر َ ْ لْا َ و ِ تا َ وا َ م � سلا ِ فِط ٍ نْ أ َ ش ِ فِ َ و ُ ه ٍ م ْ و َي � ل ُ كج ِّ يَ أِ ب َف ِ ء َ لاآ ا َ م ُ ك ِّب َ ر ِ نا َبِّ ذ َ ك ُت ِ ن َ لا َ ق � ثلا ا َ ه �يَأ ْ م ُ ك َل ُ غ ُ ر ْ ف َ ن َ سج ِّ يَ أِ ب َف ِ ء َ لاآ ِ نا َبِّ ذ َ ك ُت ا َ م ُ ك ِّب َ ر ا َي ِّ نِ ْ لْا َ ر َ ش ْ ع َ م ْنِ ْ لإا َ و ْ م ُت ْ ع َط َت ْ سا ِ نِ إ ِ س ْ ن َ ت نَأ ْ نا َف ِ ْ ر َ ْ لْا َ و ِ تا َ وا َ م � سلا ِ را َط ْقَأ ْ نِ م او ُ ذ ُ ف او ُ ذ ُ فط َ لا ْ ن َ ت َ نو ُ ذ ُ ف ٍ نا َط ْ ل ُ سِ ب � لاِ إج ِ ء َ لاآ ِّ يَ أِ ب َف ِ نا َبِّ ذ َ ك ُت ا َ م ُ ك ِّب َ ر ا َ م ُ ك ْ ي َل َ ع ُ ل َ س ْ ر ُي ِ م ٌ ظا َ و ُ ش ْ ن َن ٍ را ْ ن َ ت َ لا َف ٌ سا َُ نَ َ و ِ نا َ رِ ص َتج "Göklerde ve yerde kim (ve ne) varsa Ondan ister, O, hergün bir işdedir " "O halde Rabb'inizinn hangi ni’metlerini yalan sayabilirsiniz? " "Ey ins ve cin , ileride siz (in hesâbınızı görmiy) e yöneleceğiz 103 -Saffât, 6 -10 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 73 "Şimdi Rabb'inizin hangi ni’metlerini yalan sayabilirsiniz? " "Ey cin ve insan cemâat (ler) i, göklerin ve yerin bucaklarından geç (ib de ilâhî kazâ dan selâmete er) miye gücünüz, yetiyorsa -ki (Allahın bahşedeceği) bir kudretle olmadıkça asla geçemezsiniz - haydi geçin (kurtulun) !" "O halde Rabb'inizi hangi ni'metini yalan saya bilirsiniz?" "Üzerinize ateşden (dumansız) bir yalınla (kara) bir duman salıverilecek, öyle ki birbirinizi kurtaramayacak, yardımlaşamayacaksınız" "Şîmdi Rabb'inizin hangi ni’metlerini yalan sayabilirsiniz?" 104 َءا َ م � سلا ا�ن �ي َ ز ْ د َ ق َل َ و َ حيِ با َ ص َِ بِ ا َي ْ ن� دلا ِ ل ا ً مو ُ ج ُ ر ا َ ها َن ْ ل َ ع َ ج َ و َ با َ ذ َ ع ْ م َُ لَ ا َن ْ د َت ْ عَأ َ و ِ ينِ طا َي � شل ِ يِْ ع � سلا "Andolsun ki biz yere en yakın olan göğü (dünyâ semâsını) kandillerle (yıldızlarla) donatdık Bunları şeytanlara da atış t âneleri yapdık ve onlara çılgın ateş (cehennem) azâbı hazırladık" 105 َ و ِ ءا َ م � سلا ِ فِ ا َن ْ ل َ ع َ ج ْ د َ ق َل َ نيِ رِ ظا�نلِ ل ا َ ها�ن �ي َ ز َ و ا ً جو ُ ر ُبلا َ و ْ نِ م ا َ ها َن ْظِ ف َ ح ِّ ل ُ ك ٍ نا َط ْ ي َ ش َ ر ٍ ميِ جلا َ ْ م � سلا َ َ ر َ ت ْ سا ِ ن َ م � لاِ إ ٌ ينِ ب � م ٌ با َ هِ ش ُه َ ع َ ب ْ تَ أ َف "Andolsun, biz gökde burçlar yapmış, onları (ıbretle ) temâşâ edenler için süslemişizdir" "Biz onları taşlanan (sürülen, koğulan) her şeytandan koruduk" 104 -Er-Rahmân, 29 -36 105 -Mülk, 5 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 74 "Ancak kulak hırsızlığı eden (şeytan) vardır ki onun ardına da (bakanların) apaçık (gördüğü) bir ateş parçası düşmekdedir" 106  Allâhü Teâlâ'nın her topluma , her ümmete bir peygamber göndererek onları uyarması ( ٌ ف ُ ؤ َ ر َل ِ س� انلاِ بَ للها � نِ إ ٌ ميِ ح َ ر :Allâh, insan lar hakkında Raûf ve Rahîm'dir , (Şübhesiz ki Allâh, insanları çok esirgeyicidir, çok merhametlidir) ”107 ( َه للا � نِ إ ٌ ميِ ح � ر ٌ رو ُ ف َ غ :Şübhesiz ki Allâh, Ğafûr ve Rahîm'dir , (çok yarlığayıcı, hakkıyle esirgeyicidir) " 108 buyuran Allâhü Teâlâ, kulları hakkında, hem Raûfu'r - Rahîm , hem de Ğafûru'r -Rahîm 'dir Bunun için kulları hakkında sonsuz rahmet ve mağfiret sâhibi olan yüce rabb'imiz Allâhü Teâlâ, ilâhî imtihânına tâbi' tuttuğu kullarının yanlış yollara gitmemesi, küfür, şirk, nifâk ve fesâd yollarını benimseyip dalâlet içinde kalmaması , uyarısında bulunarak şöyle buyurmaktadır: ْ د َ ق َل َ و َ ر ٍ ة � مُأ ِّ ل ُ ك ِ فِ ا َن ْ ث َ ع َب او ُ د ُب ْ عا ِ نَأ ًلاو ُ س َه للا او ُبِ ن َت ْ جا َ و َ تو ُ غا� طلاج ْ م ُ ه ْ نِ م َف َ م ْ ن ْ م ُ ه ْ نِ م َ و ُه للا ى َ د َ ه َ م ْ ن ُة َللا � ضلا ِ ه ْ ي َل َ ع ْ ت� ق َ حط او ُ يِْ س َف َ ْ لْا ِ فِ ْنا َف ِ ْ ر او ُ ر ُظ َ ف ْ ي َ ك َ ينِ بِّ ذ َ ك ُ م ْلا ُة َبِ قا َ ع َ نا َ ك 106 -Hıcr, 16 -17-18 107 -Hacc, 65 108 -Bakara, 173 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 75 "And olsun ki Biz her ümmete: Allâh'a kulluk edin, putlar (a tapmak dan, şeytana uymak ) dan kaçının diye (teblîğ at yapması için) bir peygamber (bir rehber) göndermişizdir Sonra içlerinden kimine (bu peygambere, bu rehbere uyanlara) hidâyet vermiş, kiminin üzerine de (bu peygambere, bu rehbere uymayanların üzerine de) sapıklık hak olmuşdur Şimdi yer yüzünde gezinin de (peygamberlerini) tekzîb edenlerin (onların gösterdiği yoldan gitmeyenlerin) sonu ne oldu, görün" 109 ْ نِ م ْ ت َل َ خ ْ د َق ٌ ن َن ُ س ْ م ُ كِ ل ْ ب َ ق لا او ُ يِْ س َف َ ْ لْا ِ فِ او ُ ر ُظ ْنا َف ِ ْ ر َ ينِ ب� ذ َ ك ُ م ْلا ُة َبِ قا َ ع َ نا َ ك َ ف ْ ي َ ك "Gerçek, Sizden evvel bir çok vak'alar, şerîatler gelib geçmişdir Bunun için yer yüzünde gezin, dolaşın da (peygamberleri ) yalan sayanların âkıbeti nice oldu, görün" 110 او ُيِْ س ْ ل ُق َ ْ لْا ِ فِ ْنا � ُ ثُ ِ ْ ر او ُ ر ُظ ُة َبِ قا َ ع َ نا َ ك َ ف ْ ي َ ك َ ينِ بِّ ذ َ ك ُ م ْلا "De ki: Yer (yüzün) de gezib dolaşın , (sonra) da bakın ki (peygamberler i) yalanlayanların sonu nice olnuşdur" 111 ْنا َف ِ ْ ر َ ْ لْا ِ فِ او ُيِْ س ْ ل ُق َ ينِ مِ ر ْ ج ُ م ْلا ُة َبِ قا َ ع َ نا َ ك َ ف ْ ي َ ك او ُ ر ُظ "De ki: Yer (yüzün) de gezin (dolaşın) da günahkârların sonu nice oldu, görün" 112 ْنا َف ِ ْ ر َ ْ لْا ِ فِ او ُ يِْ س ْ ل ُق ْ نِ م َ نيِ ذ� لا ُة َبِ قا َ ع َ نا َ ك َ ف ْ ي َ ك او ُ ر ُظ ُ ل ْ ب َ ق ْ م ُ ه ُ ر َ ث ْ كَأ َ نا َ ك َ ينِ كِ ر ْ ش � م "De ki: Arzda gezib dolaşın da daha evvel (geçen) lerin âkıbeti nice oldu, görün Onların çoğu müş rik lerdi" 113 109 -Nahl, 36 110 -Âl-i İmrân, 137 111 -En'âm, 11 112 -Neml, 69 113 -Rûm, 42 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 76 َ ت َ م ْ عِ ن َ نو ُفِ ر ْ ع َي ْ ن ُي � ُ ثُ ِ ه للا َ نو ُ رِ فا َ ك ْلا ُ م ُ ه ُ ر َ ث ْ كَأ َ وا َ ه َنو ُ رِ ك ا ً ديِ ه َ شٍ ة � مُأ ِّ ل ُ ك نِ م ُ ث َ ع ْ ب َن َ م ْ و َي َ و ْ م ُ ه َلا َ و او ُ ر َ ف َ ك َ نيِ ذ� لِ ل ُ ن َذ ْ ؤ ُي َلا � ُ ثُ َ نو ُب َت ْ ع َ ت ْ س ُي "Onlar, hem All âh'ın ni'metlerini i'tiraf ederler, hem de onu , (o ni'metleri ve bu ni'metlerin en hayırlısı olan Kur’ân -ı Kerîm’e ve peygamberlerin en hayırlısı olan Hazreti Muammed 'e uymayı) fiilleri ile inkâr