CKarakilic.com
Current View

A. Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj

A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 0 DOĞRU YORUM GAZETESİ’NDEN SEDAT ÖZGÜR’ÜN CELÂLEDDİN KARAKILIÇ İLE YAPTIĞI BİR RÖPORTAJ D înî Hukümlerde herhangi bir değişiklik yapma hakkı yalnız Allâhü Teâlâ’ya âiddir Y A Z A N A Celâleddin Karakılıç 2008 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 1 B İ R R Ö PORTAJ A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 2 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 3 DOĞRU YORUM GAZETESİ’NDEN SEDAT ÖZGÜR’ÜN CELÂLEDDİN KARAKILIÇ İLE YAPTIĞI BİR RÖPORTAJ Dînî Hukümlerde herhangi bir değişiklik yapma hakkı yalnız Allâhü Teâlâ’ya âiddir Y A Z A N A Celâleddin Karakılıç 2008 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 4  A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 5 ِ م يِ ح � ر لا ِ ن َْ حْ � ر لا ِ لله ا ِ م ْ س ِ ب َ ا َ ين ِ م َل ا َ ع ْل ا ِّ ب َ ر ِ لله ِ ُ د ْ م َْ لْ َ ين ِ ق �ت ُ م ْ ل ِ ل ُة َب ِ ق ا َ ع ْل ا َ و َ ين ِ م ِ ل � ا ظ لا َ ى ل َ ع � لا ِ ا َ ن َا و ْ د ُ ع َلا َ و ا َ و � ص ل ُ م َلا � س لا َ و ُة َ و ل ِ ب ِّي � ط لا ِ ه ِ ب ْ ح َ ص َ و ِ ه ِ ل آ َ ى ل َ ع َ و ٍ د � م َُ مُ ا َن ِ ل و ُ س َ ر َ ى ل َ ع َ ن يِ ر ِ ه ا� ط لا َ ين ِ ن يِّ د لا ِ م ْ و َ ي َ لى ِ إ ٍ ن ا َ س ْ ح ِ إ ِ ب ْ م ُ ه َ ع ِ ب َت ْ ن َ م َ و Bi’smi’llâhi’r - Rahmâni’r - Rahîm Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyle Âlemlerin Rabb’i olan Allâh’a hamd ol sun Nihâî zafer (iyi sonuç, Allâh'a yönelib O'nun ıkâbından sakınan) müttekî'lerindir Zâlimlerden başkasına düşmanlık yokdur” Salât ve selâm, Rasûl’ümüz Hazreti Muhammed üzerine, tayyîb ve tâhir olan Âl ve Ashâb’ının üzerine ve Kıyâmet’e kadar ihs ân ile Âl ve Ashâb’ına tâbi’ olanların üzerine olsun    A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 6 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 7 ِ م يِ ح � ر لا ِ ن َْ حْ � ر لا ِ لله ا ِ م ْ س ِ ب DOĞRU YORUM GAZETESİ’NDEN SEDAT ÖZGÜR’ÜN CELÂLEDDİN KARAKIL IÇ İLE YAPTIĞI BİR RÖPORTAJ Soru: 1 Kur'ân'ı yeniden yorumlama, Sünnet'i tasfiye, Fıkhı yeniden kurma anlamında, Dinde yenilik - ( Tecdîd ) iddialarına ne dersiniz? Cevâb: 1 İslâm'da , asla sadâkat , her konunun ilk ve son şartıdır Çün kü İslâm Dîni, bir bütündür Aslâ tecezzî (bölünme) kabul etmez Onun b ir hukmünü kabûl e tmemek veyâ kifâyetsiz görmek veyâ beğenmemek veyâ zamânın ihtiyaçlarına cevâb vermiyor demek, onun tamâmını kabûl etmemek anlamında olduğundan o nda bir değişiklik yap mak aslâ câiz değildir Çünkü, � ز َ ج َت َ ي لآ ا َ م ُ ر ْ ك ِ ذ ِ ه ِّ ل ُ ك ِ ر ْ ك ِ ذ َ ك ى “ Mütecezzî olmayan bir şey’in ba’zısını zikr etmek küllünü zikr gibidir, (ya'nî bölünme kabûl etmeyen bir şey’in bir kısmını bölmeye kalkışmak, o şey’in tamâmını parçalamak dır) ” 1 1 - Hukûk - i İslâmiyy e ve İstılâhât - ı Fıkhiyye Kâmûsu, C 1 ss 275 (Madde 63) Ömer Nasûhi Bilmen A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 8 küllî kâidesine göre tecezzî ya’nî bölünme kabûl etmeyen bir şey’in ba’zısını kabûl edip ba’zısını kabûl etmemek, o şey’in tamâmını kabûl etmemek demekdir Böyle bir düşünceye veyâ inanca kapılmak ise, Cenâb - ı Hakk’a cehil isnad etmek d emek olacağından apaçık bir küfürdür Bu bakımdan onda bir değişiklik yapmak, sâdece ve sâdece yalnız Allâhü Teâlâ’nın hakkıdır ve O’nun yetkisi dâhilindedir Hiç bir kimse böyle bir yetkiye sâhib olmadığı gibi Peygamber aleyhi’s - selâm ’ın bile onda b ir değişiklik yapması mümkün değildir Böyle bir şey’e cür’et, derhal helâki mûcibdir ki, şu âyet - i kerîmeler, bunun açık bir delîlidir: َ ت ْ ر ِ م ُا َا م َ ك ْ م ِ ق َت ْ س َا ف "Emr olunduğun (uz) gibi dosdoğru ol (unuz) " 2 َ لا ْا َ ض ْ ع َ ب َا ن ْ ي َل َ ع َ ل � و َ ق َ ت ْ و َل َ و ِ ل يِ و َا ق لا ِ ين ِ م َي ْل اِ ب ُه ْ ن ِ م َا ن ْ ذ َ خ َلا َ لا �ُ ثُ ُه ْ ن ِ م َا ن ْ ع َط َ ق َل َ ين ِ ت َ و ْل ا َ ن يِ ز ِ ج َا ح ُه ْ ن َ ع ٍ د َ ح َا ْ ن ِ م ْ م ُ ك ْ ن ِ م ا َ م َف “Eğer (Peygamber söylemediğimiz) ba’zı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı” “Elbetde O’nun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverirdik (boynunu vururduk)” “Sonra da, hiç şübhesiz, O’nun kalb damarını koparırdık (da yaşatmazdık)” “O vakit sizden hiç biriniz buna (bu katlimize) mâni’ de olamazdınız” 3 2 - Hud, 112 Şûrâ, 15 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 9 ى َ و َ ه ا َ ذ ِ إ ِ م ْ ج � ن لا َ و لا ا َ م ى َ و َ غ ا َ م َ و ْ م ُ ك ُب ِ ح ا َ ص � ل َ ض ج ِ ن َ ع ُ ق ِ ط ْ ن َ ي ا َ م َ و ى َ و َْ لْ ا ط َ ى حو ُي ٌ ي ْ ح َ و � لا ِ إ َ و ُ ه ْ ن ِ إ لا ى َ و ُ ق ْل ا ُ د يِ د َ ش ُه َ م � ل َ ع “Batdığı dem yıldıza andolsun ki”, “Sâhibiniz (Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm, doğru yoldan) sapmadı Bâtıl’a da in anmadı” “O, kendi (re’y - ü) hevâ’sından söylemez” “O, (O’nun sizlere teblîğ etdiği Kur’ân ve din nâmına söylediği her söz), kendisine (Allâh tarafından) ilkâ’ edile gelen bir vahy’den başka (bir şey’) değildir” “Onu, müthiş kuvvetlere mâlik olan (Cebrâil aleyhi’s - selâm ) öğretdi” 4 Bunun içindir ki asırlardan beri Ku'ân'ın tek bir harfine, tek bir harekesine, tek bir hukmüne değil, okunuş şekillerinden her hangi birine dahî en ufak bir zarar gelmemiş ve her hangi bir değişiklik vukû' bulmamışdır Aşere ve Takrib okuyan ilim sâhibi hâfızlarımız bunu çok iyi bilirler Bunların hepsinde şeksiz ve şübhesiz tam bir tevâtür vardır Kur'ân'ın tefsir konusuna gelince bu husûsda, merhûm Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır , “ Tefsirde şu lâfızden murad şudur diye kestirmek ve Allâh bu lâfızdan bunu murad eyledi diye Allâh'a karşı bir şehâdet vardır Onun için kat'î bir delîl olursa sahîh, yoksa rey' ile tefsir olmuş olur ki menhîdir Te'vîl ise kat'iyyet ve Allâh'a karşı 3 - Hâkka, 44 - 45 - 46 - 47 4 - Necm Sûresi, âyet 1 - 2 - 3 - 4 - 5 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 10 şehâdet olmaks ızın lâfzın ihtimâlâ tından birini tercih eylemekdir” diyerek çok mühim bir noktaya işâret etmişdir ki o da , “ kat'î bir delîl olursa sahîh, olmazsa rey' ile tefsir olmuş olur ki o da menhîdir " esâsıdır , 5 Çünkü Kur'ân'ın tefsîrinde birinc i esâs yine Kur'ân'ın kendisidir İkinci esâs , Rasûlü'llâh aleyhi's - selâm 'ın hadîslerinde vârid olan tefsirlerdir Üçüncü esâs da Ashâb ve Tâbiîn'den tefsir siyâkında nakl edilmiş olan beyanlardır ki bunlarda bir tarafdan şübhe - i hadîs, bir tarafdan da şüb he - i te'vîl vardır Dördüncü esâs ise, ilk üç esâsı iyi bir araştırma yaptıkdan sonra arabî ve şer'î ilimleri öğrenip ma'kûl bir ilmî esâs dairesinde istihrac edilebilen te'vil kısmıdır ki bu da Tefsir ilmi ile Fıkıh usûlü ilmini iyi bilmekle olur 6 Bu bakımdan son zamanlarda bir takım kimseler, "Dînimizin getirdiği her alandaki değerleri, günün ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak yorumlayıp özel eğitim programları ile halka sunmak gerektiğini; Evren'de her şeyin değiştiğini, yeni yeni oluşumların meydana geldiğini, bu değişimlerin kıyâmete kadar devam edeceğini, bunun için de devamlı bir hareketlilik içinde bulunulmasının kaçınılmaz bir davranış olduğunu" iddiâ edip durmaktadırlar Halbuki Evren'de, her hangi bir değişikliğin olmasının mümkün olmadığı ve olmayacağı husûsu, şu âyet - i kerîme ve benzerlerinde apaçık ifâde buyurulmaktadır: 5 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr,C 1 ss 28 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır 6 - Hak Dîni Kur’ân Di li Türkçe Tefs îr,C 1 ss 29 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 11 ًا ق ا َب ِ ط ٍ ت ا َ و ََ سَ َ ع ْ ب َ س َ ق َل َ خ ي ِ ذ � ل َا ط ٍ ت ُ و َا ف َت ْ ن ِ م ِ ن َْ حْ � ر لا ِ ق ْ ل َ خ ِ فِ ى َ ر َ ت ا َ م ط ِ ع ِ ج ْ ر َا ف َ ر َ ص َب ْل ا لا ٍ ر ُ و ط ُف ْ ن ِ م ى َ ر َ ت ْ ل َ ه "O, birbiri ile âhenkdâr yedi gök yaratmış olandır Rahmân olan o (Allâh) ın yaratdığı şey'lerde hiçbir nizamsızlık göremezsin İşte, gözünü (bir defâ daha) çevir (bak, orada) hiçbir çatlak görebilecek misin?" 7 ُ ل ْ ب َ ق ْ ن ِ م ْ ت َل َ خ ْ د َق ِ تِ � ل ا ِ لله ا َة � ن ُ س ج ِ َ ت ْ ن َل َ و ًلا يِ د ْ ب َ ت ِ لله ا ِ ة � ن ُ س ِ ل َ د "Allâh'ın, öteden beri cârî olagelen sünneti (âdeti budur) ًلا يِ د ْ ب َ ت ِ لله ا ِ ة � ن ُ س ِ ل َ د ِ َ ت ْ ن َل َ و "Allâh'ın sünnetini (âdetini) değiştirmeye as lâ (imkân) bulamazsın" 9 ًلا يِ و َْ تَ ِ لله ا ِ ة � ن ُ س ِ ل َ د ِ َ ت ْ ن َل َ و ًلا يِ د ْ ب َ ت ِ لله ا ِ ت � ن ُ س ِ ل َ د ِ َ ت ْ ن َل َ ف "Allâh'ın kânûnunda (sünnetinde, âdetinde) aslâ hiçbir değişiklik bulamazsın Allâh'ın kânûnunda (sünnetinde, âdetinde) aslâ bir döneklik de bulamazsın" 10 Evet, böyle bir değişim, ancak zaman içinde insan toplumlarında görülebilir Bunun için de halkın bu yeni yeni ihtiyaçları karşısında, elbetdeki bunlara çâreler aramak, ictihad şartlarını kendisinde bulunduran ilim adamlarına düşen bir 7 - Mülk, 3 8 - Fetih, 23 9 - Ahzâb, 62 10 - Fâtır, 43 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 12 g örevdir Böyle ilim adamları mevcut olduğu müddetçe , ictihad kapısı kapalı değildir Bu bakımdan bir kısım insanların, - kendisinde ictihad şartları ve melekesi bulunmadığı halde - kendi hevâ ve hevesine veyâ başkalarının hevâ ve hevesine uyarak ictıhâd yapmaları aslâ câiz değildir Bunun için de ictihâd ehli bulunmayan devir ve zamanlarda ictihat kapısı kendiliğinden kapalıdır Böyle bir zamanda ve halde ictihad yapmaya kalkışan kimseler, birer ( نجام تِفم :Müftî mâcin : Halka hîle ta'lîm eden, öğ reten bir kimse ) den başka bir şey' değildir Asırlardan beri hâfızalarında binlerce Hadîs - i şerîf, binlerce ilmî mes'ele bulunan bir çok İslâm âlimleri, dînî hukümleri ta'yîn edip açıklamak için kendilerini yetkili görmemişler, bu husûsda sözü fukahâ'ya b ırakarak bu çok ince ve müşkil görevi îfâ' etmekden kaçınmışlardır Hattâ ictihâd şartlarına sâhib olan ve ictihâd melekesini kendisinde bulunduran müctehidlerden - İmâm A’zam, İmâm Mâlik, İmâm Şâfiî ve İmâm Hanbel gibi - her birine tâbi’ olan Müslümâ nlar arasında öyle ilim sâhibi kudretli âlimler yetişmişdir ki bunların her biri bir ilim ve irfan hârikası olduğu hâlde ictihâda cür’et göstermemişler, bu büyük imâmlardan birisine intisâb ederek onun ictihâdı ile amel etmeyi kendileri için bir şeref bilm işlerdir Aynı zamanda, ictihâd yetkisine sâhib olanlar bile - kendi ictihâdlarının da gâlib bir zann’dan başka bir şey’ olmadığını düşünerek - yeni bir ihtilâfa sebebiyyet vermemek için, onların ictihâdlarına uymayı ve o şekilde amel etmeyi, şer’a daha uygu n bulmuşlardır Durum böyle olunca - sıfatı ne olursa olsun - mahdûd bilgi sâhibi kimselerin kendilerinde böyle bir selâhıyyet görmeye A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 13 kalkışmaları, asla esâsa dayanmayan bir takım yorumlar yapmaya cür'et etmesi, elbetde ki doğru bir davranış olmaz Bunun için ictihâd yetki ve melekesine sâhib olmayan kimselerin, dînî konuları, - Ehl - i sünnet esâslarına aykırı olarak - kendi anlayış ve yorumlarına göre çözmeye kalkışmaları, büyük bir mes’ûliyyet i gerektirir Böyle bir kimse vereceği bir cevâbda, verdiği bir hukümde isâbet etse bile - bilmeden cevâb vermiş olacağından - yine mes’ûliyyetden kurtulamaz Çünkü bir hadîs - i şerîfde, şöyle buyurulmuşdur: ِ ر � ا نلا َ ى ل َ ع ْ م ُ ك ُ أ َ ر ْ ج َا َا ي ْ ت ُ ف ْل ا َ ى ل َ ع ْ م ُ ك ُ أ َ ر ْ ج َ ا "Sizin ateşe atılmaya en cür’etkârı nız, fetvâ’ya - ya’nî şer’î mes’elelere âit konularda cevâb vermeye - en ziyâde cür’et göstereninizdir" 11 Gerçek bu olunca, dînî konular dışındaki bir çok mes’eleler hakkında bile, bilgi sâhibi olmadan gelişi güzel konuşmak veyâ davranmak, insanı çok zor ve gülünç durumlara düşürdüğü her zaman görülen hâdiselerdendir Bunun için âmmenin kabûlüne mazhâr olmuş olan müctehidlerden birisine tâbi’ olarak amel etmek, ma’nevî mes’ûliyyetden kurtulmanın, İslâm birlik ve berâberliğinin te’mîninin tek çâre sidir Aksi takdirde - herkes kendi anlayışına göre amel ederse - dînin asliyyeti ve ulvî mâhıyeti kayb olmuş olur ki bu da büyük bir dalâlet ve zulmet içinde kalmanın sebebi olur Böyle bir hâl ise, geçmiş ümmetlerin bir çoğunda görülmüş bir vâkıadır 11 - Hukûk - ı İslâmiyye ve İstılâhât - i Fıkhiyye Kâmûsu, C 1 ss 250 Ömer Nasûh Bilmen Dârimi, Mukaddime, 20 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 14 Bu bakımdan zaman zaman meydana çıkacak olan ba’zı mes’elelerin, ba’zı hâdiselerin hukümlererini ta’yîn etmek husûsunda ta’kîb edilecek yol, daha önce gelip geçmiş olan ve bütün İslâm âleminin takdîr ve tasvîbini kazanmış bulunan müctehidlerden birisinin - İmâm A’zam, İmâm Mâlik, İmâm şâfiî ve İmâm Ahmed ibn - i Hanbel rahmetü’llâhi aleyhim gibi - ta’kîb etmiş olduğu esâs ve usûllere mürâceat ederek o mes’eleyi hâll ve ta’yîn etmekdir ki insanı, dünyevî ve uhrevî mutluluğa götüren en doğru yol da budur İctihâd ve iftâ’ vazîfeleri, en mühim bir dînî görev olduğu kadar çok müşkil ve zor bir görevdir Çünkü böyle bir görev, geniş bir bilgi, sağlam bir ihtisâs ve samîmî bir takvâ sâhibi olmayı gerektirir Bu bakımdan gerek Kur’ân - ı Kerîm’in, gerekse Hadîs - i şerîf’lerin ulvî ma’nâlarını sathî bir şekilde anlayabilenlerin ve bunları ezberleyenlerin, - bir müctehide tâbi’ olmadan - şer’î delîllerden huküm çıkarmaya kalkışmaları veyâ kendi namlarına yorum yapıp fetvâ vermeleri, aslâ câiz değildir Bunun için bir çok âlim ve muhaddisler, böyle bir ictihâd sevdâsına düşmemişler, kendi namlarına fetvâ vermekden çekinmişler, böyle büyük ve mes’ûliyyetli bir işi fukahâ’ya bırakmak olgunluğunu göstermişlerdir Hattâ Şa’bî rahmetü’llâhi aleyh gibi büyük bir muhaddis bile “Biz fukahâ’dan değiliz Biz ancak işitmiş olduğumuz Hadîs - i şerîf’leri fukahâ’ya ve işiteceği şey’ ile amel edecek kimselere rivâyet ederiz " demişdir ki kalblerinde Allâh korkusu bulunan bu kimseler için böyle bir yol ta’kîb etmek, en isâbetli ve en şerefli bir davranış olmuşdur A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 15 Bununla berâber hakkı beyân, ma’rûf ile emr ve münkerden nehy ile insanları irşâd edip tenvîr etmek, Müslümân’ların yapması lâzım gelen en mukaddes ve en ulvî vazîfelerdendir Fakat böyle bir vazîfenin îfâ’ edilmesi, b ir takım şartlar ile mukayyeddir Bu şartlara uymayanların ve yapacakları işde ihtisâsları bulunmayanların, böyle bir vazîfeyi îfâ’ etmeye yetkileri olamaz Aksi takdîrde menfaat yerine mazarrat, fayda yerine zarar meydana gelir Bunun için selim bi r fetvâ, sorulan bir mes’eleye doğru bir cevâb, ancak şartlarına sâhib bulunan bir müctehidin verdiği fetvâdır Böyle bir müctehîdin bulunmadığı zamanlarda da bu mühim vazîfeyi, ehli olan müftîlerin yapması lâzım gelir Asılda, Fıkıh usûlü ilmine g öre müftî, müctehid olan kimse demekdir Bununla berâber müctehid olmayan, fakat mukallid sayılan bir fakîhe de - mecâzî ma’nâda - “Müftî” denir