ederler (ve bunlar bizim aklımız, kuvvetimiz ve güzel görüşümüz ile elde ettiğimiz ni'metlerdir derler ) (İşte , inadına) kâfir olan kimseler onlardır" "O gün (kıyâmet günü ) gelince her ümmetden birer şâhid (olarak kendi peygamberlerini) göndereceğiz Sonra o kâfirlere (özür dilemek için) izin verilmeyecek ve özürleri de kabul edilmeyecek" 114 ِّ ل ُ كِ ل َ و ٌ لو ُ س � ر ٍ ة � مُأج َءا َ ج ا َ ذِ إ َف ْ م ُ ه َ و ِ ط ْ سِ ق ْلاِ ب م ُ ه َ ن ْ ي َب َ يِ ض ُق ْ م ُُ لَو ُ س َ ر َ نو ُ م َل ْظ ُي َلا "Her ümmetin bir peygamberi vardır Resulleri geldiği zaman aralarında adâletle hukm edilir ve onlar aslâ haksızlığa uğratılmazlar" 115 َا او ُ ر َ ف َ ك َ نيِ ذ� ل ْ ن َ ع او� د َ ص َ و َ ْ و َ ف ا ًبا َ ذ َ ع ْ م ُ ها َن ْ دِ ز ِ ه للا ِ ليِ ب َ س او ُنا َ ك ا َِ بِ ِ با َ ذ َ ع ْلا َ نو ُ دِ س ْ ف ُي "Kâfir olub da (insanları) Allâh'ın yolundan men' edenler (yok mu?) biz onların (küfürlerinden dolayı çekdikleri ) azâbın üstünde, (dünyâda) çıkarageldikleri (fitne ve) fesadlara mukâbil (başka) bir azâb daha katıp artırdık " 116 114 -Nahl, 83 -84 115 -Yûnüs, 47 116 -Nahl, 88 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 77 ِ ة َ رِ خلآا ى َل َ ع ا َي ْ ن� د ْلا َةا َي َْ لْا او �ب َ ح َت ْ سا ُ م ُ ه� نَ أِ ب َ كِ ل َ ذلا َ م ْ و َ ق ْلا يِ د ْ ه َي َلا َه للا � نَأ َ و َ نيِ رِ فا َ ك ْلا َ كِ ئ َلوُأ ى َل َ ع ُه للا َ َب َط َ نيِ ذ� لا ْ مِ هِ را َ ص ْبَأ َ و ْ مِ هِ ع َْ سَ َ و ْ مِِ بِّو ُل ُ ق ُ م ُ ه َ كِ ئ َلوُأ َ و َ نو ُلِ فا َغ ْلا "Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar dünyâ hayâtını âhiretden daha üstün sevmişlerdir ve çünkü Allâh kâfirler gürûhuna hidâyet etmez" "Onlar öyle kimselerdir ki Allâh, onların kalblerinin üstüne , kulaklarının üstüne ve gözlerinin üstüne mühür basmışdır İşte g âfil olanlar da onların ta kendileridir (Artık hakk ve hakîkâti göremezler, işitemezler, anlayamazlar Onlar bu halleri ile bir sürü sağırlar, bir sürü dilsizler, bir sürü körlerdir Artık Hakk’a dönmezler )" 117 ْ مِ هِ م ْ ل ُظِ ب َ سا�نلا ُه للا ُ ذِ خا َ ؤ ُي ْ و َل َ و َ م ْ نِ م ا َ ه ْ ي َل َ ع َ ك َ ر َ ت ا ْ نِ ك َل َ و ٍ ة �بآ َ د ٍ ل َ جَأ َ لىإ ْ م ُ ه ُ ر ِّ خ َ ؤ ُي ى � م َ س � مج َءا َ ج ا َ ذِ إ َف َ نو ُ رِ خْ أ َت ْ س َي َلا ْ م ُ ه ُل َ جَأ َ نو ُ مِ د ْ ق َ ت ْ س َي َلا َ و ًة َ عا َ س "Eğer Allâh, insanları zulümleri yüzünden (hemen) muâheze edecek olsaydı (yer) üstünde hiçbir canlı mahluk bırakmazdı Fakat O, bunları (insanları , kendisince) adlandırılmış (takdir edilm iş) bir müddete kadar gecikdirir Ecelleri (vakitleri) geldiği zaman ise , onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler" 118 ِ م ٌ ر َ ش َب ا َنَأ ا َ� نَِّ إ ْ ل ُق �َ لِ إ ى َ حو ُي ْ م ُ ك ُل ْ ث ِ ه ْ ي َلِ إ او ُ ميِ ق َت ْ سا َف ٌ دِ حا َ و ٌه َلِ إ ْ م ُ ك َُ لَِ إ ا َ� نََّأ ُهو ُ رِ ف ْ غ َ ت ْ سا َ وط ٌ ل ْي َ و َ و ِ ل َ ينِ كِ ر ْ ش ُ م ْ ل "De ki (Habîbim) : Ben ancak sizin gibi bir insanım Bana şu vahy olunuyor: Sizin İlâhınız (Tanrınız ) ancak bir tek İlâh (Tanrı ) dır Onun için (îmân ve itâatle) hepiniz O'na 117 -Nahl, 107 -108 118 -Nahl, 61 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 78 doğrulun, O'ndan mağfiret isteyin Vay hâline, o Allâh'a ortak tanıyanların!" 119 ٌ ل ْي َ و َ و ِ ل ٍ ديِ د َ ش ٍ با َ ذ َ ع ْ نِ م َ نيِ رِ فا َ ك ْ للا َا َ نو �بِ ح َت ْ س َي َ نيِ ذ� ل ْ لآا ى َل َ ع ا َي ْ ن� دلا َ ةا َي َْ لْا ِ ة َ رِ خ ْ ن َ ع َ نو� د ُ ص َي َ و ا ً ج َ وِ ع ا َ ه َنو ُغ ْ ب َي َ و ِ ه للا ِ ليِ ب َ سط ديِ ع َب ٍ ل َلا َ ض ِ فِ َ كِ ئ َل ْ وُأ "(Kâfirlerin başına gelecek) çetin azâbdan dolayı vay kâfirlere!" "Ki onlar , dünyâ hayâtını âhiretden üstün sevenler, (İnsanları ve birbirlerini) Allâh'ın yolundan alıkoyanlar, onu (o yolu) eğriliğe çevirmek isteyenlerdir İşte onlar (hakdan) uzak bir sapıklık içindedirler" 120 إ ا َن ْ ي َل َ ع َ ن ْ و َ ف َْ يَ َ لا ا َنِ تا َيآ ِ فِ َ نو ُ دِ ح ْ ل ُي َ نيِ ذ� لا � نط ْ ن َ م َفَأ ْ ل ُي َ م مَأ ٌ ر ْ ي َ خ ِ را�نلا ِ فِ ى َ ق ْ ن ِ ة َ ما َيِ ق ْلا َ م ْ و َي ا ًنِ مآ ِ تِْ أ َيط ِ ا ْ م ُت ْ ئِ ش ا َ م او ُل َ م ْ علا ٌ يِْ ص َب َ نو ُل َ م ْ ع َ ت ا َِ بِ ُه� نِ إ "Bizim âyetlerimiz (Ku r'ân) hakkında sapkınlık edenler (onu tahrife yeltenenler) şübhesiz bize gizli kalmazlar O halde , ateşin içine atılacak olan kimse mi hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü korkusuzca gelecek olan kişi m i? Siz dilediğinizi işleyin Çünkü O, ne yaparsanız hakkıyle görendir , (zamânı gelince hesâbınızı görecek olandır) " 121 Toplumlara gönderilen peygambe rler in imtih ânı Kulları hakkında sonsuz rahmet ve mağfiret sâhibi olan Allâhü Teâlâ, ilâhî imtihânına tâbi' tuttuğu kullarının yanlış yollara gitmemesi, küfür, şirk, nifâk ve fesâd yollarını 119 -Fussılet, 6 120 İbrâhîm, 2 -3 121 -Fussılet, 40 Bu âyet -i kerîme'de tehdîd ve tahvîf vardır ki "Siz dilediğinizi işleyin (zamânı glince Allâh cezâsını verir)" anlamındadır Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 79 benimseyip dalâlet içinde kalmaması uyarısında bulunduğu gibi, peygamber olarak görevlendirdiği kullarının da bu görevi gereği gibi yapıp ya pmama dıkları hakkıda onları da bir takım sıkıntılara il e karşı karşıya bırakarak imtihâ na tâbi' tutumuşdur Şöyle ki: ْ د َ ق َل َ و � مُأ ِّ ل ُ ك ِ فِ ا َن ْ ث َ ع َب َ ر ٍ ة او ُ د ُب ْ عا ِ نَأ ًلاو ُ س َه للا او ُبِ ن َت ْ جا َ و َ تو ُ غا� طلاج ْ م ُ ه ْ نِ م َف َ م ْ ن ْ م ُ ه ْ نِ م َ و ُه للا ى َ د َ ه َ م ْ ن ُة َللا � ضلا ِ ه ْ ي َل َ ع ْ ت� ق َ حط او ُ يِْ س َف َ ْ لْا ِ فِ ْنا َف ِ ْ ر او ُ ر ُظ َ ف ْ ي َ ك َ ينِ بِّ ذ َ ك ُ م ْلا ُة َبِ قا َ ع َ نا َ ك "And olsun ki Biz her ümmete: Allâh'a kulluk edin, putlar (a tapmak dan, şeytana uymak ) dan kaçının diye (teblîğat yapması için) bir peygamber (bir rehber) göndermişizdir Sonra içlerinden kimine (bu peygambere, bu rehbere uyanlara) hidâyet vermiş, kiminin üzerine de (bu peygambere, bu rehbere uymayanların üzerine de) sapıklık hak olmuşdur Şimdi yer yüzünde gezinin (dolaşın) da (peygamberlerini) tekzîb edenlerin (onların gösterdiği