Böyle bir müftî, - ictihâd şartlarına ve melekesine sâhib olmadığı için - fetvâ veremez Ya’nî Kitâb, Sünnet ve di ğer delîllerden şer’î bir hukmü istinbât ederek dînî mes’elelerin veyâ hâdiselerin hukümlerini ta’yîn etmeye muktedir olamaz Ancak müctehidlerin fetvâlarını nakl ve hikâye eder Bunun için de kendisine - mecâzî ma’nâda - “Müftî” denir Böyle mühim dî nî bir görevi İslâm'ın rûhuna uygun bir şekilde yapmaya çalışan İyi bir müftî, kendisi için gerekli olan dînî ilimleri bilmeli, dînî esâslara riâyet etmeli ve şu husûsları kendisinde bulundurmalıdır: 1 - Fıkıh ve Fıkıh Usûlü İlmi konusunda güvenilir b ir bilgi sâhibi olmalı A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 16 2 - Sâlih bir kimse olup söylediği ile amel etmeli 3 - Söz ve fiillerinde Allâhü Teâlâ’nın rızâsını, Müslümân’ların yükselmesini gâye edinmeli 4 - Muhâtabları hakkında şefkâtli davranmalı 5 - Muhâtablarına kar şı hiddetli ve şiddetli davranmamalı 6 - İrşâd vazîfesini olgun ve mülâyim bir şekilde yapmalı 7 - Sabır ve hılm sâhibi olmalı 8 - İnsanların örf ve âdetlerini iyi bilmeli 9 - Müteyakkız olup insanların hîle ve desîselerine vâkıf ol malı 10 - Yenilikci akımlara kapılıp ta’vîzde bulunmamalı Bununla berâber müctehid olmayan bir müftînin fetvâ vermesi için uyması gereken bir takım usûl ve şartlar daha vardır ki bunlara “Resmü’l - müftî” denir Bu şartlar, Fıkıh Usûlü ilmi kitabl arında açık açık ifâde edilip belirtilmişdir Bununla berâber gerek fertler ve gerekse toplumlar için gerekli bulunan mes’elelerin, toplum hayâtı ile ilgili hâdiselerin, cevâb ve hukümlerini, güzel bir niyet ile sorup öğrenmek ve öğretmek de dînî bi r vecîbedir Çünkü cehâlet içinde kalan toplumların çok kötü âkıbetlere ma’rûz kalacağı, yine Cenâb - ı Hakk tarafından Kur’ân - ı Kerîm’de belirtilmekde ve şöyle buyurulmaktedır: ٌ م ْ ل ِ ع ِ ه ِ ب َ ك َل َ س ْ ي َل ا َ م ُ ف ْ ق َ ت لآ َ و ط َ ا ؤ ُ ف ْل ا َ و َ ر َ ص َب ْل ا َ و َ ع ْ م � س لا � ن ِ إ َ ك ِ ئ َل و ُا � ل ُ ك َ د ًلا ُ و ئ ْ س َ م ُه ْ ن َ ع َ ن ا َ ك A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 17 “Bilmediğin bir şey’in arkasına düşme, hakkında huküm verme Şübhe yok ki kulak, göz, kalb, bunlardan her biri kendisinden, kendisi ile sâhibinin işlediği şey’den mes’ûl olacakdır” 12 Bunun için kula k dâimâ hakk söz dinlemeli, göz dâimâ meşrû’ olan şey’lere bakmalı, kalb de dâimâ hakk olan şey’lerin tecellî etdiği bir yer olmalıdır َ ن ُ و م َل ْ ع َ ت لآ ْ م ُت ْ ن ُ ك ْ ن ِ إ ِ ر ْ ك ّ ذ لا َ ل ْ ه َا ا ُ و ل َئ ْ س َف لا " Eğer bilmiyorsanız zikr erbâbına ( ilim ehline, bil gi sâhibi kimselere) sorun ( Bilgi sâhib i olun Cehâlet içinde kalmayın) " 13 َ ى غ ْط َي َل َ ن ا َ س ْن ِ لا ْا � ن ِ إ � لا َ ك لا َ نى ْ غ َ ت ْ س ا ُه آ َ ر ْ ن َ أ ط "Sakın ( okumamazlık , sormamaklık yapma) Çünkü ( okumayan , sormayan) insan, muhakkak azar Kendisini ( verilen ni’metler ile) ihtiyaçdan vâreste gördüğü için" 14 Taberânî’de, Câbir radıye’llâhü anh’ dan rivâyet edilen bir hadîs - i şerîfde de, şöyle buyurulmuşdur: "Âlimin ilmine rağmen sükût etmesi, câhilin cehline rağmen - öğrenmeyip - susması, yak ışmaz Allâhü Teâlâ - Eğer bilmiyorsanız ehl - i zikre sorun - buyurmuşdur" 15 Bu bakımdan gerek fert, gerekse toplum olarak cehâlet içinde kalmamamız, bilmediğimiz şey’leri zikir ehlinden, ilim 12 - İsrâ’, 36 13 - Enbiyâ', 7 14 - Alâk, 6 - 7 15 - Enbiyâ’, 7 Kur’ân - ı Hakîm ve Meâl - i Kerîm, C 2 ss 549 Hasan Basri Çantay A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 18 erbâbından - İslâm’ı, Kur’ân'ı ve Sünnet'i iyi bilen ilim sâh ibi kimselerden - sorup öğrenmemiz; bu sûretle de iyi ve doğru bir bilgi sâhibi olmamız ve cehâlet içinde kalmamamız, en başta gelen görevlerimizden olmalıdır Bunun için böyle mühim bir konuyu ifâde eden “İftâ’ : Fetvâ verme ” müessesesi, İslâm âlemi ne hâs bir müessesedir ki her yerde ve her devirde pâyidar olup zamânımıza kadar gelmişdir Bundan sonra da aynı şekilde devâm edip gidecekdir İşte işin aslı ve esâsı - Ehl - i sünnet ve cemâat esâsları dâhilinde - bu olduğuna göre, yeni yeni ihtiyaç d uyulan her türlü konunun, İslâm'ın dört ana temeli ve kaynağı olan Kitâb, Sünnet, İcmâü'l - ümmet ve Kıyâsü'l - fıkahâ' sınırları içinde hall edip keyfî yorumlardan, hevâ ve heveslerden kaçınarak bid'ad ehli, şirk ehli kimselerin yoluna gitmemek, ilmi ile âmi l olan takvâ sâhibi âlimlerin en başta gelen şiârı olmalıdır Bunun için Rasûlü'llâh aleyhi's - selâm 'ın, Kur'ân'ı tefsîr eden sünnetleri başta olmak üzere, nakle dayanmadan Kur'ân'ı yeniden yorumlama gibi bâtıl bir felsefe görüşüne sâhip olup böyle b ir çalışma yapmak, şer'in tek vâzıı olan Allâhü Teâlâ'ya ve Onun Rasûlüne karşı cür'etkerâne bir tavır takınmak demekdir ki aklı başında olgun bir müslümânın cür'et edeceği bir iş değildir Fıkhı yeniden kurma anlamında dinde bir yenilik ise, yukarıd a belirtilen esâslara binâen tamân bâtıl ve huk ü msüzdür Çünkü böyle bir çalışma, İslâm dîni'ni tahrif edip bozmakdan başka bir netîce doğurmaz Gerçi İslâm dîni bozulup mensupları olan müslümanlar bid'at, fesat, dalâlet yollarına gidip îmânlarının esâsını kayb etmedikçe kıyâmet kopmaz Kıyâmet A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 19 koptuğu zaman da müslüman nâmı altında fâsık, zâlim, müşrik ve münâfık kimselerin çok olacağı husûsu da, yine değerli ilim adamlarımız tarafından önemle belirtilmişdir ki bu da, îmân esâslarının boğazdan aşağı inmeye ceğinin açık bir ifâdesidir Tevrat ve İncil'in getirdiği islâmî esâslar, kendi din âlimları tarafından bozulup bu günkü hâline getirilmemiş midir? Sonra - Kısır İlmihâl bilgilerinden başka - İslâm hukûku nâmına elde ne kalmışdır? İlmihal bilgilerini b ile hakkıyle öğrenip bilmiyoruz Kitâblıkların raflarındaki fıkıh kitablarını anlayıp anlatıp tatbik edecek kaç kişi vardır? Anlasınız bile hangi ortamda öğrenip öğreterek tatbik edeceksiniz? Öyle bir mücâdele ve mücâhede rûhu kaldımı bizlerde? Bilmiyoruz ama hâdiselerin seyri, herhalde Îsâ aleyhi's - selâm'ın gelmesini çağrıştırıyor Bu gün elimizde namaz ve oruçdan başka ne kalmışdır Haram - helâl endîşesi duymadan kazandığımız paralarla verdiğimiz zekâtlar ve yaptığımız hacların acebâ Allâhü Teâlâ naz arında değeri ve kabûlü nasıldır? Yüzde doksan sekizi müslümân dediğimiz şu güzel vatanımızda, günler, aylar hattâ yıllar boyunca cedelleşip durduğumuz baş örtüsü konusunu, Allâhü Teâlâ'nın emrine ve murâdına uygun bir şekilde kaç müslümân tatbik ediy or? Her birimiz şeytanî düşünce ve şekiller içinde - şöyle olsun, böyle olsun gibi emr - i ilâhî'ye uymayan bir takım bâtıl söz, şekil ve fikirlerle - bocalay ıp duruyoruz da büyük bir gaflet ve dalâlet içinde bulunduğumuzu düşünüp Allâhü Teâlân'ın emrine kayıt sız şartsız teslîm olup o yolda yaşamaya çalışmıyoruz A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 20 Halbuki İslâm Dîni’nde, sınırsız bir özgürlük ve mesnedi olmayan bir hakk iddiâsında bulunmak; herkesin kendi gönlüne göre bir yaşam tarzı seçmesi, dilediğine inanıp dilediğini kabûl etmemesi, i şine geldiği şekilde bir Müslümân’lık iddiâsında bulunması, mümkün değildir Çünkü bu konuların hepsinde muhayyer olmadıkları gibi ilâhî emir ve yasakları aynen yerine getirmek mecbûriyyeti vardır Bunun için Cenâb - ı Hakk, Kur’ân - ı Kerîm’inde, diledi ği gibi yaşama arzûsunda olanları veyâ İslâm’ın emir ve nehiy’lerini kendi keyf ve isteklerine göre te’lif ve tefsir edenleri veyâ bir takım mesnetsiz yorumlarla İslâm dışı sistemlere göre hareket etmeyi bir ma’rifet sayanları, açık bir dalâlet ve şirk ola rak bildirmiş ve - aşağıdaki âyet - i kerîmelerde belirtildiği gibi - gerekli îkâzları yapmışdır َ ي ْ ن َ أ ًا ر ْ م َا ُه ُل و ُ س َ ر َ و ُ لله ا َ ى َ ض َق ا َ ذ ِ إ ٍ ة َن ِ م ْ ؤ ُ م لآ َ و ٍ ن ِ م ْ ؤ ُ م ِ ل ن َا ك ا َ م َ و ُة َ ر َ ي ِ ْ لْ ا ُ م َُ لْ َ ن ُ و ك ْ ن ِ م ْ م ِ ه ِ ر ْ م َا ط َ ق َ ف ُه َل و ُ س َ ر َ و َلله ا ِ ص ْ ع َ ي ْ ن َ م َ و ًا نيِ ب ُ م ًلا لآ َ ض � ل َ ض ْ د “Allâh ve Peygamber’i bir işe hukm etdiği zaman, mü’min olan bir erkek ile mü’min olan bir kadın için (ona aykırı) işlerinde kendilerine (bir) muhayyerlik yokdur, (Allâh’ın ve Rasûl’ünün emri hilâfına hareket ve ihtiyâr c âiz değildir) Kim Allâh’a ve Rasûl’üne isyân ederse muhakkak ki o, ap - açık bir sapıklıkla yolunu sapıtmışdır” 16 � ُ ثُ ْ م ُ ه َ ن ْ ي َ ب َ ر َ ج َ ش ا َ م يِ ف َ ك ُ و م ِّ ك َُ يُ � تِ َ ح َ ن ُ و نِ م ْ ؤ ُ ي لآ َ ك ِّب َ ر َ و لآ َف ِ ا ُ و د ِ َ ِ َ ْ م ِ ه ِ س ُ ف ْ ن َا ُ م ِّ ل َ س ُي َ و َ ت ْ ي َ ض َق ا� ِ مِ ًا ج َ ر َ ح ًا م يِ ل ْ س َت او 16 - Ahzâb, 36 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 21 “Hayır, öyle değil, Rabb’ine and olsun ki onlar aralarında kimi oraya, kimi buraya çekdikleri (kavga edip cedelleştikleri) şey’lerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hukümden yürekleri hiç bir sıkıntı duymadan tam bir teslîmiyyetle teslim olmadıkca îmân etmiş olmazlar” 17 ْ ح َي ِ ل ِ ه ِ ل و ُ س َ ر َ و ِ لله ا َ لى ِ إ ا ُ و ع ُ د ا َ ذ ِ إ َ ين ِ ن ِ م ْ ؤ ُ م ْل ا َ ل ْ و َ ق َ ن ا َ ك ا َ � نَّ ِ إ ْ ن َ أ ْ م ُ ه َ ن ْ ي َ ب َ م ُ ك ا ُ و ل ُ و ق َي َا ن ْ ع َط َا َ و َا ن ْ ع ِ َ سَ ط َ ن ُ و ح ِ ل ْ ف ُ م ْل ا ُ م ُ ه َ ك ِ ئ َل و ُا َ و “Mü’min’lerin sözü (ve inancı ), aralar ında hukm etmesi için Allâh’a ve Rasûl’üne da’vet olundukları vakit - Dinledik ve itâat etdik - demeleri (olmalı) dır İşte asıl felâh bulmuş olanlar bunlardır” 18 ٍ ف ْ ر َ ح َ ى ل َ ع َلله ا ُ د ُب ْ ع َ ي ْ ن َ م ِ س � ا نلا َ ن ِ م َ و ج ٌ ر ْ ي َ خ ُه َب ا َ ص َا ْ ن ِ إ َف ِ ن ِ ه ِ ب � ن ِ ا َ م ْط ا ج ْ ن ِ إ َ و ٌة َن ْ ت ِ ف ُه ْ ت َ ب َا ص َا ِ ن ِ ه ِ ه ْ ج َ و َ ى ل َ ع َ ب َل َ ق ْ ن ا فق َ ة َ ر ِ خ لآ ْا َ و َا ي ْن � د لا َ ر ِ س َ خ ط َ و ُ ه َ ك ِ ل َ ذ ُ ين ِ ب ُ م ْل ا ُ ن ا َ ر ْ س ُْ لْ ا “İnsanlardan bir kısmı da ( vardır ki) Allâh’a (cân - ü gönülden değil de) bir tarafından, bir kenarından (tutarak , işine geldiği şekilde veyâ dil ucu ile müslümân olarak) ibâdet eder Eğer kendisine bir hayır dokunursa ona yapışır (fit olur) Eğer bir fitne (bir şerr, bir belâ) isâbet ederse yüzü üstü döner (de irtidâd bile eder) (Böyle kimseler), dünyâ’da da, âhire t’de de hüsrâna uğramışdır Bu ise, ap - açık bir ziyan, ap - açık bir hüsrandır” 19 17 - Nisâ’, 65 18 J Nûr , 51 19 J Hacc, 11 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 22 َ ن ُ و كِ ر ْ ش ُ م ْ م ُ ه َ و � لا ِ إ ِ لله اِ ب ْ م ُ ه ُ ر َ ث ْ ك َا ُ ن ِ م ْ ؤ ُ ي ا َ م َ و “Onların (böylelerinin) çoğu, Allâh’a ortak koşmaksızın îmân etmez” 20 ْ ن ِ م ُ ذ ِ خ �ت َ ي ْ ن َ م ِ س � ا نلا َ ن ِ م َ و ِ لله ا ِّ ب ُ ح َ ك ْ م ُ ه َ ن و �ب ِ ُ يُ ًا د َا د ْن َا ِ لله ا ِ ن و ُ د ط َ ن يِ ذ � ل ا َ و ا ُ و ن َ م آ ِ لله ًا ّب ُ ح � د َ ش َا ط “İnsanlardan bir kısmı (da vardır ki) Allâh’dan gayrisini (O’na) eşler ve benzerler edinir de onları, Allâh’ı sever gibi severler (ve her davranışları nda onlara itâat ederler) (Halbuki) îmân edenlerin Allâh’a karşı sevgileri ise (her şey’den) ziyâdedir” 21 َ ن ُ و م َل ْ ع َ ت ْ م ُت ْ ن َ ا َ و � ق َْ لْ ا ا ُ و م ُت ْ ك َت َ و ِ ل ِ ط َا ب ْل اِ ب � ق َْ لْ ا ا ُ و س ِ ب ْ ل َ ت لآ َ و “Kendiniz bilib dururken hakk’ı bâtıl’a karıştırıb da g erçeği gizlemeyin” 22 ِ لله ا ِ ن ُ ك َي َْ لَ ًا ر ْ ف ُ ك ا ُ و د َا د ْ ز ا �ُ ثُ ا ُ و ر َ ف َ ك �ُ ثُ ا ُ و ن َ م آ �ُ ثُ ا ُ و ر َ ف َ ك �َ ثُ ا ُ و ن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا � ن ِ إ ً لا يِ ب َ س ْ م ُ ه َ ي ِ د ْ ه َ ي ِ ل لآ َ و ْ م َُ لْ َ ر ِ ف ْ غ َ ي ِ ل ط “Hakîkat, îmân edib de sonra küfre sapanlar, sonra yine îmân ed erek küfre dönenler, sonra da küfürlerinde ileri gidenler (yok mu?) Allâh onları mağfiret edecek değildir Onları (doğru) bir yola iletecek de değildir” 23 Bu esâslar dâhilinde şunu söyleyebiliriz ki Kur'ân'ı yeniden yorumlama , Sünnet'i hiçe sayma ve fıkhı yeniden 20 - Yûsüf , 105 21 - Bakara, 165 22 - Bakara, 42 23 - Nisâ’, 137 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 23 kurma anlamında dinde bir yenilik iddiâsında bulunmak, insanı yerine göre bit'ate, yerine göre fıska, yerine göre şirke, yerine göre de küfre götüren telâfîsi güç hatâ ve gaflet içinde bulunmakdan başka bir netîce doğurmaz Bunun için îmân ı bütün takvâ sâhibi bir islâm âlimi böyle bir davranışta bulunmaya cür'et edemez    Soru: - 2 - Merkezî ezan, tek merkezden va'z ve hutbe uygulamasını; rejimin Diyaneti despotça çalışmaya yönlendirmesi diye yorumlayabilr miyiz? C evâb: 2 Böyle bir hizmet şekli, 1971 yıllarından i'tibâren, Diyanet İşleri Başkanlığı Dînî Hizmetler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Dairesi Başkanlığı görevinde bulunduğum sıralarda, - imamların ve hutbelerin kifâyetsiz olduğu konusu - bazı kimsele r tarafından Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerine telkin edilmeye başlandı ve teklîf olarak getirildi Teklifin getirdiği tek hutbe konusu ekseriyyetle uygun görülerek gereği yapılmak istenmişse de , benim - Koca bir senenin hutbelerini elli iki konuya h asr edemezsiniz gibi - i ’ tirazlarım netîcesinde bir kaç hafta aynı konu üze r inde çalışmalar yapıldı N etîcede merhum Osman Keskioğlu “ Hoca hoca, mâdemki itiraz ediyorsun, öyle ise hutbe kitapları yazalım ” teklifinde bulundu Ben de “ Hiç olmazsa bin, bin beş yüz, iki bin hutbe yazarsınız, imam efendiler de gerekli A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 24 gördükleri hutbeleri okurlar - dedim Bunun üzerine gerekli çalışmalar yapılarak hutbe konuları yazılmaya başlandı Ama iş bununla bitmedi İslâm'ın esâslarının öğretilmesini, anlatılmasını, müs lümanların uyarılmasını istemiyen ma'lûm zihniyyet sâhipleri bununla yetinmeyerek va'z konularının da tahdîd edilmesini şiddetle arzû ediyorlardı Bunun da çâresini, Vâizlerimiz kifâyetsizdir, ehliyyetli kimselerin va'z etmesi lâzımdır gibi - şeytânî bir fe lsefe kılıfı ile halletme çâresini aradılar Netîcede tekniğin verdiği imkânlar ile merkezî va'z sistemi yürürlüğe konuldu Bu sûretle de minberler ve kürsüler hem öksüz, hem yetim bırakılarak bir çok değerli meslektaşımız saf dışı edildi Mübârek kandil g ecelerinde bile câmiler bomboş bırakıldı Bu konuda bir çok ilim ehli tarafından i ’ tirazlar yapılmışsa da, "Vatandaşlarımızın dînî konularda doğru bilgilerle aydınlatılabilmesi için mesleğinde ehil vâizlerin bu hizmeti îfâ’ etmesi büyük önem arz etm ektedir Hal böyle olunca, ehliyetsiz ki şilerin va'z etmesini önleyerek bilgili ve tecrûbeli, mesleğinde ehil, seçkin din görevlilerinin, merkezî bir câmiden yapacakları konuşmanın diğer câmilere de ulaştırılmasının faydalı olacağı kannati ile bu uygulamay a geçilmişdir" Konu, “Ba’zı melekdaşlarımız bilgili fakat samîmî değil; ba’zı meslekdaşlarımız da samîmî fakat bilgisi az” "İlim ehli olan kişiler, müftülüklere mürâcaat ettikleri takdirde kendilerine va'z etme imkânı tanınmaktadır" gibi