yoldan gitmeyenlerin) sonu ne oldu, görün" 122 ِّ ل ُ كِ ل َ و ٌ لو ُ س � ر ٍ ة � مُأج َءا َ ج ا َ ذِ إ َف ْ م ُ ه َ و ِ ط ْ سِ ق ْلاِ ب م ُ ه َ ن ْ ي َب َ يِ ض ُق ْ م ُُ لَو ُ س َ ر َ نو ُ م َل ْظ ُي َلا "Her ümmetin bir peygamberi vardır (Kıyâmet vukû' buldukdan sonra m ahşerin hesâb gününde şâhidlik yapmak için) Resulleri geldiği zaman aralarında adâletle hukm edilir ve onlar aslâ haksızlığa uğratılmazlar" 123 َ كِ ل َ ذ َ ك َ و ِ م ا � و ُ د َ ع ٍِّ بِ َن ِّ ل ُ كِ ل ا َن ْ ل َ ع َ ج َ ينِ مِ ر ْ ج ُ م ْلا َ نط ا ًيِ دا َ ه َ ك ِّب َ رِ ب ى َ ف َ ك َ و ا ً يِْ ص َن َ و "Biz, her peygambere , güna hkârlardan düşman (lar) peydâ etdik Hidâyet verici olarak da, hakîkî yardımcı olarak da , senin Rabb'in yeter" 124 122 -Nahl, 36 123 -Yûnüs, 47 124 -Furkan,31 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 80 Âyet -i ker îme'lerinde ve benzeri diğer âyet -i kerîmeler de ifâde buyurulduğu gibi , her peygamberin, peygamber olarak gönderilip peygamberlik görevini yapmaya çalıştığı toplum içinde kendisini n da'vetine icâbet edenler olduğu gibi, da'vetine icâbet etmeyerek düşman lık yapan kimseler de olmuşdur Bu şekildeki düşmanlar karşısında her türlü sıkıntı, işkence, hakâret, zulüm ve haksızlıklar karşısında en ufak bir ta'vîde bulunmadan Allâhü Teâlâ'nın emir ve nehiylerini tebl îğ edib yapmaya çalışmışlar ve her türlü sıkı ntıya katlanarak büyük bir sabırla görevlerini noksansız yapmaya gayret sarfetmişlerdir ki b u şekildeki sıkıntılar ve düşmanlıklar, yukarıdaki âyet -i kerîme'lerde de işâret edildiği gibi, her pey gamber hakkında vukû' bulmuş ve büyük bir sabır ve görev anlayışı içinde im tihân -ı ilâhî'yi kazanmışlardır ki böyle bir hal de, peygamberler için, ilâhî bir imtihân şeklidir Bunlardan Balık sâhibi Yûnüs aleyhi's -selâm 'ın , kavminin davranış ları karşısında gazablanarak öfkeli bir halde ufak bir sabırsızlığı netîcesinde, başına ne büyük felâke tler gel dikden sonra ilâhî imtihânı kazandığı konusu, gözlerimizin önüne büyük bir ıbret levhası olarak sunulmuşdur 125 İçinde bulunduğumuz şu fırtınalı zamanda , dînî, ahlâkî, İslâmî ve millî değerlerimizi korumak, yüceltmek ve devlet yetkililerine , doğru olanı göstermek , herkesden önce akademik kariyerlere sâhip yetkili din adamlarının görevi olduğu halde, böyle bir imtihân -ı ilâhî 'nin ıbret dolu mazarası karşısında ve Rasûlü'llâh aleyhi's -selâm 'ın, ( ِ تى � م ُا ُءا َ م َل ُ ع ْ ليِ ئا َ ر ْ سِ ا ِ نِ َب ِ ءا َيِ ب ْن َا َ ك : Ümmetimin âlimleri Benî İsrâil peygamberleri gibidir ) Hadîs -i şerifi karşısında , böyle şerefli bir görevi terk 125 -Sâffât, 139 -148 Enbiyâ, 87 -88 Kalem,48 -50 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 81 edip Ehl -i sünnet ve'l -cemâat esâslarından ayrılarak az bir dünyâ menfaati katşılığında İslâm ve Müslüman düşmanı Batılıların istekleri doğrultusunda İslâmi bir esâsa dayanmayan yanlış fetvâlar verenlerin hâli nice olur, acebâ? Böyle kimseler, aşağıdaki â yet -i kerîme ve Hadîs -i şerîf'de ve benzerlerinde ifâde buyurulan hakikatlere göre hareket etseler daha iyi ve daha kârlı olmaz mı? َ نيِ ذ� لا ا َ ه �يَأ ا َي ْ نِ إ او ُن َ مآ ْ ن َي َه� للا او ُ ر ُ صن َت ْ م ُ ك َ ما َ د ْقَأ ْ ت ِّب َث ُي َ و ْ م ُ ك ْ ر ُ ص "Ey îmân edenler, siz Allâh (ın dînine ve peygamberi) ne yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sâbit kılar" 126 "Kişi dostunun yolunda gider Binâen'aleyh sizden herhangi biriniz kiminle dostluk edeceğine iyi dikkât etsin" 127 Bunun için, yenilikçi, telfikci, fetocu, diyalokcu gibi bâtıl düşüncelere sâhib akademik kariyer sâhibi yetkili din adamları, Allâhü Teâlâ’yı dost, Kur’ân -ı Kerîmi ve Rasûlü’llâh aleyhi’s -selâm ’ı rehber , Ashâb -ı Kirâm’ı ve onlara tâbi’ olup onların yolunda n giden ilim adamlarını ve Müslümanları, yerine göre mürşid, yerine göre hoca , yerine göre kardeş , yerine göre de arkadaş edinseler daha doğru bir yol olmaz mı? Bunun için Rasûlü'llâh sallâ'llâhü aleyhi ve sellem , hastalığı esnâsındaki son hutbasinde " Ümmetimden her hangi birini bu dünyâda dost edinmekliğim îcâb etse, bu dost Ebû Bekir olurdu Fakat İslâm râbıtası (dîn kardeşliği) hepimizi kardeş etmişdir, (şahs î kardeşlikden efdal kılmışdır), buyurarak hakîkî dostun, ancak Allâhü Teâlâ olduğunu vurg ulamışdır 126 -Muhammed, 7 127 -Ebûb Dâvud, Tirmizî Kur'ân -ı Hakîm ve Meâl -i Kerîm,C 2 ss 647 H B Çantay Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 82  Allâhü Teâlâ, Rasûlü ve Habîbi Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem hakkında da , َ ينِ م َلا َ ع ْ لِّ ل ًة َْ حْ َ ر � لاِ إ َ كا َن ْ ل َ س ْ رَأ ا َ م َ و “(Habîbim), biz seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik (yarattık)” 128 ا� نِ إ َ كا َن ْ ل َ س ْ رَأ ا ً ريِ ذ َن َ و ا ً ر ِّ ش َب ُ م َ و ا ً دِ ها َ شج "Hakîkat, biz, seni , (kıyâmetde ümmetine) bir şâhid, bir müjdeleyici, (ısyakâr kullurımız hakkında da) bir nezîr (bir korkutucu ) olarak gönderdik" 129 ا َ ه �يَأ ا َي َ كا َن ْ ل َ س ْ رَأ ا� نِ إ �ِ بِ�نلا ا ً ريِ ذ َن َ و ا ً ر ِّ ش َب ُ م َ و ا ً دِ ها َ ش ا ً يِْ ن � م ا ً جا َ رِ س َ و ِ هِ ن ْ ذِ إِ ب ِ ه� للا َ لىِ إا ًيِ عا َ د َ و “Ey peygamber, biz seni hakikaten bir şâhid, bir müjdeci ve bir korkutucu ve Allâh’a, O’nun emri (ve te’sîri) ile bir da’vetci ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik” 130 ْ ن َي ا َ م َ و ُ قِ ط ْلا ِ ن َ ع ى َ و َ هط ى َ حو ُي ٌ ي ْ ح َ و � لاِ إ َ و ُ ه ْ نِ إلا ى َ و ُ ق ْلا ُ ديِ د َ ش ُه َ م� ل َ ع لا “O, kendi (re’y ve) hevâsından söylemez O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başka (bir şey’) değildir Onu müthiş kuvvetlere mâlik olan (Cebrâîl aleyhi’s -selâm ) öğretdi” 131 buyurmasına rağmen, ِ ليِ وا َق َلاا َ ض ْ ع َب ا َن ْ ي َل َ ع َ ل � و َ ق َ ت ْ و َل َ و لا ََ لا ِ ينِ م َي ْلاِ ب ُه ْ نِ م ا َن ْ ذ َ خ لا َ ينِ ت َ و ْلا ُه ْ نِ م ا َن ْ ع َط َ ق َل � ُ ثُ َ نيِ زِ جا َ ح ُه ْ ن َ ع ٍ د َ ح َا ْ نِ م ْ م ُ ك ْ نِ م ا َ م َف “Eğer (Peygamber söylemediğimiz) ba’zı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı” 