cevâblarla geçiştirilmeye çalışıl mış dı r A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 25 Böyle bir uygulamanın, geçtiğimiz on yıl gibi kısa bir zaman içerisinde ne kadar büyük tahrîfatlar yaptığı açıkça görülmekte ve dînî bilgilerini doğru dürüst öğrenemiyen halkımızın ve gençliğimizin, d înî konularda ne kadar yanlış yollara gittiklerini büyük bir üzüntü ile görmekteyiz Halbuki nûr’dan ( İslâm’dan ) nasîbi olmayan akıl ve îman fukarâsı bir kısım insanların gece gündüz işi, Kur’ân’ın ve İslâm’ın aleyhinde çalışmak, bir takım gürültüler çıkarıp fitneler koparmak, ortalığı birbirine katıp velveleye vermek, b aş örtüsü konusunda olduğu gibi, müslümanlar arasında ihtilâf ve tefrîka çıkarıp halkın birlik ve berâberliklerini yok etmeye çalışmak, bu sûretle de İslâm'ın öğretilmesine, anlatılmasına ve yaşanmasına mâni' olmakdır İşte bu çalışmalardan birisi de, yüzlerce konuyu ketm edip elli iki konuya hasr etmek sûretiyle , bir ildeki bütün câmileri inhisar altına alıp belli konuları belirli sınırlar içerisinde anlatarak ( kulağa hoş gelmeyecek, göze batacak, rejime ters düşecek konuların konuşulmaması için ) müslümanları gaflet hâlinde bırakıp oyalamakdır ki şu âyet - i kerîmeler bunun açık bir ifâdesidir: ٍ ر ُ و ن ْ ن ِ م ُه َل ا َ م َف ًا ر ُ و ن ُه َل ِ لله ا ِ ل َ ع َْ ِ َْ لَ ْ ن َ م َ و “ (Küfür, şirk , nifâk ve fesâd yolunu tercih edip o yolda israrla devam edenler hakkında) Allâh’ın nur halk etmediği kimselerin nur’dan nasîbi yokdur” 24 َ ن ُ و بِ ل ْ غ َ ت ْ م ُ ك � ل َ ع َل ِ ه يِ ف ا ْ و َغ ْل ا َ و ِ ن آ ْ ر ُ ق ْل ا َا ذ َ ه ِ ل ا ُ و ع َ م ْ س َت لآ او ُ ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا َ ل َا ق َ و 24 - Nûr , 40 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 26 “Küfr edenler şöyle dediler: Şu Kur’ân’ı dinlemeyin, o okundukça gürültü yapın, belki bastırır galebe edersiniz ( belki on un anlatılmasına, öğretilmesine ve anlaşılmasına mâni' olursunuz ) ” 25 َ ين ِ م ِ س َت ْ ق ُ م ْل ا َ ى ل َ ع َا ن ْل َ ز ْ ن َا َا م َ ك لا َ ين ِ ض ِ ع َ ن آ ْ ر ُ ق ْل ا ا ُ و ل َ ع َ ج َ ن يِ ذ � ل َا “ (Peygamberin ve İslâm’ın aleyhinde çalışmak için) iş bölümü yapanlara (azâb) indirdiğimiz gibi; (ba’zı âyetlerini kabûl edip ba’zı âyetlerini kabûl etmemek gibi bir şekil ile) Kur’ân’ı parçalayanlara da (azâb indirdik) ” 26 Bu elîm âkıbeti, 1948 yılında yenilikçi ve reformist din adamları yetiştirmek maksâdı ile A Ü İlâhiyat Fakültesinin açılmas ına müsâade edenler ; bütün ömrünü İslâm'ı yıkmak için, hiç olmazsa bozmak için uğraşan Rûm asıllı Hristiyan Sava Paşa'lar ; dînde reform için çalışan Kenan Rifâî'ler; İslâm'ın hoşa gitmeyen hukümlerini çıkarıp yeni bir Kur'ân yapmak için zamânın Millî Birli k Komitesine olanca varlıkları ile baskı yapmaya çalışıp başarı elde edemeyen Osman Nûri Çerman'lar gibi kimseler hayatda olsalardı sevinçlerinden ne 25 - Fussılet, 26 26 J Hıcr, 90 - 91 Bir hâtıra: 1963 - 1964 ders yılında, o zaman müdürü bulunduğum Kayseri İmâm - Hatip Okulu'nu ziyârete gelen merhûm Mehmet Özgüneş, dînde reform yapmak sevdâları ile bir takım girişimlerde bulunan Osman Nûri Çerman ve arkadaşlarının, o zamanki Millî Birl ik Komitesine bir dilekçe vererek "Kur'ân - ı Kerîm'in ibâdet ve ahlâk ile ilgili âyetlerini bırakıp diğer kısımlarını çıkarmak sûretiyle yeni bir Kur'ân yapmak isteğinde bulunduklarını, fakat çetin müzâkereler sonucunda bu isteğin redd edildiğini" ifâde etd i Bu konuşmadan bir saat kadar sonra Kur'ân - ı Ke'rîm'in meâlini okurken bu âyet - i kerîmeyi gördüm ki böyle bir hâdise de, Kur'ân - ı Kerîm'in bir mu’cize oluşunun apaçık bir delîlidir A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 27 yapacaklarını şaşırır, bu işi yapanları, yaptıranları ve vâsıta olanları tebriklere boğarlardı 27  İslâmî olmayan bir takım nedenlerle ehliyetsiz kimselere imamlık ve müezzinlik görevi verilmesi de, - Ezanlar güzel okunmuyor gibi kılıflarla - İslâm'ı susturmak isteyenlerin eline yeni bir imkan verdi Bu sûretle de yüzlerce câmiden günde en az beş kere ifâ de buyurulan Tevhîd susturuldu Şehâdet susturuldu Tekbîr susturuldu Teblîğ susturuldu Da'vet susturuldu Tesbîh susturuldu Bunun netîcesi olarak da câmilerimizde bir kaç rek'at namaz kılmak ve kıldırmakdan başka bir şey' kalmadı Evet - aletler d e ezanı okuyup aynı görevi yapıyor - dersek, ezan okumanın sevâbını aletler mi alacak? Her an ilâhî bir imtihan hâlinde bulunan aletler mi, yoksa insanların kendileri mi? Cennet ve Cehennem, aletler için mi yaratılmış, yoksa insanlar için mi yaratılmış? Yüz lerce câmilerden her müezzinin okuduğu ezanları susturmak mı kolay, yoksa tek bir kişinin okuduğu ezanı susturup bütün ezanları bir anda susturmak mı kolay? Not: Kırkbeş seneyi aşkın bir zamandan beri, İslâm ve Müslüman düşmanı İngiliz Edmond’l arının fikir ve tavsıyelerini çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak için benimseyip uygun bulan; İlim yatağı Afkanistan’ın ve Mısır’ın bu günkü hâle gelmesine sebeb olan, Muhammed Abduh ve Cemâleddin Efkânî gibilerin fikirlerini benimseyerek Ehl - i sünnet ve’ l - cemâat yolundan ayrılan yenilikçi 27 - A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 28 ve telfikçi din adamlarının, büyük bir gafle t eseri olarak, şer’î olmayan bir takım nedenlerle, tatbik edip yürürlüğe koydukları merkezî ezan sistemi ile ezanların sinsice susturulması, İsrâil mel’unlarının ezanları sust urma kararlarından daha elîm bir uygulama değil midir? “Minâreyi çalan kılıfını hazırlar” atasözüne göre kılıf, çok güzel ve sinsice hazırlanmıştır Ayrıca, Cum'a günleri bir kısım illerimizde namaz vaktinin te'hir edilerek (saat 12 00 gibi) b elli bir zamâna getirilmesi de, Beşerî sistemlerin İlâhî sistemleri ne hâle getirdiğinin açık bir göstergesidir    Soru - 3 Dinler arası diyalog teşebbüsü giderek, "Ehl - i Kitâb'ın, son Peygambere inanması şart değil, Kur'ân bunu istemiy or" noktasına vardırıldı Gidiş nereye ve ne yapmak gerek? Cevâb - 3 Bu sorunuza, "Zamânımızda Tevhîd ve Şirk" isimli kitâbımın son kısmında yazmış olduğum şu konu ile cevab vermiş olayım Dinler arası diyalog (uzlaşma ) ve hoşgörü felsefesi İslâm Dîni'nin ve onun mensûbları olan Müslümân'ların aleyhinde çalışan düşmanlar, târih boyunca eksik olmadığı gibi zamânımızda da - Dinler arası uzlaşma ve Hoşgörü felsefesi A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 29 nâmı altında - bu çalışmaların daha değişik bir siyâset ve daha şeytânî bir keli me oyunları ile Müslümân'ların inanç ve yaşayışlarına bir takım şübheler sokarak kendi inanç ve mel'ûn emellerini gerçekleştirmeye çalıştıklarını esefle görüyür ve şâhit oluyoruz Halbuki İslâm Dîni'nde "İ'lâ - i kelimetü'llâh: İslâm Dîni'ni ve Tevhîd akîdesini şânına lâyık bir şekilde yüceltip yaymak " esâs olduğu halde, asıl görevleri, َ ن يِ ر ِ ب ا � ص لا َ و ْ م ُ ك ْ ن ِ م َ ن يِ د ِ ه ا َ ج ُ م ْل ا َ م َل ْ ع َ ن � تِ َ ح ْ م ُ ك � ن َ و ُل ْ ب َن َل َ و لا ْ م ُ ك َ ر َا ب ْ خ َا ا َ و ُل ْ ب َ ن َ و "And olsun sizi imtihân edeceğiz Tâki içinizden micâhid leri ve sabr - u sebât edenleri belirtelim , Haberlerinizi açıklıyalım" 28 âyet - i kerîmesinde ve buna benzer diğer âyet - i kerîme ve hadîs - i şerîflerde ifâde buyurulan "Fî sebîli'llâh bir cihâd: Allâh rızâsı için Allâh yolunda yapılan bir mücâdele ve müc âhede " olması lâzım gelirken - sözde ba'zı din adamlarının bu konuda - onlarla birlikde hem fikir olduklarını ve onlarla birlikde çalıştıklarını da yine esefle görüyor ve müşâhede ediyoruz Halbuki böyle bir davranış, َ ا ب ْل اِ ب � ق َْ لْ ا ا ُ و س ِ ب ْ ل َ ت لآ َ و َ ن و ُ م َل ْ ع َ ت ْ م ُت ْ ن َا َ و � ق َْ لْ ا ا ُ و م ُت ْ ك َت َ و ِ ل ِ ط "Kendiniz bilib dururken hakk'ı bâtıl'a karışdırmayın ve hakk'ı (gerçeği) gizlemeyin" 29 28 - Muhammed, 31 29 - Bakara, 42 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 30 âyet - i kerîme ’sine ve benzerlerine göre, ilim ehli olan kimselere ve İslâm ahlâkı ile ahlâklanmaya çalış an Müslümân'lara aslâ yakışmayan ve sâhib olduğu yüce vasıf ile bağdaşmayan bir haldir Bi'l - hâssa dînî ilimlerde şerefli bir vasıf kazanmış bir İslâm âliminin, herhangi bir ta'vîzde bulunmadan Hazreti Muhammed aleyhi's - selâm 'ın sîreti (tavrı, gidişi) üzer e bulunması lâzım geldiği halde - ba'zı kimselerin hîleli arzû, istek ve oyunlarına uyarak - dînî konularda müdâhene ve ta'vîzde bulunması aslâ câiz değildir İlk insan ve ilk peygamber Hazreti Âdem aleyhi's - selâm 'dan son peygamber Hazreti Muhammed ale yhi's - selâm 'a kadar gelip geçen bütün peygamberlerin teblîğ edip bi'z - zât yaşayarak toplum yaşamlarına sundukarı ilâhî dînlerin hepsi de hakk ve gerçek olduğu halde zamanla tahrîf edilip asılları bozulmuş olduğundan en son gelen Kur'ân - ı Kerîm ve İslâm dîn i, onların hepsini nesh ederek hukümsüz bırakmışdır Bunun için İslâm'da, kendi dînî esâsları nı, kitâbını ve bu kitâbın göste rdiği İslâm yolunu terk ederek - İslâm Dîni'ni aşağılayıcı bir tavırla aslı tahrîf edilerek bozulmuş olan - eski dînler ve ilim ler ile uğraşmak, sanki bir anlaşmazlık varmış gibi uzlaşma nâmı altında İslâm'ı onların seviyyesine indirmek veyâ eski bâtıl inanç ve âdetleri bulup onları yeniden canlandırmaya çalışmak, İslâm'da, hoş karşılanmayan bir davranış olarak vasıflandırılmışdır Çünkü Hazreti Muhammed aleyhi's - selâm, ba'zı Sahâbe'lerin, Yahûdî'lerden duydukları ba'zı sözleri, kendisine söyledikleri zaman şöyle buyurmuşdur A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 31 "Bir toplum, kendi peygamberlerinin getirdiklerini bırakıp da başkalarının peygamberlerinin getir diklerine veyâ kendi kitâblarının dışında başkalarının kitâblarına ilgi gösterirse, böyle bir davranış, onların ahmaklıklarına veyâ sapıklıklarına kâfîdir" 30  Hazreti Muhammed aleyhi's - selâm ile böyle bir uzlaşma (diyalog) yapmak isteyen Mekke müşri klerinin ileri gelenlerinden Velîd ibn - i Mugîra, Ebû Cehil, As ibn - i Vâil, Esved ibn - i Muttalib ibn - i Esed ibn - i Abdü'l - uzzâ, Ümeyye ibn - i Halef gibi kimseler bir araya gelerek Hazeti Muhammed aleyhi's - selâm 'a şöyle dediler: "Yâ Muhammed Sen bu da 'vâdan vaz geç Biz sana istediğin kadar mal verelim Kızlarımızdan istediğin kimse ile evlendirelim Seni kendimize reis yapalım Eğer buna râzı olmazsan gel seninle bir uzlaşma yapalım Gel, sen bizim dînimize tâbi' ol, biz de senin dînine tâbi olalım S eni kendi işlerimize ortak yapalım Bir sene sen bizim putlarımıza ibâdet et, bir sene de biz senin Allâh'ına ibâdet edelim Eğer senin getirdiğin dîn bir hayır ise biz de onda sana ortak oluruz Ondan nasîbimizi almış bulunuruz Eğer bizim elimizde olan h ayır ise sen de bizim işimize iştirak etmiş ve ondan nasîbini almış olursun" Mekke müşriklerinden böyle bir teklif alan Hazreti Muhammed aleyhis - selâm da bu teklîfi redd ederek şöyle dedi: "Allâh korusun Ben Allâhü Teâlâ'ya başkasını ortak koşa mam (Sizin ibâdetleriniz şirk ile karışıkdır İlâhi emre 30 - Hayâtü's - sahâbe, C 3 ss 44 İbn - i Abdü'l - Berr (Câmi) inde 2 / 40 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 32 aykırıdır Vahdâniyyet - i ilâhiyye'yi terk ederek sizin şirkinize iştirak edemem) Allâhü Teâlâ'dan başka ilâh, O'ndan başka ibâdete lâyık bir şey yokdur" Bunun üzerine, "Hiç olmazsa bizim ilâhlarımızın ba'zılarına el sürüver de seni tasdîk edelim ve senin ilâhına ibâdet eyleyelim" diyerek bir ta'vîz vermesini istediler Hazreti Muhammed aleyhi's - selâm buna da, "Hayır" cevâbını verince ümidleri kesildi Bu hâdise üzerine İslâm Dîni'nin - her cihetden - diğer tüm dînlerden üstün olduğunu; küfür, şirk ve nifâk derdlerinden uzak bulunduğunu, başka dinlerin hukümlerine ve onlarla bir uzlaşma yapmaya ihtiyâcı olmadığını, bunun için de onlarla bir uzlaşma yapmanın mümkün o lmadığını ifâde eden Kâfirûn Sûresi nâzil oldu Bu sûretle küfr ve şirk erbâbının bu uzlaşma ve hoşgörü teklîfleri, Cenâb - ı Hakk tarafından da redd edildi ki bu sûrede şöyle deniliyordu: َ ن و ُ د ُب ْ ع َ ت ا َ م ُ د ُب ْ ع َا لآ َ ن و ُ ر ِ ف ا َ ك ْل ا ا َ ه � ي َا ا َي ْ ل ُق لا لآ َ و َ ا ا َ م َ ن و ُ د ِ ب ا َ ع ْ م ُت ْ ن ُ د ُب ْ ع َا ج ُْ تُ ْ د َب َ ع ا َ م ٌ د ِ ب ا َ ع َا نَ أ لآ َ و لا ُ د ُب ْ ع َا ا َ م َ ن و ُ د ِ ب ا َ ع ْ م ُت ْ ن َا لآ َ و ط ْ م ُ ك َل ِ ن يِ د َ ِ لِ َ و ْ م ُ ك ُن ي ِ د “ (Yâ Muhammed) de ki: Ey kâfirler, ben sizin tapmakda olduklarınıza tapmam Siz de benim ibâdet etdiği me kulluk ediciler değilsiniz Ben (zâten) sizin taptıklarınıza (hiç bir zaman) tapmış değilim Siz de benim kulluk etmekde A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 33 olduğuma (hiç bir zaman) kulluk ediciler değilsiniz Sizin dîniniz size, benim dînim bana” 31 Bunun üzerine Hazreti Muhammed ale yhi's - selâm da Haram - ı şerîf'e giderek orada bulunan insanlara bu sûreyi okudu Orada bulunub da küfürlerinde ve şirklerinde isrâr eden müşrikler de şaşırıp kaldılar ve ümidlerini kesip dağıldılar Hal böyle olunca Rasûlü'llâh sallâ'llâhü aleyhi ve se llem 'in peygamberliğini ve Kur'ân - ı Kerîm'in Allâh kelâmı olduğunu kabul etmeyen; Mâide (73) de belirtidiği üzere - Baba, Oğul, Rûhu'l - kudüs - gibi üçlü bir tanrı "Teslis" inanışı ile Allâhü Teâlâ'ya şirk koşan din mensûbları ile bir uzlaşma cihetine gitmek , İslâmî bakımdan tamâmen hatâ olup onların sinsi emellerine alet olmakdan ve onların düşmanca çalışmalarına istedikleri zemîni hazırlamakdan başka bir şey' değildir Papa dokuzumcu Pi, teşkil etdiği bir konsülde papalık makamına ve papalara, hata et mez vasfını vererek bunu bir kânun hâline getirmişdir Bunun için papalar, yaptıkları bir hatâdan dolayı özür dilemezler Bu bakımdan - Müsteşriklerin dediği gibi - her biri ayrı bir kalemin mahsulü olan bu günkü İncil ve papalık makâmı başka, Hristiyanlık b aşkadır Bütün bu çalışmaların hedefi, yüce bir dîne, tertemiz bir inanca ve sınırlı bir hoşgörü ahlâkına sâhib olan Müslümân'ları aldatarak Hristiyan'laştırmakdan ve kendilerine benzetmekden başka bir şey' değildir Gâye ve netîce bu olunca, "Dinler arası uzlaşma ve sınırsız bir hoşgörü" felsefesi adı altında onları memnûn etmek de mümkün değildir Çünkü Cenâb - ı Hakk bu 31 - Kâfirûan Sûresi, âyet 1 - 6 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 34 husûsu, Kur'ân - ı Kerîm'in bir çok âyet - i kerîmelerinde dile getirdiği gibi şu âyet - i kerîmede de şöyle ifâde buyurup gözlerimizin önü ne sermekdedir ْ م ُ ه َ ت � ل ِ م َ ع ِ ب �ت َ ت � تِ َ ح ى َ ر ا َ ص � ن لا َ و ُ د ُ و ه َي ْل ا َ ك ْ ن َ ع َ ى ض ْ ر َ ت ْ ن َل َ و ط ِ لله ا ى َ د ُ ه � ن ِ إ ْ ل ُق َ و ُ ه َ ى د ُْ لْ ا ط ِ م ْ ل ِ ع ْل ا َ ن ِ م َ ك َء ا َ ج ي ِ ذ � ل ا َ د ْ ع َ ب ْ م ُ ه َء ا َ و ْ ه َا َ ت ْ ع َ ب � ت ا ِ ن ِ ئ َل َ و لا َ ك َل ا َ م ْ ن ِ م ِ لله ا َ ن ِ م ٍ ير ِ ص َن لآ َ و ٍّ ِ لِ َ و "Ne Yahûdî'ler, ne Hristiyân'lar - sen onların dînine uyuncaya kadar - aslâ senden hoşnûd olmaz (lar) De ki: - Allâh'ın hidâyet (yolu olan İslâm yok mu? İşte) doğru yolun ta kendisi odur - Eğer (vahy ile) sana gelen (bunca) ilimden sonra (bi' l - farz) onların hevâ (ve heves) lerine uyacak olursan, and olsun, Allâh'dan (başka seni koruyacak) ne hakîkî bir dost, ne de hakîkî bir yardımcı yokdur" 32 َء َا يِ ل ْ و َا ى َ ر ا َ ص � ن لا َ و َ د و ُ ه َ ي ْل ا او ُ ذ ِ خ �ت َ ت لآ ا ُ و ن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا ا َ ه � ي َا ا َي م ْ و َا ْ م ُ ه ُ ض ْ ع َ ب ُء َا يِ ل ٍ ض ْ ع َ ب ط ْ م ُ ه ْ ن ِ م ُه � ن ِ إ َف ْ م ُ ك ْ ن ِ م ْ م ُ� لْ َ و َ ت َ ي ْ ن َ م َ و ط َ م ْ و َ ق ْل ا ي ِ د ْ ه َ ي لآ َلله ا � ن ِ إ َ ين ِ م ِ ل � ا ظ لا “Ey îmân edenler, Yahûdî’leri de, Hristiyân’ları da kendinize yâr (ve üstünüze hâkim) tutmayın (kendinizden üstün görmeyin) Onlar (anc ak) birbirinin yârânıdırlar İçinizden kim onları dost (ve hâkim) edinirse, o da 32 - Bakara, 120 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 35 onlardandır Şübhesiz Allâh, o zâlimler gürâhuna muvaffakıyyet vermez” 33 ُ ر � ا نلا ُ م ُ ك � س َ م َت َ ف ا ُ و م َل َظ َ ن يِ ذ � ل ا َ لى ِ إ ا ُ و ن َ ك ْ ر َ ت لآ َ و لا ْ ن ِ م ْ م ُ ك َل ا َ م َ و ْ ن ِ م ِ لله ا ِ ن و ُ د َ ء َا يِ ل ْ و َا َ ن و ُ ر َ ص ْ ن ُ ت لآ �ُ ثُ “Bir de zulm edenlere (zulümkâr olan şu insanlara) meyl etmeyiniz Sonra sizi, azâb - ı ilâhî istilâ’ eder Zâten sizin Allâh’dan başka yardımcılarınız yokdur Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz” 34  Hazreti M uhammed aleyhi's - selâm tüm insa nlara karşı rıfk il e, mülâyemet ile , muâmelede bulunmakla emr olunduğu halde; bu sûrede Hazreti Muhammed aleyhi's - selâm 'ın, küfürlerinde isrâr eden ve kendisini kendi bâtıl dinlerine sevk etmek isteyen kimselere "Ey kâfirler" diye hitâb etmesi, ilâhî bir emir gereğidir Böyle bir emir, taraf - ı ilâhîden olup taraf - ı risâletden değildir Bunun için de böyle bir hitâb, O'nun rıfk ile, mülâyemet ile bir davranışda bulunmasına aykırı değildir Ba'zı kimseler, "Bu hitâbdan Yehûd ve Nasârâ hâriçdir Çünkü onlar Allâhü T e âlâ'yı bilib Allâh'a ibâdet etdiklerinden "Ben sizin ibâdet etdiğiniz ma'bûda ibâdet etmem" demek câiz olmaz Bunun için buradaki bu hitâb - Mekke müşrikleri gibi - ya belli bir toplumadır veyâ Allâhü Teâla'dan başka şey'lere ibâdet etdiklerinden dolayı mecûs'i veyâ tâbiuyyûn gibi Allâhü 33 - Mâide, 51 34 J Hûd, 113 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 36 Teâlâ'yı tanımayan kâfirleredir Konu bu şekilde mütâlea edilince de "Ben sizin ibâdet etdiğiniz şey'lere ibâdet etmem" demek câiz olur" 35 diyorlarsa da, Hazreti Muhammed s allâ'llâhü aleyhi ve sellem 'in peygamberliğini tamımamakda ve - ba'zı âyet - i kerîmelerde belirtildiği gibi - Allâhü Teâlâ'ya şirk koşup O'nu noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılmamakda isrâr etdikleri için ve Baba, Oğul, Rûhu'l - kudüs - gibi , üçlü bir tanrı "Teslis" inanışı na sâhib oldukları için - Allâhü Teâla'ya biz de inanıyoruz - demelerinin bir değeri olmasa gerekdir Çünkü, şu ve benzeri âyet - i kerîmeler, bu husûsun böyle olduğunu açıkca ifâde edip belirtmektedir ُ م لآ ْ س ِ لا ْا ِ لله ا َ د ْ ن ِ ع َ ن يِّ د لا � ن ِ إ فق "Hak dîn, Allâh ındinde (ancak) İslâm'dır" 36 ُه ْ ن ِ م َ ل َب ْ ق ُ ي ْ ن َل َ ف ًا ني ِ د ِ م لآ ْ س ِ لا ْا َ ر ْ ي َ غ ِ غ َت ْ ب َ ي ْ ن َ م َ و ج َ ن ِ م ِ ة َ ر ِ خ لآ ْا ِ َ و ُ ه َ و َ ن يِ ر ِ س ا َ ْ لْ ا "Kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa ondan (bu dîn) aslâ kabûl olunmaz ve o, âhiretde de en büyük zarara uğrayanlardandır" 37 َ ن ُ و كِ ر ْ ش ُ م ْ م ُ ه َ و � لا ِ إ ِ لله اِ ب ْ م ُ ه ُ ر َ ث ْ ك َا ُ ن ِ م ْ ؤ ُ ي ا َ م َ و “Onların çoğu, Allâh’a şirk koşmaksızın (ortak tutmaksızın) îmân etmaz” 38 35 - Hulâsatü'l - Beyân fî Tefsîri'l - Kur'ân, C,15 ss 6594 Mehmed Vehbi 36 - Âl - i İmrân, 19 37 - Âl - i İmrân, 85 38 - Yûsüf, 106 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 37 َ ن و ُ ر ِ ف ا َ ك ْل ا ا َ ه � ي َا ا َي ْ ل ُق َ ن و ُ د ُب ْ ع َ ت ا َ م ُ د ُب ْ ع َا لآ لا ا َ م َ ن و ُ د ِ ب ا َ ع ْ م ُت ْ ن َا لآ َ و ُ د ُب ْ ع َا ج لآ َ و ُْ تُ ْ د َب َ ع ا َ م ٌ د ِ ب ا َ ع َا نَ أ لا ُ د ُب ْ ع َا ا َ م َ ن و ُ د ِ ب ا َ ع ْ م ُت ْ ن َا لآ َ و ط ْ م ُ ك َل ِ ن يِ د َ ِ لِ َ و ْ م ُ ك ُن ي ِ د “ (Yâ Muhammed) de ki: Ey kâfirler, ben sizin tapmakda oldukları nıza tapmam Siz de benim ibâdet etdiğime kulluk ediciler değilsiniz Ben (zâten) sizin taptıklarınıza (hiç bir zaman) tapmış değilim Siz de benim kulluk etmekde olduğuma (hiç bir zaman) kulluk ediciler değilsiniz Sizin dîniniz size, benim dînim bana” 39 ِّ ي َغ ْل ا َ ن ِ م ُ د ْ ش � ر لا َ� ين َ ب َ ت ْ د َق ِ ن يِّ د لا ِ َ ه ا َ ر ْ ك ِ ا لآ ج َ ي ْ ن َ م َف ِ ت ُ و غ ا� ط لاِ ب ْ ر ُ ف ْ ك ْ ن ِ م ْ ؤ ُ ي َ و َ ى ق ْث ُ و ْل ا ِ ة َ و ْ ر ُع ْل اِ ب َ ك َ س ْ م َت ْ س ا ِ د َ ق َ ف ِ لله اِ ب ق ا َ َ لْ َ م ا َ ص ِ ف ْن ا لآ ط ٌ ع يِ َ سَ ُ لله ا َ و ٌ م يِ ل َ ع “Dinde zorlama yokdur Hakîkat, îmân il e küfür, ap - açık meydana çıkmışdır Artık kim şeytanı, (ve insanları Allâh’ın Dîni’nden uzaklaştırmaya çalışan tâgutları) tanımayıb da Allâh’a îmân ederse o, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa (Kur’ân’a ve İslâm’a) yapışmışdır Allâh (her şey’i) hakkıyle işitici, (her şey’i) kemâliyle bilicidir” 40 َ ين ِ ب ِّ ذ ك ُ م ْل ا ِ ع ِ ط ُت لآ َف “( Seni tekzîb eden, kakîkati yalan sayan ) o mükezzib’lere itâat etme ( onların arzûlarını yerine getirme )“ 39 - Kâfirûn, 1 - 6 40 - Bakara, 256 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 38 َ ن ُ و نِ ه ْ د َي َ ف ُ ن ِ ه ْ د ُت ْ و َل ا � و د َ و “Onlar ist erler ki sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar” 41 Şu halde karşı tarafdaki küfür ve şirk erbâbının iltifatlarına aldanıp onlara müdâhenede bulunarak, teklîflerini kabûl edip ta'vîzde bulunarak onlara hoş görünmek; hakk ve gerçek le hiç bir zaman bağdaşması mümkün olmayan arzû ve isteklerini - sınırsız bir hoşgörü felsefesi altında - yerine getirerek bir uzlaşma yapmak, aslâ câiz değildir Bunun için böyle ta'vizkâr bir davranış, - kula kulluk olacağından - bir nev'î şirkdi r ki böyle bir şirkden, - Rasûlü'lâh salle'llâhü aleyhi ve sellem'in sığındığı gibi - her zaman ve her yerde Allâhü Teâlâ'ya sığınmak, O'nun yardımını ve korumasını istemekdir Bununla berâber Dinler arası diyalog (uzlaşma) felsefesi altında çalışanlara karşı yapacağımız görev, İslâm'ı teklîf ve teblîğ edip hakk ve bâtılı belirtdikden, fitne ve fesâd erbâbının şerlerini yok etmeye çalışdıkdan, İslâm'ın ve Müslümân'ların gâlibiyyet ve hâkimiyyetini te'mîn edip üzerimizdeki baskılarını kaldırdıkdan sonra, hiç bir kimseyi İslâm Dîni'ne girmeye zorlamamak; ancak - yapılan bir muâhede ve andlaşma gereğince - ba'zı hakk ve hukûklarının korunmasını sağlamak, kendi inanç ve ibâdetlerinde serbest bırakıp Hakk'ın hukmünü geçerli kılmak, İslâm'ın ve Müslümân'ların idâ rî ve hukûkî otoritesi altında toplumun ve fertlerin ( bireylerin ) huzûr ve refâhını sağlamakdır    41 - Kale m, 8 - 9 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 39 Suru - 4 Diyanetin neşr etdiği İLMİHAL kitâbının II cildinde; "Müslümân kadın, Hristiyan veyâ Yahûdî erkekle evlenebilir" deniy or Yine neşr ettiği tefsirde de, "Mut'a nikâhı artık bugün zarûrettir" deniyor Bunu nasıl yorumlarsınız? Cevâb - 4 Müslüman bir kadının müslüman olmayan Hristiyan veyâ Yahûdî bir erkek ile evlenmesi kat'î sûrette haramdır, hiç bir şekilde evlenemez Ancak İslâm'ı kabûl edip müslüman olursa o zaman evlenebilir Çünkü İslâm'da aile hâkimiyyeti erkekdedir Bunun için Allâhü Teâlâ, mü'min bir kulunun üzerine kâfir bir kulunun hâkim olmasını aslâ istemez Bununla ilgili bir çok âyet - i ker ime vardır ki onlardan birisi şöyledir ًلا يِ ب َ س َ ين ِ ن ِ م ْ ؤ ُ م ْل ا َ ى ل َ ع َ ن يِ ر ِ ف َا ك ْ ل ِ ل ُ لله ا َ ل َ ع َْ ِ ْ ن َل َ و "Allâh, mü'min kullarının üzerine kâfirleri hâkim bir duruma geçirmez (asla bir yol bahş etmez) " 42 Mut'a nikâhı (muvakkat nikâh usûlü) is e , Hayber fethinde, Hazreti Muhammed aleyhi's - selâm tarafından haram kılınmışdır ki bu husûs Sünnet ile sâbit olan hukümlerdendir Hiç bir zarûret, böyle kat'î bir hukmü (mut'a nikâhını) mübah kılamaz ى َ د ُْ لْ ا َ ع َب � ت ا ِ ن َ م َ ى ل َ ع ُ م لآ � س لا َ و 42 - Nisâ', 141 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 40 " (Düny âda ve âhiretde) Selâm (ve selâmet), doğruya tâbi' olanlaradır" 43    N E T İ C E Netîce olarak şunu öyleyebiliriz ki zamânın îcablarını yerine getiriyorum zannıyla ve yenilikçi bir davranışla, âyet - i kerîmele ri yorumlama, Edille - i erbea 'ya ehemmiyyet vermeme ve çok değerli müctehid ve âlimlerimizin tesbit edip bizlere kadar ulaştırmaya çalıştıkları İslâm esâslarını - hem dâl hem mudıl olarak - keyfî bir şekilde tahrîf edip ifâde etme, bilerek veyâ bilmeyerek İslâm'ı bozup mensubları olan müslü mânları şirk, küfür ve dalâlet derekelerine düşürmeye çalışan İslâm ve Müslümân düşmanlarına müdâhenede bulunma, gayreti içinde bulunan meslektaşlarımıza Cenâb - ı Hakk'ın hidâyetini niyaz ederiz Bütün ümîdimiz, şu âyet - i kerîmelerde ifâde buyurulan esâslar a riâyet ederek - tam bir teslîmiyyetle - yüce İslâm dîni'ne ve mensûbları olan biz müslümânlara hizmet etme şuur ve idrâkinde bulunmalarıdır ِ س � ا نلِ ل ُه َا ن �ي َ ب ا َ م ِ د ْ ع َ ب ْ ن ِ م ى َ د ُْ لْ ا َ و ِ ت َا ن �ي َ ب ْل ا َ ن ِ م َا ن ْل َ ز ْ ن َا ا َ م َ ن ُ و م ُت ْ ك َي َ ن يِ ذ � ل ا � ن ِ إ ا ِ ِ ب َا تِ ك ْل لا َ ك ِ ئ َل ُ و ا َ ن ُ و نِ ع � لا لا ُ م ُ ه ُ ن َ ع ْ ل َ ي َ و ُلله ا ُ م ُ ه ُ ن َ ع ْ ل َ ي لا ْ م ِ ه ْ ي َل َ ع ُ ب ُ و ت َا َ ك ِ ئ َل ُ و ا َف ا ُ و ن �ي َ ب َ و او ُ ح َل ْ ص َا َ و ا ُ و ب َا ت َ ن يِ ذ � ل ا � لا ِ إ ج ُ ب � او �ت لا َا نَ أ َ و ُ م يِ ح � ر لا 43 - Tâ - Hâ Sûresi, âyet 47 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 41 َ ل َ ع َ ك ِ ئ َل ُ و ا ٌ ر � ا ف ُ ك ْ م ُ ه َ و ا ُ و تا َ م َ و او ُ ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا � ن ِ إ ِ ة َ ك ِ ئ َل َ م ْل ا َ و ِ لله ا ُة َن ْ ع َل ْ م ِ ه ْ ي َ ين ِ ع َْ جْ َا ِ س � ا نلا َ و َا ه يِ ف َ ن يِ د ِ ل ا َ خ ج َ ن و ُ ر َظ ْ ن ُ ي ْ م ُ ه لآ َ و ُ ب ا َ ذ َ ع ْل ا ُ م ُ ه ْ ن َ ع ُ ف � ف َُ يُ لآ َ و “O kimseler ki, bizim inzâl etdiğimiz beyyine’leri ve (Allâh’ın emrine, hukümlerine, irşâdına ve bunlara îmân etmenin, ittibâ’ etmenin vücûb’una delâlet eden ve ayn - ı hidâyet, mahz - ı hidâyet olan) âyet ve delîl’leri, - biz bunu insanlar için Kitâb’da açık bir şekilde beyân etdikden sonra - ketm ederler (gizlerler) İşte onlar (ın hâli): Onlara, hem Allâh lâ’net ede r, hem lâ’net etmek şânından olan (melekler ve insanlar) lâ’net eder” “Ancak tevbe edenler, tevbe edib de islâh - ı hâl edenler, islâh - ı hâl edib de ketm etdiği hakîkatleri beyân edip neşr edenler (yok mu?), işte ben de bunların tevbelerini kabûl ede rim, (ve kendilerini lâ’net’den istisnâ’ ederim) (Çünkü) Tevvâb olan da, Rahîm olan da ancak benim” “ (Tevbe etmeyib de) küfürlerinde sâbit olanlar ve bu hâl üzere ölenler (yok mu?), onlar kâfir’lerdir ki işte, Allâh’ın, meleklerin ve bütün insanla rın lâ’neti onların üstündedir” “ (Onlar), onun (o lâ’net’in yâhud Cehennem’in) içinde ebedî olarak kalırlar Onlardan ( ile’l - ebed) ne azâb hafifletilir, ne de kendilerinin yüzlerine bakılır, (onlara hiç bir mühlet ve müsâade de verilmez)” 44 44 - Bakara Sûresi, âyet 159 - 162 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 42 No t: Bundan bir kaç yıl önce, melektaşlarımızın bir toplantısında bulunduğum ve merkezî va'z sisteminin aleyhinde konuştuğum bir sırada, çok sevdiğim ve saydığım Prof Dr olmuş bir öğrencim, "Hocam, va'z eden arkadaşlarımızın ba'zılarının ilmi var ama samîmî değil, ba'zıları da samîmî ama ilmi yok Onun için merkezî va'z sistmi tatbik ediliyor" gibi bir lâf etdi ki tamamen hatâlı bir ifâde ve görüşdür Çünkü b enim bildiğim bir şey' varsa o da, kimin samîmî veyâ samîmî olmadığını ancak Allâhü Teâlâ bilir O'ndan başka hiç bir kimse bilemez Kalblerde olanı da ancak O bilir Arkadaşımız böyle bir durumu nasıl biliyor bilmem? Ama, ne de olsa Prof Olmuşdur, Dr olmuşdur Her şey'i bilebilir?  َ ك َ م ْ ر ُ ف ْ ك ا ِ ن َا س ْن ِ ْ لا ِ ل ل َا ق ْ ذ ِ ا ِ ن َا ط ْ ي � ش لا ِ ل َث ج َ ف َ ك ْ ن ِ م ٌء ى ِ ر َب ِّنى ِ ا َ ل َا ق َ ر َ ف َ ك � ا م َل َ لله ا ُ ف اخ َا ِّنى ِ ا َ ين ِ م َل َا ع ْل ا � ب َ ر َ ف َ ن يِ د ِ ل َا خ ِ ر � ا نلا ِ فِ َا م ُ ه � ن َا َا م ُ ه َ ت َب ِ ق َا ع َ ن َا ك َا ه يِ ف ط َ و ج َ ك ل َ ذ َ ز ُ ا ؤ ا َ ين ِ م ِ ل � ا ظ ل ع " (Münâfıkların ve kâfirlerin) hâli, şeytanın hâli gibidir Çünkü (şeytan) , insana - Küfr et - der de o küfr edince - Ben kakîkaten senden uzağım Çünkü ben âlemleri Rabb'i olan Allâh'dan korkarım - der, (ve tabana kuvvet kaçar) " "Nihâyet ikisinin de (azdıranın da azanın da) âkıbeti hakîkaten ebedî ateşin içinde kalmal arı olmuşdur İşte zâlimlerin (münâfıkların ve kâfirlerin) cezâsı budur" 45 45 - Haşr,16 - 17 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 43 ِ إ او ُن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا ا َ ه � ي َ أ اِ ي ْ ن ُ و ق �ت َ ت ا ْ ل َ ع َْ ِ َه ّل لا َ ل ْ ن َ ع ْ ر ِّ ف َ ك ُي َ و ًا نا َق ْ ر ُ ف ْ م ُ ك ْ م ُ ك ْ م ُ ك َل ْ ر ِ ف ْ غ َ ي َ و ْ م ُ ك ِ ت ا َئ ِّي َ س ط ِ م يِ ظ َ ع ْل ا ِ ل ْ ض َ ف ْل ا و ُذ ُه ّل لا َ و “Ey î mân edenler, eğer Allâh’dan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü (hakk ile bâtılı) ayırd edecek bir anlayış (bir ma’rifet ve nûr) verir, suçlarınızı örter ve sizi mağfiret eder Allâh, büyük lûtuf ve ihsân sâhibidir” 46 َ ا ه ُل َ ع َْ نَ ُة َ ر ِ خ لآ ْا ُ ر ا� د لا َ ك ْ ل ِ ت ًا د ا َ س َف لآ َ و ِ ض ْ ر لآ ْا ِ ًا ّ و ُل ُ ع َ ن و ُ د يِ ر ُي لآ َ ن يِ ذ � ل ِ ل ط َ ين ِ ق �ت ُ م ْ ل ِ ل ُة َب ِ ق َا ع ْل ا َ و "İşte âhiret yurdu! Biz onu yer yüzünde büyüklük ve fesad arzûsuna düşmeyeceklere veririz (En güzel) âkıbet müttekî'lerin (takvâ sâhiblerinin) dir" 47    Küçük bir du â َ ا ِ ْ لا ِ ل ا َن ي َ د َ ه ي ِ ذ � ل ا ِ لله ِ ُ د ْ م َْ لْ ي ِ م لآ ْ س ِ لا ْا َ و ِ ن ا َ م “Bizi îmân’a ve İslâm’a hidâyet eyliye n Allâhü Teâlâ’ya hamd olsun” ٍ م يِ ق َت ْ س ُ م ٍ ط ا َ ر ِ ص َ لى ِ إ ُء ا َ ش َي ْ ن َ م ي ِ د ْ ه َ ي ُ لله ا َ و “Allâh kimi dilerse onu, (kendisinde hayır gördüğü kimseleri), doğru yola iletir” 48 46 - Enfâl, 29 47 - Kasas, 83 48 - Bakara, 213 A Celâleddin Karakılıç ile yapılan bir röportaj 44 Yâ Rabb, bizleri , Kur'ân'ı, İslâm'ı, emir ve nehiylerini kendi murâdına uygun bir şekilde anlayıp amel eden ve rızânı kazanan kullarından eyle “ Yâ Rabb, bizi peygamber’ler , sıddîk’ler, şehîd’ler ve sâlih’ler ile haşret ve onlarla birlikde Cennet’ine koy ve onlarla birlikde cemâl’ini görenlerden eyle” Âmîn َ ين ِ م َل ا ع ْل ا ِّ ب َ ر ِ لله ِ ُ د ْ م َْ لْ ا َ و ْ ين ِ م آ ، َ ين ِ م آ ، َ ين ِ م آ Âmîn, âmîn, âmîn, ve’l - hamdü li’llâhi Rabb’i’l - âlemîn   