128 -Enbiyâ’,107 129 -Feth, 8 130 -Ahzâb, 45 -46 131 -Necm, 3 -4-5 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 83 “Elbetde O’nun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverirdik (boynunu vururduk)” “Sonra da, hiç şübhesiz, O’nun kalb damarını koparırdık (da yaşatmazdık)” “O vakit sizden hiç biriniz buna (bu katlimize) mâni’ de olamazdınız” 132 tehdî dinde bulunması da , Allâhü Teâlâ'nın, Kelime -i Tevhîd' i, Habîbim diyerek Levh -ı Mahfûz 'a kendi ismi ile berâber yazmış olduğu ilk ve son peygamberinin en zor bir imtihân -ı ilâhî'yi nasıl kazandığının apaçık delilleridir ki bunun en sıkıntılı ve en güzel örneklerinden birisi şöyledir: Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem , Mek ke' deki müşriklerin olumsuz davranışları karşısında, bir kere de Tâif halkını İslâm Dîni'ne da'vet etmeyi düşün müş dü Kendisine ilk inananlardan evlâtlığı olan Zeyd ibn -i Hârise radıye'llâhü anh 'ı yanına alıp Mekke'ye yüz kilometre kadar bir mesâfede bulu nan Tâif kasabasına gitdi Orada Benî Sakif kabîlesi ve onun gibi nüfuzlu diğer kabîleler vardı Tâif 'in havası ve suyu çok iyi idi Mekke'nin ileri gelen zenginleri buraya sayfiyeye çıkarlardı Hazreti Muhammed aleyhi's - selâm 'ın amcası Abbâs da buraya sayfiyeye çıkmışdı Çok zengindi Fakat henüz Müslümân olmamışdı Hazreti Muhammed aleyhi's -selâm , Tâif 'de bir ay kadar kaldı Benî Sakif kabîlesini ve diğer kabîleleri İslâm Dîni'ne da'vet etdi Onlara Müslümân olmalarını, Allâhü Teâlâ'nın gazâbı ndan kendilerini kurtarmalarını söyledi Fakat onlar îmân etmeyerek Müslümân olmadılar O'nun ile alay edip eğlendiler O'na hakâret etdiler Hiç bir kabîle O'nu misâfir 132 -Hâkka ,44 -45-46-47 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 84 etmedi O'na i'tibâr göstermedi Hattâ memleketlerinden çıkıp gitmesini söylediler Bu nunla da kalmayarak ayak takımı adamları toplayıp üzerine saldırtdılar Şehri terk etmek mecbûriyyetinde kalan Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem , şehrin dışına çıkar çıkmaz arkasından bağırıp çağırıp alay etdiler Hakâretde bulundular Geçeceği yolun iki tarafına sıralanarak O'nu taşa tutdular Ayakları yaralandı, kanamaya başladı Ayakkabıları kanla doldu, yürümeye tâkati kalmadı Tâkatsiz kalara k yere oturmak istediği zaman da zorla kaldırarak taşlamaya devam etdiler Bu yetmiyormuş gibi yürekler dayanmaz bu hâle gülüp eğlendiler Rasûlü'llâh aleyhi's -selâm o kadar yorulmuşdu ki bir tarafa oturup dinlenmeye ihtiyâcı vardı Fakat bu şerîr ve haydû d insanlar, hiç bir yere oturtmuyorlardı Zeyd ibn -i Hârise radıye'llâhü anh da O'nun önüne siper oluyordu O'nun da bir çok yerleri yaralanmış ve başı yarılmışdı Buna rağmen Hazreti Muhammed aleyhi's -selâm , bu hâllerden hiç me'yûs olmadı Aslâ yılmadı M ekke'ye dönerek mukaddes vazîfesine devam etmeye çalışdı Bu sırada Cebrâil aleyhi's -selâm gelerek, "Yâ Rasûlâ'llâh , Allâhü Teâlâ, kavminin sana ne söylediğini ve seni himâye etmeyi nasıl redd etdiğini duymuşdur Onlara dilediğini yapması için sana Dağlar Meleği 'ini gönderdi", dedi Bundan sonra da , Dağlar Meleği O'na seslenerek, "Yâ Muhammed, kavminin sana ne dediğini Cenâb -ı Hakk işitdi Ben Dağlar Meleği 'yim Ne emr edersen yapmam için Allâhü Teâlâ beni sana gönderdi Ne yapmamı istersin? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim", dedi Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 85 Böyle bir teklîf karşısında kalan Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem de, "Hayır, ben Cenâb -ı Hakk'ın, onların soylarından kendine ibâdet edecek ve O'na hiç bir şe y'i ortak koşmayacak kimseler çıkaracağını ümîd ederim" dedi ve en sıkıntılı bir zamânında bile eşsiz bir ahlâk sâhibi olduğunu ve âlemlere rahmet için gönderilmiş bulunduğunu, ümmetleri hakkında Raûf ve Rahîm olduğunu bir kere daha dile getirdi 133 Ne yazıkdır ki böyle yüce bir peygamberin peygamberliğini, teblîğ etmiş olduğu Kur'ân -ı Kerîm'i ve Yüce İslâm Dîni'ni kabul etmeyip şirk, küfür, fitne ve fesâd içinde ömür tüketmeyi bir ma'rifet sayan ve her hallerinde İblîs'in avenesi olan müşrik , kâfir, fitne ve fesâd erbabı akıl, îman ve iz'ân yoksunu zavallı yöneticiler ve onlara tâbi' olan tüm insanlar, bir seneyi aşkın bir zamandan beri tüm dünyâ insanlarının her imkânlarını te'sirsiz bir hâle getirip perişan eden Korona Virüsü, kuraklık, sel, deprem gibi âfetler , Yüce Rabb'imiz Allâhü Teâlâ'nın sonsuz rahmet ve mağfiret kapılarının açılması için bir uyarı niteliğinde olmasına rağmen, hâlâ O'na yönelip afv ve mağfiret dileyerek O'na yönelip O'ndan afv mağfiret dilemiye ihtiyaç du ymadıkları gibi ısyanlarını ve fısk -u fücurlarını da artırdıkça artırarak kendilerine her türlü ni'meti veren nihâyetsiz kerem sâhibi Yaratan'a karşı kulluk yapmamakda israr etm ektedirler ki böyle bir hâlin s onu, âyet -i kerîme'lerde ifâde buyurulan örnekle rine göre, dünyâda ve âhiretde hüsrandan başka bir netîce doğurmaz 133 -Riyâzü's -Sâlihîn, C 2 ss 46 (666 nolu Hadîs -i şerîf ) Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 86 Tâif 'den Mekke'ye gelirken yol üzerinde Rabîa Oğulları 'ndan Utbe ile kardeşi Şeybe 'nin bağları vardı Bunlar, Rasûlü'llâh aleyhi's -selâm 'a uzakdan akrabâ olurlardı Hazreti Muhamm ed aleyhi's -selâm bu bağa varınca hemen oraya girip sığındı Tâif 'lilerin ta'kîbinden kurtuldu B u b ağa girince bir asmanın altına oturdu Biraz nefes alarak dinlendi En vahşîce hareketlerden böylece kurtuldu Hazreti Muhammed salâ'llâhü aleyhi ve sellem , bu bağdaki asmanın gölgesinde dinlenirken ellerini kaldırarak Allâhü Teâlâ'ya şöyle duâ etdi ki böyle yüce bir peygamberin ruhlar âleminde, mâhiyeti ve keyfi yeti beşer akıl ve idrâkine sığmayan yüce bir makamda, zamandan ve mekândan münezzeh olan bir kudretin huzûrun a varıp büyük bir teslimiyyetle se cdeye kapanarak “ لله ُ د ْ م َ ح ْل َا :El -Hamdü li’llâh: Her türlü hamd -ü senâ, Allâh’a mahsusdur ” diyerek ilk imtihân -ı ilâhî’yi kaz an dığı gibi, dü nyâ âleminde de , َ كِ ل َ ذ َ ك َ و ٍِّ بِ َن ِّ ل ُ كِ ل ا َن ْ ل َ ع َ ج ِ م ا � و ُ د َ ع َ ينِ مِ ر ْ ج ُ م ْلا َ نط ا ًيِ دا َ ه َ ك ِّب َ رِ ب ى َ ف َ ك َ و ا ً يِْ ص َن َ و "Biz, her peygambere, günahkârlardan düşman (lar) peydâ etdik Hidâyet verici olarak da, hakîkî yardımcı olarak da, senin Rabb'in yeter" 134 âyet -i kerîme'sinde ifâde buyurulduğu üzere , böyle bir imtihân -i ilâhî'yi -ikinci kez - nasıl kazanmış olduğunun en açık ve en acıklı örneklerinden birisidir: "İlâhî, kuvvetimin za'fa uğradığını , çâresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arz ederim Ancak sana şekvâ ed erim Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin hor gürüb de dalına bindiği bî - çârelerin Rabb'i, ancak Sen'sin 134 -Furkan,31 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 87 İlâhî, huysuz, yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek, hattâ hayâtımın dizginlerini eline verdiğin akrabâmdan bir dosta bile bırakma yacak kadar beni esirgersin İlâhî, gazâbına uğramayayım da çekdiğim mihnetlere, belâlara aldırmam Fakat sanin afüv ve sıyânetin (koruman) bana bunları da göstemeyecek kadar genişdir İlâhî, gazâbına uğramakdan, rızâsızlığa dûçâr olmakdan, Sanin o karanlıkları parıl parıl parlatan, dünyâ ve âhirete âit işlerin medâr -ı salâhı olan, yüzünün nûruna sığınırım İlâhî, Sen râzı oluncaya kadar işte affımı diliyorum Her kuvvet, her ku dret, ancak Senin ile kâimdir"  Takvâ ehli Ehl -i sünnet âlimlerinin ve Müslümanların imtihânı Yüce Rabb'imiz Allâhü Teâlâ, halifelik vasfına namzet şerefli bir insan olarak yaratmış olduğu kullarını, kendisine kulluk yapmaktan uzaklaştırmaya çalışan İblîs'in ve İblîs gibi şerir insanların telkinlerine kapılıp yanlı ş yollara gitmemesi için, s onsuz rahmet ve mağfiretinin bir eseri ol arak her topluma göndermiş old uğu peygamberle rini, َ كِ ل َ ذ َ ك َ و ِ م ا � و ُ د َ ع ٍِّ بِ َن ِّ ل ُ كِ ل ا َن ْ ل َ ع َ ج َ ينِ مِ ر ْ ج ُ م ْلا َ نط ا ًيِ دا َ ه َ ك ِّب َ رِ ب ى َ ف َ ك َ و ا ً يِْ ص َن َ و "Biz, her peygambere, günahkârlardan düşman (lar) peydâ etdik Hidâyet verici olarak da, hakîkî yardımcı olarak da, senin Rabb'in yeter" 135 135 -Furkan,31 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 88 âyet -i kerîme'sinde ifâde buyurulduğu üzere, kendisinin peygamberliğini kabul etmeyerek kendisine düşmanlık yapan düş manlarını onlara musallat edip ilâhî bir imtihana tâbi' tut muş olduğu gibi, ( ْ ليِ ئا َ ر ْ سِ ا ِ نِ َب ِ ءا َيِ ب ْن َا َ ك ِ تى � م ُا ُءا َ م َل ُ ع :Ümmetimin âlimleri Benî İsrâil peygamberleri gibidir ) hadîs -i şerîf'i ile büyük bir şerefle görevlendirilmiş olan takvâ ehli Müttâkî din âlimlerini de , bir takım sıkıntı, zulüm ve düşmanlık lar ile böyle bir imtihana t âbi' tutmuş ve örnek davranışları ile böyle bir imtihânı kazananlar ile onlara tâbi' olup onların gösterdiği yoldan giden Müslümanlar ı büyük müjdelerle müjdelemişdir ki bunların en başında , Rasûlü'llâh sallâ'llâhü aleyhi ve sellem 'in, ( ِ ب ِ مو ُ ج�نلا َ ك ِ بّا َ ح ْ ص َاأ ْ م ُت ْ ي َ د َت ْ قا ُ مِ ه ِّي ْ م ُت ْ ي َ د َت ْ هِ ا :Ashâbım, yıldızlar gibidir Hangisine uyarsanız yolunuzu şaşı rmazsınız -hidâyete ulaşırsınız )136 ve ( ْ نِ م َ ين ِّيِ د ْ ه َ م ْلا َ نيِ دِ شا � رلا ِ ءا َ ف َل ُْ لْا ِ ت�ن ُ س َ و ِ ت�ن ُ سِ ب ْ م ُ ك ْ ي َل َ ع يِ د ْ ع َب : Benim sünnetime ve benden sonra hidâyete mazhar olmuş Hulefâ’ -i Râşidîn’in sünnetlerine yapışınız -İttibâ’ ediniz, ittibâ’ etmeniz vâcibdir -)137 buyurduğu îmân âbidesi güzîde Ashâb -ı kirâm'ı geldiği gibi , onların yolunda gidip onlara tâbî olarak görev yapan Müttakî dîn âlimleri ile takv â ehli Müslümanlar gelmektedir ki b u âlimlerin ve müslümanların karşıl aştıkları sıkıntılı hallerinin ıbret dolu davranışlarından ba'zıları şöyledir: İmâm -ı A'zâm rahmetü'llâhi aleyh , idârecilerin , bir vedîatü'llâh (Allâh'ın emâneti) olarak idâreleri altında bulunan ümmetin (halkın) selâmeti ile ilgili dînî ahkâma riây et 136 -Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 2 ss 452 Elmalılı M Hamdi Yazır Keşfü’l -Hafâ’, 1 148 (381) 137 -Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi,C 1 ss 60 Ahmad Naim Ve C 4 ss 83 ve 92 Kâmil Miras Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 89 etmedikleri ni gördüğü için, Emevîler zamânında Kûfe kadısı ta'yin edilm ek iste nince kabul etmemiş ve iki hafta kadar hapsedilerek döğülmüş; Abbâsîler zamânında da yine aynı endişelerle kadılık vazifesini kabul etme miş, hapsediler ek darb edilmiş ve fetvâ dan men edilmişdir Bir gün oğlu Hammad, sorduğu sorulara cevab alamayınca "Bizi burada kimse görmüyor, cevab verseniz ne l âzım gelir? " Deyince , O da "Oğlum! B ir gün sultan bana sorsa ki hiç fetvâ verdin mi?, Ben vermedim , diye yalan söyleyebilir miyim?" demişdir Kezâ, Talâk -ı mükreh hakkındaki bir fetvasından vaz geçmesini isteyen M edîne vâlisinin iste ğini yerine getirmediği için , ellerine ve elbisesi soyularak vücûdüne yetmiş kırbaç vurularak bir hayvana bindirilip teşhir edilen İmâm Mâlik rahmetü'llâhi aleyh , her kırbaç vuruldukça "Yâ Rabb! Onları afvet, çünkü onlar bilmiyorlar" diyerek bayılmış, ayılınca da "Şâhid olunuz, ben hakkımı beni döğene helâl kıldım" büyüklüğünü göst ermiş; b u halden haberdar olan Bağdâd Halîfe si, O'na , "Ne cez â vermemi iste rsin ?" deyince de "Ben onu afv etmekle cezâsını verdim" cev âbını vermişdir Rasûlü'llâh sallâ'llâhü aleyhi ve sellem zamanından sonra gelip Rasûlü'llâh sallâ'llâhü aleyhi ve sellem 'e ve O'nun güzîde Ashâb -ı kirâm'ına tâbi' olarak görev yapan takvâ ehli Ehl -i sünnet ve'l -cemâat âlimleri de, aynı şekilde çeşitli güçlüklerle karşılaştıkları halde, inanıp yaşadıkları bu güzel hallerinden en ufak bir ta'vîz vermeden imtihân -ı ilâhî'yi kazanan takvâ ehli Müslümanlardan olmuşlar dır ki hâlen , öyle olanlar ı da vardır Yüce Rabb'imiz Allâhü Teâlâ'nın , tüm kulları hakkındaki İmtihân -ı ilâhî' sinin aslı ve es âsı böyle olduğu halde, son yılların akıl, îmân ve iz' ân fukarası ba'zı akademik Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 90 kariyerlere sâhip Müslümanım diyen kimseler in, İslâm'ın Ehl -i sünnet ve'l -cemâat yolunu terk ederek Yüce İslâm Dîni'ni tahrî fe yönelik bid'at, fitne, fesâd ve şirk şekillerinden yeminli, yenilikçi, telfikci, fetöcü, yorumcu, meâlci, diyalokcu, radikal İslâmiyet, ılımlı İslâmiyet, demokratik İslâmiyet gibi nifâk ve fesâd kuruluşlarının ekmeğine yağ sürer gibi bir takım çalışmaların içine girmiş oldukl arını da esefle müşâhede etdiyor; kendilerine , akıl, îmân ve iz'ânlarını iyi kullanar ak iş işden geçmeden, kuş kafesden uçmadan , eyvah aldanmışım aldatılmışım diye pişmanlık duymadan, Müttakî kullar zümresinden olmay a çalışmalarını tavsiye ederiz ki aşağıdaki âyet -i kerîme'lerin gereği de budur: ِ ت َار َ م �ثلا َ و ِ س ُ ف ْ ن َلا ْا َ و ِ ل َاو ْ م َلا ْا َ نِ م ٍ ض ْ ق َن َ و ِ ع ُ و ْ لْا َ و ِ ف ْ و َْ لْا َ نِ م ٍ ء ْ ي َ شِ ب ْ م ُ ك� ن َ و ُل ْ ب َن َل َ وط َ نيِ رِ با � صلا ِ ر ِّ ش َب َ ولا “And olsun, sizi biraz korku, (biraz) açlık, (biraz da) mal, can ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihân edec eğiz Sabr edenlere (lûtf -ü keremimi) müjdele” 138 َ ن ُ وعِ ج ْ ر َي ْ م ُ ه� ل َ ع َل ِ َ بَ ْ ك َلْ ْا ِ ب َاذ َ ع ْلا َ ن ُ ود َنِ ْ د َلْ ْا ِ ب َاذ َ ع ْلا َ نِ م ْ م ُ ه� ن َ قيِ ذ ُن َل َ و "Biz, o en büyük azâbdan (âhiret azâbından) önce de onlara mutlakâ yakın azâbdan (katl, esâret, kuraklık, kıtlık, salgın hastalıklar gibi dünyevî azâblardan) tatdıracağız Tâki ric'at etsinler (Küfür, şirk , nif ak ve fesâddan îmâna dönüp tevbe ederek bize kul olmaya çalışsınlar diye) " 139 َ ت لآ ْ مِ هِ س ُ ف ْ ن َا َ ىل َ ع او ُف َ ر ْ س َا َ نيِ ذ� لا َ يِ دا َبِ ع ا َي ْ ل ُق ِ للها ِ ة َْ حْ َ ر ْ نِ م او ُط َن ْ قط ُ رِ ف ْ غ َي َ للها � نِ إ ًاعيِ َ جْ َ بو ُن� ذلا ط ُ ميِ ح � رلا ُ رو ُ ف َغ ْلا َ و ُ ه ُه� نِ إ “(Yâ Muhammed, tarafımdan onlara) de ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden (günahkâr) kullarım Allâh’ın 138 -Bakara, 155 139 -Secde, 21 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 91 rahmetinden ümid kesmeyin (Eğer ş irk’den sakınır ve günahlarınıza tevbe ederseniz) Allâh bütün günahlarınızı bağışlar Çünkü O, çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir” 140  Allâhü Teâlâ'ya itâatin olumlu veyâ olumsuz netîceleri Allâhü Teâlâ, yaratmış olduğu her mahlûku ve ezeldeki ruhlar âlemindeki Ahd -i misak 'da bulunan tüm insanları, kendisine itâat edib etmemek konusunda samîmî olup olmadıkları nı ve herkesin kendi ameline bi' z-zât kendisinin şâhid olup bir i'tiraz hakkıın kalmamsı için bir takım sınırlar koyarak imtihana tâbi' tutumuş ve ona göre de haklarındaki müsbet vay â menfi hükmünü vermişdir ki bu mühim konu, âyet -i kerîme'lerde şöyle ifâde buyurulmuşdur: ْ ن َ م َ و ِ ه للا ُ دو ُ د ُ ح َ ك ْ لِ ت ُه َلو ُ س َ ر َ و َه للا ِ ِ ط ُي ْ نِ م يِ ر َْ تَ ٍ تا�ن َ ج ُه ْ لِ خ ْ د ُي َ ْ لْا ا َ هِ ت َْ تَ ُ را َ ه ْ ن ُ ميِ ظ َ ع ْلا ُ ز ْ و َ ف ْلا َ كِ ل َذ َ و ا َ هيِ ف َ نيِ دِ لا َ خ ْ ن َ م َ و ُه ْ لِ خ ْ د ُي ُه َ دو ُ د ُ ح � د َ ع َ ت َي َ و ُه َلو ُ س َ ر َ و َه للا ِ ص ْ ع َي ٌ با َ ذ َ ع ُه َل َ و ا َ هيِ ف ا ً دِ لا َ خ ا ً را َن ُ م ٌ ينِ ه “İşte bunlar, Allâh’ın (sizi imtihan etmek için koymuş olduğu) sınırlarıdır Kim Allâh’a ve Peygamberine itâat 140 -Zümer, 53 Hazreti Ali radıye'llâhü anh , İyi bir tevbeyi şu altı şart ile ifâde etrmişdir: 1-Geçmiş günahlara karşı pişmanlık duymak, 2-Terk edilmiş farzları ödemek, 3-Kul hakkını redd ve edâ' etmek, 4-Hısımlarla halâllaşmak, 5-Bir daha günâha dönmemek, 6-Nefsini ma'sıyet içinde terbiye ettiğin gibi Allâh'a itâatde de terbiye etmek Tevbe , nefsine ma'sıyetlerin lezzetini tatdırdığın gibi tâatlerin de acılığını tatdırmakdır (Keşşâf) Tevbe , günâha buğz etmek ve her hatıra geldikçe istiğfâr eylemekdir (Hasan -i Basrî r a ) Kur'ân -i Hak îm ve Meâl -i Kerîm,C 3 ss 1038 Hasan Basri Çantay Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 92 ederse (Allâh) onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar ki onlar orada ebedî kalıcıdırlar Bu, en büyük bir kurtuluş (ve mutluluk) dur” “Kim de Allâh’a ve Peygamberine ısyan eder, (Allâh’ın, sizi im tihan etmek için koymuş olduğu) sınırlarını (çiğneyip) geçerse onu da -içinde ebedî kalıcı olarak - ateşe koyar Onun için , hor ve hakir edici bir azâb vardır” 141 Âyet -i ker îme'ler inde ifâde buyurulan imtihân -ı ilâhî sınırların ın en güzel bir örneğini, Mirâc gecesinde, Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem'e , Sidretü'l - Müntehâ 'ya varınca kadar arkadaşlık eden Cebrâîl aleyhi's - selâm burada duraklayarak , "Yâ Muhammed , Benim hudûdum buraya kadardır Bir parmak öteye yaklaşırsa m yanarım " diyerek burad an ileri gidemeyeceğini bildirmiş ve Allâhü Teâlâ'nın kullarını imtihân etmek için koymuş olduğu sınırları n ehemmiyyetini belirtmişdir ki bu şekildeki sınırlar , insanlar için de aynıdır Çünkü Allâhü Teâlâ, kullarını ve yaratmış olduğu mahlûkâtı imtihan etmek için koymuş olduğu sınırları tanıyan itâatkâr kulları hakkında so nsuz afv -ü mağfiret sâhibi olduğ u gibi; bu sınırları tanımay ıp isyankâ olan kulları hakkında da şiddetli azâb s âhibidir Böyle bir makamda , beşer ilminin erebildiği en yüksek şâhikadan ( en yüce yerden ), Sitretü'l -Müntehâ makâmından, nice âlemler temâşâ eden ve cihân birliğinin künhüne (hakîkatine ) vâkıf olan , Cenn et ve Cehennemi temâşâ e den ve Cennet 'in dört ırmağını gör en Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem , ümmet ler ine gerekli bilgileri teblîğ edib 141 -Nisâ’, 13 -14 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 93 bildirmiş, Allâhü Teâlâ'ya daha fazla yakın olmak için “vesîle” arayan Müttakî ve Muhlâs ümmetlerine gerekli ışıkları tut muş ve şu âyet -i kerîme'lerde ve benzerlerinde ifâde buyurulan "Vesîle " sebeblerini tebl îğ etmişdir: 142 او ُن َ مآ َ نيِ ذ� لا ا َ ه �يَأ ا َي َه للا او ُ ق� تا َة َليِ س َ و ْلا ِ هي َلِ إ او ُغ َ ت ْ با َ و ِ هِ ليِ ب َ س ِ فِ او ُ دِ ها َ ج َ و ْ م ُ ك� ل َ ع َل َ نو ُ حِ ل ْ ف ُ ت “Ey îmân edenler, Allâh’dan korkun, O’na yaklaşmaya (O'nun rızâsını kazanmaya) vesîle arayın ve O’nun yolunda savaşın (mücâdele edin) ki (dünyâda veâhiretde) kurtuluşa eresiniz” 143 ُ ينِ ق َي ْلا َ ك َيِ تْ أ َي � تى َ ح َ ك �ب َ ر ْ د ُب ْ عا َ و "Sana ölüm gelinceye kadar Rabb'ine ibâdet et (Yaratılışın amacı olan Rabb'inin rızâsını kazanıncaya kadar güzel bir şekilde O'na kulluk yap ki O se nden râzı olsun, sen de O'ndan râzı olasın )" 144 ( َ ر ُه ْ ن َ ع او ُ ض َ ر َ و ْ م ُ ه ْ ن َ ع ُه� للا َ يِ ضط :Allâh onlardan râzı olmuş, onlar da Allâh'dan râzı olmuş dur )145 ( لآ َا ُ ب ُ ول ُ ق ْلا � نِ ئ َ م ْط َت ِ للها ِ ر ْ كِ ذِ بط : Haberiniz olsun ki kalbler , ancak Allâh’ın zikri ile (O’na kulluk ile) huzûr bulur ” 146 Hakikat böyle olduğu halde, içinde yaşadığımız şu günlerd e, Ortadoğu Projesi ’ni gerçekleştirmeye çalışan akıl, îmân ve iz'ân fukarâsı fitne, fesâd, tefrîka, an arşi, şirk ve küfür erbâbı kimselerin İslâm 'a ve Müslüman lara düşmanlıkları; 142 -Vesîle: Cenâb -ı Hakk’ın rızâsını kazanmaya, Cenâb -ı Hakk’a ma’nen yaklaşmaya sebeb olan herhangi güzel bir ameli yapmakdır , 143 -Mâide, 35 144 -Hıcr, 99 145 -Mâide, 119 146 -Ra’d, 28 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 94 özellikle asırlardır dünyanın bir denge unsuru olan ve İ’lâ -i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni) şânına lâyık bir şekilde yüceltip yaşamaya ve yaşatmaya çalışan Ehl -i sünnet ve’l -cemâat esâslarına bağlı îman ve ihlâs sâhibi Müslümân Türkler'e karşı olan düşmanlıkları; İslâm Dîni’ninin murâd -ı ilâhî’ye ve teblîğât -ı Rasûlü’llâh’a uygun i’tikad, ibâdet, ahlâk ve muâmelât esâslarını iyice kavramadan Ehl -i sünnet ve’l -cemâat esâslarının dışına çıkıp yenilikçi , telfikci, reformcu , diyalokcu bir anlayışla ( Ben de bu şekilde İslâm’a ve Müslüman’lara hizmet ediyorum zannı ile ) bir takım bid’at , fitne ve fesâd şekillerini ihyaya çalışan kimselerin çalışmaları; Kısır, cılız ve yanlış dînî bilgileri ile; Allâhü Teâlâ’nın emir ve nehiy’lerinden başka fikir, düzen, sistem, kural ve düşünceleri, kendi ihtiyaçlarına veyâ toplumun iht iyaçlarına daha iyi ce vâb verir düşüncesi ile , bir takım kimseleri velî, sâhib, dost, hâmi ve kurtarıcı kabûl edip onları ilâhlaştırarak veyâ bir ma’bûd hâline getirerek veyâ onlara bir üstünlük tanıyarak kiliselerde, papazların günah çıkartıp cennetlik yaptıkları Hristiyanlar gibi , “Bir mürşide, bir şeyhe intisab etmezsen cennete giremezsin” inancını yaymaya çalışıp bir takım dünyevî menfaatler elde etmeye çalışan mürşid, şeyh, hoca, önder ve lider nâmı altındaki çıkarcı ve düzenbaz kimselerin gayretleri ; İbl îs'in ve İblîs gibi insanların görevini kolaylaştırmış , İslâmî esâslardan uzaklalaştırılmış bir kısım insanları kendi bâtıl fikir, görüş ve inançları etrâfında toplamaya çalışan dâîlerin, deccâllerin çoğalmasına sebeb olmuşlardır ki hâlen de öyledir Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 95 “Teröristler, Ortadoğu'da Demokr asî'nin gelişmesini istemiyor" diyerek Irak da, Sûriye'de ve dünyanın bir çok yerlerinde bulunan Müslümanları aşağılıyıp akla hayâle gelmedik şekillerde işkenceler yaparak İslâm'dan uzaklaştırmaya çalışan İslâm ve Müslüman d üşmanı kâfirler, müşrikler ve fâsıklar ; her türlü fitne, fesâd ve huzursuzluğun kaynağı olan demokrasi, lâiklik, özgürlük, hoş görü gibi felsefer altında , şerlerini ve zulümlerini artırdıkça artırmayı bir üstünlük vasfı saymakdan geri durmamışlardır ki bunlar hakkında tatbik edilecek azâb -ı ilâhî, şu âyet -i kerîme ve benzerlerinde en şiddetli bir şekilde ifâde buyurulmuşdur: َا ْ ن َ ع او� د َ ص َ و او ُ ر َ ف َ ك َ نيِ ذ� ل َ ْ و َ ف ا ًبا َ ذ َ ع ْ م ُ ها َن ْ دِ ز ِ ه للا ِ ليِ ب َ س او ُنا َ ك ا َِ بِ ِ با َ ذ َ ع ْلا َ نو ُ دِ س ْ ف ُي "Kâfir olub da (insanları) Allâh'ın yolundan men' edenler (yok mu?) biz onların (küfürlerinden dolayı çekdikleri ) azâbın üstünde, (dünyâda) çıkarageldikleri (fitne ve) fesadlara mukâbil (başka) bir azâb daha katıp artırdık" 147  Buna rağmen, kullarına karşı s onsuz rahmet ve mağfiret sâhibi olan Yüce Rabb'imiz Allâhü Teâlâ, onların bu şekildeki isyankâr hallerinden, zulüm ve düşmanlıklarından vaz geçmeleri için Korona Virüsü gibi genel âfet uyarılar ında ; zelzele, sel, dolu, fırtına, çekirge gib i bölgesel âfet uyarı ların da bulunduğu halde; hâlâ, Ortadoğuya demokrasîyi getirmek için mücâdele veren sâbık ABD Başkanı Buch ve insanlık düşmanı İblîs gibi , büyük bir gurur ve kibirle isyankâr hallerine devam etmekte olan İslâm ve Müslüman düşmanları ve onların ekmeğine yağ sürmeye çalışan 147 -Nahl, 88 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 96 içimizdeki akıl, îmân ve iz'ân yoksulu gâfiller , kendilerine sayısız ni'metler veren Yüce Rabb'lerine yönelip O'nun afv ve mağfiretini dileyerek bu felâketler in kaldırılmasını n iyaz etmeyi düşünmedikleri gibi, daha önce zikri geçen aşağıdaki âyet -i kerîme'de belirtidiği gibi , Allâhü Teâlâ'nınn kendilerine iki kat daha fazla azâb ve gazâb edeceğine de inanmazlar Çünkü bunlar , bu halleri ile , İblîs gibi isyânında ve küfründe ısrar eden, hakk ve hakîkâti göremeyen , işitemeyen, anlayamayan bir sürü sağırlar, bir sür ü dilsizler, bir sürü körlerdir ki bunlar hakkında, ( ُ م�ن َ ه َ ج ُه ُب ْ س َ ح َفط : Böylelerinin hakkından ancak Cehennem gelir )148 buyurulmuşdur َا ْ ن َ ع او� د َ ص َ و او ُ ر َ ف َ ك َ نيِ ذ� ل َ ْ و َ ف ا ًبا َ ذ َ ع ْ م ُ ها َن ْ دِ ز ِ ه للا ِ ليِ ب َ س او ُنا َ ك ا َِ بِ ِ با َ ذ َ ع ْلا َ نو ُ دِ س ْ ف ُي "Kâfir olub da (insanları) Allâh'ın yolundan men' edenler (yok mu?) biz onların (küfürlerinden dolayı çekdikleri ) azâbın üstünde, (dünyâda) çıkarageldikleri (fitne ve) fesadlara mukâbil (başka) bir azâb daha katıp artırdık" 149 ِ ة َ رِ خلآا ى َل َ ع ا َي ْ ن� د ْلا َةا َي َْ لْا او �ب َ ح َت ْ سا ُ م ُ ه� نَ أِ ب َ كِ ل َ ذلا َ م ْ و َ ق ْلا يِ د ْ ه َي َلا َه للا � نَأ َ و َ نيِ رِ فا َ ك ْلا َ كِ ئ َلوُأ ْ مِ هِ ع َْ سَ َ و ْ مِِ بِّو ُل ُ ق ى َل َ ع ُه للا َ َب َط َ نيِ ذ� لا ْ مِ هِ را َ ص ْبَأ َ و َ نو ُلِ فا َغ ْلا ُ م ُ ه َ كِ ئ َلوُأ َ و "Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar dünyâ hayâtını âhiretden daha üstün sevmişlerdir ve çünkü Allâh kâfirler gürûhuna hidâyet etmez" "Onlar öyle kimselerdir ki Allâh, onların kalblerinin üstüne, kula klarının üstüne ve gözlerinin üstüne mühür 148 -Bakara, 206 149 -Nahl, 88 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 97 basmışdır İşte gâfil olanlar da onların ta kendileridir (Artık hakk ve hakîkâti göremezler, işitemezler, anlayamazlar Onlar bu halleri ile bir sürü sağırlar, bir sürü dilsizler, bir sürü körlerdir Artık Hakk’a dönmezler )" 150 Böyle kimseler , cehennemde şöyle bağrışırlar: َل او ُ ر َ ف َ ك َ نيِ ذ� لا َ وه ُ ْ م َ م�ن َ ه َ ج ُ را َنج ُي َ لا َ و او ُتو ُ م َي َ ف ْ مِ ه ْ ي َل َ ع ى َ ض ْ ق ُي َ لا ْ م ُ ه ْ ن َ ع ُ ف� ف َ خ ِ م ْ ن ِ با َ ذ َ عا َ هط ٍ رو ُ ف َ ك � ل ُ ك يِ ز َْ نَ َ كِ ل َ ذ َ كج ْ م ُ ه َ و َ نو ُ خِ ر َط ْ ص َي ا َ هيِ فج ْ ل َ م ْ ع َن ا َن ْ جِ ر ْ خَأ ا َن �ب َ ر ُ ل َ م ْ ع َن ا�ن ُ ك يِ ذ� لا َ ر ْ ي َ غ ا ًِ لْا َ صط َ م م ُ ك ْ ر ِّ م َ ع ُن َْ لَّ َ وَأ ْ ن َ م ِ هيِ ف ُ ر� ك َ ذ َت َي ا َءا َ ج َ و َ ر� ك َ ذ َت ُ م ُ ك ُ ريِ ذ�نلاط َن نِ م َ ينِ مِ لا� ظلِ ل ا َ م َف او ُقو ُ ذ َف ٍ يِْ ص ع “O kimseler ki küfr etdiler, cehennem ateşi onlar içindir Öldürülmezler ki ölsünler O cehennemin azâbından bir kısmı, onlardan kaldırılıp hafifletilmez de İşte biz küfürde ileri giden herkesi böyle cezalandırırız” “Onlar orada şöyle bağrışırl ar: Ey bizim Rabb’imiz! Bizi çıkar Daha evvel yapmakda devam etdiğimizden bambaşka iyi amel ve hareketler yapacağız Size iyice düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar, öğüt kabul edebileceği kadar, bir ömür vermedik mi? Size azâb ile korkutan, (âkı betinizi haber veren, Peygamber, Kitâb, ihtiyarlık v s de) gelmişdi Şimdi tadın azâbı Artık zâlimler için hiçbir yardımcı yok” 151 ِ ا َه للا � نَأ َ و ِ با َ قِ ع ْلا ُ ديِ د َ ش َه للا � نَأ او ُ م َل ْ ع ٌ ميِ ح � ر ٌ رو ُ ف َ غ ط “Şunu iyi bilin ki Allâh, muhakkak cezâsı pek çetin olandır; (bununla berâber tevbe ve istiğfara yönelip kesbî îmân sâhibi olmak isteyenler hakkında da) hakikaten Ğafûr ve Rahîm’dir, (çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir) ” 152 150 -Nahl, 107 -108 151 -Fâtır, 36 -37 152 -Mâide, 98 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 98 ا َ م ُ نا َ سنِ ْ لإا ا َ ه �يَأ ا َي ِ يمِ ر َ ك ْلا َ ك ِّب َ رِ ب َ ك � ر َ غ يِ ذ� لا َ ك َل َ د َ ع َ ف َ كا � و َ س َف َ ك َ ق َل َ خ Şu halde, “Ey insan, O ( lûtf -ü) keremi bol (nihâyetsiz kerem sâhibi) olan Rabb’ine karşı seni aldatan ne ( ki O'na kulluk yapmıyorsun da, büyüklenerek, yer yüzünü fesâda vererek, O’na isyan edip duruyorsun?) ” “(Halbuki O), seni yaratan, sana sâlim uzuvlar veren, sana şu nizâm ve i’tidâli verendir” 153 “Ey kullarım, ( ُ م َل ْ ع َا ُللها َان َا :Ben Allâh’ım; sizleri yaratan benim; her şey’in en iyisini, en doğrusunu, en güze lini, en faydalısını, en mükemmelini, ben bilirim) Bunun için de sonsuz rahmetimin bir eseri olarak “Bana kulluk yapmakda kusur etmemeniz için” sizlere şu hakikati bildiriyorum: "Habîbim ve Rasûlüm Hazreti Muhammed aleyhi’s -salâtü ve’s -selâm vâsıtasiyle sizlere teblîğ ettirmiş olduğum Kitâb (Kur’ân -ı Kerîm), öyle bir kitâb’dır ki kendisinde, (Yüce Rabb’iniz Allâh tarafından gönderilmiş olduğunda), aslâ şübhe yokdur O, (nefsini, zarar verecek şey’lerden ve şer’a muhâlif olan günahlardan korum ak isteyen takvâ sâhibi) müttekî kullarım için, (doğru yola irşâd edici, sevâb ve hayır yollarını gösterici ve menfaatlerine delâlet edici) bir hidâyet’dir, (doğru yolun ta kendisidir " 154 "Çünkü , ruhlar âleminde yapmış oldukları Ahd -i mîsak ’daki fıtrî kâbiliyyetlerini kaybetmeyen M üttakî ve Muhlâs kullarım, böyle bir Kitâbı rehber edinerek şübheli yollardan sakınırlar da takvâ sâhibi bir kul olmaya çalışırlar Her Fâtihâ -i şerîfi okudukları zaman da, “Yâ Rabb, biz yalnız 153 -İnfitâr, 6 -7 154 -Bakara,2 Allâhü Teâlâ'ya İtâat Konularında İmtihân -ı İlâhî (Kütüphâne Sohbetleri) 99 sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz Bizleri doğru yola (Sırât -ı müstekîm’e) hidâyet eyle Kendilerine ni’met verip râzı olduğun peygamberler, sıddîklar, şehîdler, sâlihler yoluna ilet Gazâba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil ” duâsında bulunurlar ve Ahd -imîsak ’daki fıtrî îmanlarını, kendi hür irâdeleri ile kazandıkları Kesbî îmanları ile yenileyip devam ettirirler Ahd -i mîsak’daki Fıtrî îmanlarını yenilemiyerek kendi hür ürâdeleri ile Kesbî îmân sâhibi olmayan kullarım ise, böyle bir duâda bulunamadıkları için bu Kitab ’dan (Kurân -ı Kerîm'den) istifâde edemezler, ancak azâba ve gazâba uğrayıp dünyâda ve âhiretde, dalâletde ve hüsranda kalırlar " ٍ ف ْ ر َ ح َ ىل َ ع َللها ُ د ُب ْ ع َي ْ ن َ م ِ س� انلا َ نِ م َ وج ٌ ر ْ ي َ خ ُه َب َاص َا ْ ن ْإ َف ِ ن ِ هِ ب � ن َا َ م ْطاج ْ نِ إ َ و ِ ف ُه ْ ت َب َاص َا ٌة َن ْ ت ِ ن ِ هِ ه ْ ج َ و َ ىل َ ع َ ب َل َ ق ْ نافق َة َ رِ خ ْ لآا َ و َاي ْن� دلا َ رِ س َ خط ُ ن َار ْ س ُْ لْا َ و ُ ه َ كِ ل َذ ُ ينِ ب ُ م ْلا “İnsanlardan bir kısmı da vardır ki (cân -ü gönülden değil de işine gelen tarafından, bir kenarından, bir ucundan tutarak veyâ dil ucu ile müslü mân olarak) Allâh’a ibâdet eder Eğer kendilerine bir hayır dokunursa ona yapışır, yatışır, (fit olur) Eğer bir fitne (bir şerr, bir zarar) isâbet ederse yüz üstü dönüverir (de irtidâd bile eder) (İşte bu şekilde Allâh’a kulluk eden bir kimse), dünyâ’da da, âhiret’de de hüsrâna uğramışdır Bu ise, ap -açık bir ziyandır, (ap -açık bir hüsrândır)” 155 Âyet -i kerime 'sinde belirttiğim gibi, "Benim emir ve nehiylerimi hesaba katmadan dilediği gibi bir İslâm hayâtı yaşamak isteyen ve Müslümanım dediğ i halde , Korona Virüsü, sel, kıtlık, katl, düşman tasallutu gibi uyarıl arım dan 155 -Hacc, 11 ...